• İstanbul 14 °C
  • Ankara 21 °C

Prof. Dr. Rıdvan Canım: Mehmet Âkif Ersoy’un Şiir Coğrafyası

Prof. Dr. Rıdvan Canım: Mehmet Âkif Ersoy’un Şiir Coğrafyası
Bir sanatkârı tanımanın en iyi yolu, onu yazdıklarından tanımaktır.

Şair olsun, hikâyeci olsun, yahut ro­man yazarı olsun kuşkusuz her sanat eseri sonuç itiba­riyle elinden çıktığı yazarını anlatır. Bir sanat şaheseri olan “Safahat” da Akif’i en iyi tanıtan eserdir.[1] [2] Âkif’in seyahat ettiği yerler zaten merak ettiği yerlerdir. Eser­lerinde etkili bir anlatım yakalamak için, oraları gör­mek, o yerlerin havasını yaşamak istemiştir. Nazik bir dönemde bu tür görevler tehlikeli ve meşakkatlidir. Bu sebeple hiç de cazip değildir. Ancak Âkif, zorlukla­rı içindeki vatan sevgisiyle aşmış,hayatının büyük bir kısmını alan gezilerini gerçekleştirerek şiirlerine yan­sıtmıştır. (...)

Şiirlerinin kaynağı, tespitlerinin çıkış noktası ve ilha­mının özü olması bakımından seyahatlerinin değer­lendirilmesinde fayda vardır. Seyahat ettiği yerin du­rumuna, konumuna, gelişmişliğine, manevi değerine göre sanatçımıza etki ettiği, şiirlerine ilham kaynağı olduğu görülmektedir. İnce bir dikkat, titiz bir gözlem ve ayrıntıyı takipte hassas olan Akif, tüm bu yerleri dış ve iç güzellikleriyle, madde ve ruhuyla eserleri­ne yansıtmıştır. (Dr. Nazım Elmas; Mehmet Akif’in Dış Seyahatleri. Mehmet Akif Dönemi ve Çevresi. Türki­ye Yazarlar Birliği M.Akif Sempozyumu. Ankara 2008, s.140)

Âkif’in “gönül haritası”nı tesbit bakımından önemli ve hatta ilgi çekici sayılabile­cek böyle bir araştırmaya girerken doğrusu araştırmayı bitirdiğimde karşıma na­sıl bir tablonun çıkabileceğini önceden tam olarak kestiremezdim. O’nun ifadele­riyle “Şark”ın ve “Garb”ın önemli sayılabilecek coğrafyalarını adım adım gezmiş biri olarak Akif’in buralardan şiirine neleri taşımış olabileceğini düşündüm hep.. Bir seyahat yazarı olarak değil belki ama bir entelektüel olarak Âkif, bu diyarlara dair izlenimlerini “Safahat”ına nasıl yansıtmıştı? Bu sorunun cevabı aynı zamanda onun buraları gezerken kendisine neyi “derd” edindiğini de ortaya koyacaktı. Akif, “Süleymaniye Kürsüsünden” adlı şiirinde şunları söyler:

“-Beni kürsîde görüp, va’zedecek sanmayınız;

Ulemâdan değilim, şeklime aldanmayınız! Dînin ahkâmını zaten fukahânız söyler, Anlatırlar size bir müşkiliniz varsa eğer, Bana siz âlem-i islâmı sorun, söyliyeyim;

Çünkü hiçbir yeri yok gezmediğim, görmediğim.

Şark-ı Aksâ’dan alın, Magrib-i Aksâ’ya kadar, Müslüman yurdunu baştan başa kaç devrim var. Beni yormuştu bu yıllarca süren yolculuğun, Daha başlangıcı.. Lâkin gebereydim yorgun, O zaman belki devam eyleyemezdim yoluma;

Yoksa ârâm edemezdim. Bana zîrâ “Durma,

Yürü, azminde devam et..” diye vermezdi aman, Bir sadâ benliğimin fışkırıp a’mâkından.”

Onun bu mısralarından da anlıyoruz ki O’nu diyar diyar gezdiren bir sebep vardı. Biz de onu anlayabilmek için onun şiirleriyle birlikte aynı coğrafyalara yola koyul­duk. İlk gördüğümüz şey; Akif’in “Şark” ve “Garp” kavramlarını yoğun bir biçim­de kullandığı idi. Akif, Safahat’ında toplam 47 yerde “Şark” sözcüğünü kullanıyor.3 Şark sözcüğü bu metinlerde, Doğu dünyasının genelini karşılayan, bu coğrafya­da belirli, özel bir noktaya işaret etmeyen genel bir kavramdır. Bunun yanı sıra 3 yerde de “Asya” kelimesinin geçtiğini görüyoruz. Doğu dünyasında sözünü ettiği mekânlar bu kadar genel ve bunlarla sınırlı değildir. Meselâ yine Safahat’taki şi­irlerinde İran, Afganistan, Cava, Japonya4, Turan İli5, Kafkasya, Kırım, Rusya, Sibir-

ya, Türkistan, Taşkent, Buhara, Gazne[3], Hive, Semerkand, Çin, Mançurya, Hindis­tan, Lahor, Haydarâbad, Kaşgar, Serendip gibi mekânların şiirlerinde yer aldığını görüyoruz. Kuşkusuz Akif, adı geçen bütün bu coğrafyaların hepsini tek tek gez­mese de, gidip görmese de bu coğrafyalar onun ilgi alanı içinde ve buralarda yaşa­yan insanların sorunları ile haşır-neşirdir. Şiirlerinde en fazla kullandığı yer adı ola­rak “Şark”; Akif’in olduğu gibi aslında bütün “Doğu” toplumlarının kangren haline gelmiş, onulmaz bir yarasıdır. Bir vakitler dünyanın en büyük alimlerini, en değer­li sanatkârlarını, en meşhur siyaset ve devlet adamlarını, komutanlarını yetiştiren “Şark”, şimdi derin bir meskenetin kucağında tarihin derin uykularına dalmıