Prof. Dr. Nazım Elmas: Mehmet Âkif’in Şiirinde Kurgu ve Kompozisyon

Prof. Dr. Nazım Elmas: Mehmet Âkif’in Şiirinde Kurgu ve Kompozisyon
Sanatçılar çağının çocuğudur. Onlar döneminin sanat anlayışını temsil eder. Yeni denemeleri ile nesillerin sesine tercüman olurlar.

Her sanatçı öncekilerin üs­tüne yenilerini ekler. Sürekli değişen dünyada sanat eserinin yerinde sayması elbet beklenemez. Edebi alanda var olan uygulamalar günün gereklerine göre yeni şekiller alabilirler. Şiir sanatı da yüzyıllara varan geçmişi ile farklı tür ve uygulamalarına şahit olduğu­muz edebi ürünlerdendir. Ölçülü, ölçüsüz uzun ya da kısa mısralı sekilerliyle her devirde rağbet edilen bir tür olmuştur.

Şiirin zaman içinde aldığı yeni durumlarda dönemin zevkinin tesirini inkar edemeyiz. Bizim edebiyatı­mızda dörtlüklerin, beyitlerin yerini, uzun manzum anlatımlara, konu bütünlüğüne haiz şiirlere bıraktığı dönemler olmuştur Tanzimat sonrası şiirimiz bu ara­yışların ve denemelerin daha sık yaşandığı bir döne­mi kapsar.Bir hüner zirvesi olan mısraı bercesteler,söz ipliğine inciler dizme ustalığı beyitler, yeni zamanlar­da tahkiyeli şiirlerle beraber görülmeye başlamıştır. Şiirde zevk değişikliği Tanzimat’ın ikinci yarısından sonra daha belirgin olarak kendini. gösterir. Bu de­nemelerin olgunlaştığı dönemin ustaları arasında Mehmet Akif ve Tevfik Fikret vardır.Edebi sanatlar kullanılmakta ,aruz tahtını korumakta ,şiirde şekle ait denemelerden sonra tahkiyeli anlatıma uygun tarzlar beğenilmektedir.

Tahkiyeli şiir şairlerimiz tarafından tercih edilmiş,bu türün bir gereği olarak yeni estetik disiplin bağlamında kurgu ve kompozisyonun mükemmel olmasına gayret edilmiştir. Bu tarz şiirlerde bir olay belli bir anlatım düzeni içinde şiirin imkânlarıyla okuyucuya ulaşır.

Şiirde kurgu ve kompozisyon

Sanat eserlerinde sanatçı tarafından ifade edilen bir şey vardır. Bir dil ürünü olan roman hikâye tiyatro gibi türlerde konu, zaman, mekân, şahıs kadrosu ve anlatıcı unsurları ile açık bir şekilde ifade edilir. Şiir çok daha yoğun anlatım içerdiğinden yapısındaki kurmaca tarafı bir sanatçı hüneri olarak kendini gizler, şiirin anlık etkisi bu ustalığı gözlerden kaçırır.

Şiir yapma eylemi ile ilgilidir. Sanatçı tarafından kurgulanan bir yapısı vardır.”Bugün batı dillerinin çoğunda ‘şiir’i gösteren sözcük, Grek dilinden ‘Poiema’dan geliyor. . ‘Poiema’, ‘yapılan şey’ demek. Eski Grekçe’nin bir özelliği de, bugün bizim ‘güzel sanatlar’ diye adlandırdığımız artistik etkinlikleri gösteren bir sözcüğün bu dilde bulunmaması. Eski Grekçe’de hem güzel sanatları hem zenaatları hem de beceri­ye ilişkin etkinlikleri gösteren bir tek sözcük var: ‘Techne’ sözcüğü. Demek ki, Eski Grekçe’de bir şairin, bir yontucunun etkinliği ile,bir çömlek yapımcısının etkinliği özünde birbirinden ayrı sayılmıyor”1

Şair, insana ulaşmada vasıta olarak kullandığı şiirlerini belli bir disiplinle sunar. Ne kadar kolay ve tabii söylenmiş hissi verse de bu durum onun hüneri ile ilgilidir. Şiir ustası dış dünyadan aldıklarını üst anlatı diliyle kalıcı bir şekilde sunarken, sanat eseri haline gelen duygu ve düşünceler bizim fark etmediğimiz estetik bir disiplin halinde sunulur.”İnsan akıl yoluyla hem dış dünyada hem de imajlar dünyasında çok çeşitli algılamalarda bulunabilir. Edebi eserdeki kurgu bütünlüğü içerisinde, muhataba öyle teklifler sunulur ki, bunların akıl yolu dışında kazanılması mümkün olmadığı düşünülür.”[1] [2]

Sanat eserinin oluşumunda şairin yaşadığı toplumun maddi ve manevi değerle­rinden, kültürel unsurlarından, evrensel değerlerden alarak olay etrafında şekil­lendirdiği bir kurgu bulunmaktadır. Gerçeğe yakın ya da uzağında olduğu kabul edilen metin sanatçı tarafından ifade edilirken belli bir kurgusal düzeni gerektirir. “Bu durumda içerik olarak belli bir durum ya da izlekleri öne çıkarma söz konusu­dur. Bu öne çıkarılan duygu da biçimsel açıdan belli bir düzenlilik ve bağıntı içinde olmak zorundadır.”[3]

Şiirin belli bir düzen ve bağıntı içinde olması sanatçının ustalığı ile ilgilidir. Sanatçı okuyucu ile iletişim kurarken metnin kurgusu tabii vasıta olarak öne çıkar. Bu ma­nada yazar ve okuyucu açısından bir edebi metnin durumu şöyle açıklanıyor:”Yazar metni kurar, yani anlamlandırır. Okur ise anlar. Ancak okur da anlama sırasın­da yazarın kurgusunu yeniden oluşturur. Yani ikinci bir anlamlandırmadan söz edilebilir.”[4]Sanatçının bu alandaki başarısı şiirinin okuyucu nezdinde ayrıca ka­bul görmesini sağlar. Sanat eserlerinde bir düzen olması, anlamayı kolaylaştırır ve alımlayıcı tarafından sanatçının mesajının daha çabuk algılanmasını sağlar. Bu noktada sanat eserinde planlama devreye girer. Şiirlerde belli bir olayın olması halinde bu gereklilik daha bir önem kazanır. Şiirsel anlatımdaki tahkiye unsuru, sanat eserinin estetik açıdan bir sunum düzeninin olmasını da hatırlatmaktadır.

Mehmet Âkif’te kurgu

Ön hazırlık, tertip ve düzen edebî eserin temelidir. Hangi iş olursa olsun plânın ge­reği tartışılmaz. Kurgusu iyi düşünülmüş, tasarlanmış bir eserin başarılı olma şansı daha fazladır. Sadece kurgu mükemmelliğinin tek başına eseri güzel yapmaya yet­meyeceği kesindir. M. Akif çalışmalarında önceden plân yapmayı ön hazırlıklardan sonra eserini yazmayı tercih eden bir sanatçıdır. Edebî geçmişimizde, aslında çok güzel olması mümkün olan sanat eserlerinin plansızlık yüzünden değerlerini yitir­diğini söyler. Akif bir eserde plân bulunmasını ister. Tertipsizliğin eserin değerini düşüreceğini söyler. Sebilürreşad’da yayınlanan bir makalesinde sanatçıların ba­sit bir tertipten kaçındıklarını şu şekilde dile getirir: “Evet bizim divanlarımızda, mecmualarımızda yer yer öyle kıymetli beyitler, öyle cemiyetli mısralar bulunur ki bir garp şairinin karihasından nadiren sunuh eder. Lakin maatteessüf onların tertibine hiç riayet edilmemiş, hatta böyle bir tertib akla bile getirilmemiş olduğu için hey’et-i mecmuaları payidar bir güzellik gösteremiyor. Mesela Fuzulî elbette pek büyük bir şairdir; Leylâname’sinde elbette pek yüksek şiirler vardır. Lakin haz­ret, efsanesini nazma kalkışmazdan evvel, eserine nasıl başlayacağını, nelerden bahsedeceğini, nasıl bir netice vereceğini düşünmemiş; yani hiçbir plân, hiçbir taslak yapmadan sia-i karihasına, servet-i hayaline, semahat-ı hissine güvenerek işe başlayıvermiş onun için bu kadar emeği heder olup gitmiş!

Leylâname-i Fuzûlî için, hâşâ kıymet-i edebiyeden mahrumdur, demek istemiyo­ruz; demek istiyoruz ki Fuzûli daha az şair, lâkin daha çok sanatkâr olsaydı, o eseri vücuda getiren eczayı edebiyeden daha az kıymetli mevad ile daha güzel bir bedia telif edebilirdi.”[5]

Safahat Şairi; garptan, “millet-i merhume’nin anlamayacağı, zevk almayacağı, “zeuk-i behimisini” okşayan ve zaten sallanıp duran “ahlak-ı umumiye” yi teme­linden yıkacak numunelerin alınmasını istememektedir. Yazısının devamında şöy­le der: “Edebiyatı, insaniyete hadim bir fenn-i müstatil telakki ederek tealisine onlar gibi çalışmalıyız; şeraitini cami’ bir eser-i edebî nasıl oluyor, ne gibi hazır­lıklar istiyor, buralarını onlardan öğrenerek muntazam, muayyen plânlar, metin, muhkem usûller takip etmeliyiz.”[6]

Mehmet Akif yukarıdaki açıklamalarından sonra iyi yazmak için takip edilmesi ge­reken yolu şöyle tarif eder: “İyi yazmak için evvelâ mevzuu tamamıyla temsil etmiş olmak, saniyen maanînin, efkârın sırasını iyice görerek onlara muntazam, mantıkî bir silsile-i cereyan verebilmek için o mevzuu etrafıyla düşünmek lazımdır. “[7]

Plânsız bir yazının durumu “sevk-i tesadüfe” kalmıştır. Böyle bir eserde, bahse­dilmesi gereken çok önemli şeyler plansızlık nedeniyle atlanabilir. Aynı şekilde önemsiz bir nokta gereksiz yere lüzumundan fazla itinalı olabilir.”[8]

Şiir yazmadan önce tam bir mühendis gibi çok düşünmek ve onun gibi ayrıntıları hesaplamak gerektiğini şöyle ifade eder:

“Ben şiir yazmadan evvel çok düşünürüm. Tam bir mühendis gibi, bir mimar gi­bi. Bir bina başlayacağı zaman nasıl ki mimar evvelâ düşünür; şurada oda, şura­da merdiven, şurada salon, şurada mutfak, şurada banyo... Plânını yapar, krokisi­ni çizer, en sonra binaya başlar... Tıpkı ben de böyleyim.

Ben bir eser yazmadan evvel bütün mukaddematı hazırlarım. Eserime nasıl gireceğim, ne neticeye varacağım... Bütün bunları hayalimde kurarım. Ondan sonra yazmaya başlarım. İstediğim neticeye varırım. Buna bir misal isterseniz “pertevsuz”e teşbih edebiliriz. Güneşin dağınık huzmeleri yakmaz. Fakat bu huz­meler mihrak noktasına gelir de orada teraküm ederse yakar. İş o noktayı bulmak­tır. Bütün mukaddemat bir noktada tecemmu ederse şiir ancak o zaman müessir olur.”[9]

Safahat şairinin şiirlerin tertibine önem verdiği görülür. Sanat eseri için gerekli olan bu uygulamayı Akif de yapmıştır. “Sanat eserinde fiksiyon (kurgu) dediğimiz hadise çok defa ön plândadır. Yani olayların kahramanlarının sanatkâr tarafın­dan uydurulması veya değiştirilmesi hadisesi. Akif’in sanatında ise hayatın bizzat kendisiyle karşılaşırız. Bu onun sanatta kabul ettiği realizm mesleğinden ileri gelir. Gerçi bir düşünceye göre en realist eserde bile bir uydurma, değiştirme, hiç de­ğilse mevcut olanlardan bir seçme bahis konusudur. Fakat Akif’te bu nispetle bir kurgu bile asgarî hadde inmiştir. Şiirin hünerini “samimiyet’inden ibaret gören bir sanatkâr için bundan daha tabiî ne olabilir? [10] [11]

Akif, sanat endişesi taşımamasına rağmen şiirlerinde genel olarak bir plâna riayet etmiştir. Giriş, tasvir, vak’a ve ahlakî netice veya bir tavsiye ile tamamlanan birçok şiirde bir tertip dikkati çeker. Birinci Safahat’taki şiirlerin çoğu bu düzene göre yazılmıştır. Diğer şiirlerde de tasvir, bir kıssa ve sonunda öğüt, uyarı, istek ve dilek­le devam eden bir kompozisyon bulunmaktadır. Ömer Rıza Doğrul şunları söylü­yor: “Düşündüğü zaman gelişi güzel düşünmezdi, muhakkak bir mevzuu tasarlar, o mevzu ile meşgul olur, sonuna kadar düşündükten sonra kalemi eline alırdı. Düşünürken not aldığı vaki değildir. Fakat uzun düşüncelerden sonra kalemi eline aldığı zaman ezberlediği bir şeyi yazdığı sanılırdı. Şiirlerini de bu şekilde yazardı.” 11

Mehmet Âkif’te kompozisyon ve olay aktarımı

Edebî eserlerde sanatçı tarafından tertip edilen düzen anlatım usulünün imkânlarıyla somutlaşır. Sanatçının duygu ve düşünceleri muhataba ulaştırılırken tüm olaylar bir anlatıcı tarafından sunulur. Kimi zaman anlatımın içinde, kimi za­man dışında yer alan anlatıcılar bazen dıştan içe doğru anlatımı devralarak ifadeyi sunma işini gerçekleştirirler. Anlatıcılar bu aşamalarda birinci şahıs anlatıcı, üçün­cü şahıs anlatıcı olabildiği gibi, tekil veya çoğul olarak da metinde yer alırlar.

Olaylara müdahale eden, olup-biteni bilen ya da anlatılan olayın dışında ve uza­ğında müşahit konumunda bulunan anlatıcılar vardır. Bazı edebî metinlerde kendi­lerini hissettiren anlatıcılar, bazılarında kendini anlatımın dışına çekerek gizlerler.

Okuyucu ile diyalog kurarak ifadeyi sunma bizim anlatma geleneğimizde vardır. Divan edebiyatında, Tanzimat edebiyatında bu uygulamanın örneklerini bulmak mümkündür. Ey kari’, ey sevgili kari’ veya ey sevgili karie hitapları bu anlayışın eseridir. Okuyucuya daha yakın olmak, okuyucuyu ciddiye almak, edebi eseri onun beğenisine sunduğunu hissettirmek amacıyla bu yolun denendiği düşünül­mektedir. Bu usulle okuyucunun dikkatinin canlı tutulduğu da unutulmamalıdır. Aynı uygulamayı Akif’te de görürüz. Eserini samimiyet üzerine kuran sanatçının muhatabına daha yakın olmak için çoğu zaman anlatımın içinde kalmayı ve kendi­ni anlatma katmayı tercih ettiği görülür.

Safahat’ta sanatçı tarafından düşünülmüş bir düzen fark edilir. Şiirlerin çoğunda giriş, tasvir bölümü, olay bölümü, tahkiye, muhavere ve kıssadan hisse ile ta­mamlanan bir seyir vardır. Uzun manzumelerde bu bölümleri görmek mümkün­dür. Kısa şiirlerde bu plân, kısmen uygulanmıştır.

Giriş bölümlerinde bir tasvir veya sanatçının yazmak istediği tema ile ilgili değer­lendirmelerine bir giriş mahiyetinde yazılmış mısralar bulunur. Bölümler çoğu za­man birbirleriyle irtibatlıdır. Mesela Mahalle Kahvesi adlı şiirin giriş bölümünde kahvelerle ilgili değerlendirme yapılır. Son iki mısra ile tasvire geçilir. Giriş bölü­münün son iki mısraını ve tasvirin ilk mısralarını buraya alalım:

Ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve?

Gelin de bir bakalım... Buyrun işte bir kahve;

Çamurlu bir kapı, üstünde bir değirmi delik;

Önünde tahta mı, toprak mı? Sorma, pis bir eşik.

Şu gördüğüm yer için her ne söylesem caiz;

Ahırla farkı: 0 yemliklidir; bu yemliksiz [12]

Anlatıcılar açısından baktığımızda giriş bölümünden sonra başlayan kısımda anlatıcı kendini belli eder. Ben merkezli anlatım başlar. Geçinme Belâsı, Meyhane, Bayram, Merhum İbrahim Bey, İstibdâd, Hasbihâl adlı şiirlerde önce üçüncü şahıs anlatıcı ile anlatım başlıyor, sonra birinci şahıs anlatıcı ile devam ediyor. Şiirlerin ortalarında ya da sonundaki kıssadan hisse kısmında sanatçı kendini belli ediyor. Bu ortaya çı­kışlar bir yer değişikliği arzusuyla şiire yerleştiriliyor. Meyhane, Mezarlık, Bayram, İstibdat, Mahalle Kahvesi, Berlin Hatıraları adlı manzumelerde şu mısralarla anla­tıcı ifadenin içinde birinci şahıs anlatıcı olarak yer alıyor:

Canım sıkıldı dün akşam sokak sokak gezdim

Sonunda bir yere saptım ki, önce bilmezdim.[13]

Geçen sabah idi Eyyûb’a doğru çıkmıştım.[14]

Dedim ki: Fâtih’e çıksam yavaşça, bir yanda

Durup o âlemi seyreylesem de meydanda. [15]

Sıcak, ziyâde sıcak bir geceydi; baktım ki:

Oturmak evde ölümden beter, dedim: Belki,

Çıkar dışarda gezersem biraz nefeslenirim.[16]

Ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve? Gelin de bir bakalım... Buyrun işte bir kahve.[17] “Biraz da kahveye çıksak...” demişti arkadaşım.

0 doğru söylemiş amma, ben eğri anlamışım. [18]

Anlatıcı yukarıya aldığımız mısralarda anlatımın içinde birinci şahıs anlatıcı olarak yer alır. Sanatçı bazı şiirlerin kıssadan hisse mısralarında birinci şahıs anlatıcı ola­rak anlatımı tamamlar:

O zaman koptu içimden şu tahassür ebedi:

Ya hamiyyetsiz olsaydım ya param olsa idi![19]

Artık ey yolcu bırak... Ben yalınız ağlayayım![20]

Başka bir şey diyemem işte perişan yurdum! [21]

Safahat’taki uzun manzumelerde sanatçı monotonluğu ortadan kaldırmak için de­ğişik tarzlar uygular. Sanatçı okuyucusuna hitap eder, yeni anlatımlara girer:

Şimdi ey sevgili kari’, azıcık vaktin eğer, [22]

Bazen başkasından rivayetle bir başka anlatıcının iç anlatıcı olarak anlatımı sür­dürmesini sağlar. Safahat’ta bu mısralar açıkça belli olur.

Şu macerayı işittim birinden, üç sene var,

Olur ki dinleyecek bir meraklı kimse çıkar:[23]

İç anlatılara şöyle mısralarla da girilir:

Sen geçenlerde demiştin ki:

“Yazık hâlâ biz,[24]

İç anlatılar bazen anlatıcının doğrudan söze girmesiyle başlar:

-Düşünür, arz ederim sonra!

-Unutmam, bir gün,

Babıâli yokuşundan çıkıyordum baktım. [25]

Anlatıcı bazen bir başka anlatıcının sözünü nakleder. Bu yolla iç anlatıya girilir:

Huzeyfetü’l -Adevî der ki:

“-Harb-i Yermük’ün [26]

Safahat’ta uzun manzumelerin araya yerleştirilen fıkra, hikâye, şiir, mesel ve hatı­ralarla da hareketli bir hale getirildiği görülür. Bu yolla hem anlatım zenginleştirilir hem de değişen anlatıcılar ve onların müdahalesiyle gelişen iç anlatılar manzu­meyi tekdüzelikten kurtarır.

Manzumelerde fıkralara şu girişlerle geçilir:

Fıkra gelsin mi?

-İşin fıkracılık zaten, imam! [27]

Dinle bir fıkra da benden bakalım şimdi.

-Olur.[28]

Yine bir fıkra mı yerleştireceksin araya? [29]

Fıkra bitiminde anlatıcı kendini hissettirir:

Ne dedin fıkrama?

-A’lâ ! Beni habtettin, İmam ! [30]

Manzumelerin içine bazen tarihî bir hikâye, İslâm tarihinden ve klasiklerinden kıs­sa yerleştirilir:

Şu fıkrasiyle, hakikat, Cenâb-ı Mevlânâ

Nigâh-ı ibrete açmış cihan kadar mânâ:

“Delik, deşik evinin, bir zavallı hâne-harâb,

 

Görür de hâlini, her gün eder şu yolda hitâb:[31]

Manzumelerinin arasına bazen hatıralar yerleştirilir. Bu vesileyle anlatıcılar değişir iç anlatılara girilir.

-Bırakan var mı ki? Rahmetli hocam doğrularak,

Dedi:

“Oğlum, bu temenni neye benzer, bana bak: [32]

Akif, bazı manzumelerde fıkra veya hikâye yerine bir başka türle iç anlatıya girer. Bu tür, şiirdir. Metinler arası ilişkiler bağlamında başka kaynaklardan şiire giren metinler, aktarıma yeni anlatıcılar kazandırarak hareketli bir anlatım kurulması­na katkı yapar. Said Paşa İmamı adlı manzumede şu mısralarla anlatım ve anlatı­cı değişir:

“Sultân-ı Rusül, Şâh-ı Mümecced’sin, efendim !

Bîçârelere devlet-i sermedsin efendim !

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim !

Hak’tan bize Sultân-ı Müebbed’sin, efendim, “ [33]

Safahat’ta anlatıcı değişikliği, bazen çizgi ile, bazen açıklamalardan sonra mısralar- da yer alır. Altıncı Safahat’ta şu mısra dikkatimizi çekiyor:

Söyleyen ben değilim şimdi, bizim Asım Bey; [34]

mısraından sonra anlatım değişir. Bu mısraa kadar “Asım bana bak” hitabıyla baş­layan ifadeler bu mısradan sonra Asım’ın cevabıyla devam eder.

Manzumelere anlatıcılar açısından baktığımızda müdahaleci tavır kendini belli eder. Anlatıcı olanı biteni ve gelecekte olabileceklerle ilgili kanaatini anlatım için­de hissettirir. Akif’in, sanat anlayışını samimiyet üzerine kurması,eserleriyle top­luma faydalı olama arzusu, sık sık okuyucuyu veya dinleyiciyi muhatap alan bir an­latıcı olarak tavrını belli etmesini gerektirmiştir.

Sonuç

Mehmet Akif zor günlerde bir sanatçı olarak üzerine düşen görevi yapmak duru­munda kalmıştır. Şartlar topluma dönük sanat eserleri kaleme almasını gerektir­miştir. Yeri geldiğinde uzun manzumeler yazmış, şiirin içinde vermek istediği me­sajları rahatlıkla okuyucuya ulaştırmıştır.

Şiirlerinde önceden tasarlanmış bir tertip bulunması okumayı, anlamayı kolaylaş­tırmıştır. Şiir kişilerinin bir düzen içinde eserde yer alması estetik açıdan takip kav­ramını kolaylaştırmıştır. Şiiri sürdürmek ve olayları birbirine bağlamak bakımından okuyucu rahatlamıştır.

Zaman zaman okuyucuya seslenerek veya sen zamiri ile onu da aktarımın içine ka­tarak okuyucunun dikkatini diri tutmayı, uzun mısralarda dikkati kopmadan oku­mayı sürdürmesini sağlar.

Metinler arası ilişkiler bağlamında başka kaynaklardan şiire giren metinler, esere yeni anlatıcılar kazandırır. Böylece şair, okuyucuyu sıkmayan hareketli bir anlatım­la onların karşısına çıkar.

Anlatıcı konumuyla Mehmet Akif şiirin içinde kendini hissettirir. Bu yakınlık, zaten tek hüneri “samimiyet” olan sanatçıyı okuyucuya yaklaştırır. Söylemek istedikleri­ni anlatmada ve inandırmada sanatçı hedefine varmayı başarır.

Uzun manzumelerinde şekil ve muhtevaya ait özgün uygulamalarla akıcı bir anla­tım sağlayan Akif, anlatıcı değişiklikleri ile de manzumeleri tek düzelikten kurtarır. Sanatçı canlı hareketli bir şiir kurgusuyla okuyucuya ulaşır.

Mehmet Akif sanat eserinde bulunmasını istediği özellikleri hem teorik olarak an­latmış, hem de uygulamıştır. Tertip ve düzenden yoksun, ustaca kurgulanmamış eserlerin zamanla değerini kaybedeceğini ifade ederek kendi çalışmalarında bu alanda yapılması gerekenlere ait örnekler vermiştir.

Mehmet Âkif Bilgi Şölenleri’nin dördüncüsünde sunulan bildirilerden oluşan ve 2010 yılında basılan kitap Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezinin beşinci kitabı.
 

 


[1] Hilmi Yavuz,Yazın,Dil,Sanat,Boyut Kitapları Düşün Yazıları,Kasım 1996,İstanbul , s.10

[2]Mehmet Ünal,Dr;En Uzun Asrın Hikayesi. Yeni Türk Edebiyatına Teorik Bir Yaklaşım, Akçağ Ya- yınları,Ankara 1999, s.41

[3] V.Doğan Günay,Prof .Dr.; Metin Bilgisi. Yayınlayan: Multilingual ,3. baskı ,İstanbul 2007 s.287

[4] A.g.e. s.477

[5] Mehmet Akif; Edebiyat Bahisleri-Plân, Sebilür’reşad,19 Temmuz 1328c.8-l,adet 204, s.416-417 (M..A.külliyatı,c.5 s.235-236 dan nakil)

[6] A.y.; (M.A.K., c.5, s.237’den nakil)

[7] A.y.; (M.A.K., c.5, s.234’den nakil)

[8] A.y.; (M.A.K., c.5, s.231’den nakil)

[9] Eşref Edip; Mehmed Akif, Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları, Asar-ı İlmiye Kütüphanesi Neş­riyatı 1938 s. 161

[10] Okay.M.Orhan—İsen, Mustafa, Safahat, M. Akif ve Eseri Hakkında İnceleme, Diyanet. İşleri Başk .Yay., Ank.1992 s.37

[11] Eşref Edip; Mehmed Akif, Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları, Asar-ı İlmiye Kütüphanesi Neş­riyatı 1938 s. 443

[12] Safahat; s.106 (Haz. M. Ertuğrul Düzdağ, İz Yayıncılık, I.baskı, İst. 1991 çalışmamızdaki şiir örnekleri bu kitaptan alınacaktır.)

[13] A.g.e. s. 30-31

[14] A.g.e. s.38

[15] A.g.e. s.41

[16] A.g.e. s.75

[17] A.g.e. s.106

[18] A.g.e. s.298

[19] A.g.e. s.64

[20] A.g.e. s.186

[21] A.g.e. s.191

[22] A.g.e. s.143

[23] A.g.e. s.498

[24] A.g.e. s.432

[25] A.g.e. s.388

[26] A.g.e. s.471

[27] A.g.e. s386

[28] A.g.e. s.386

[29] A.g.e. s.391

[30] A.g.e. s.373

[31] A.g.e. s.252

[32] A.g.e. s.384

[33] A.g.e. s.494

[34] A.g.e. s.421

Bu haber toplam 706 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim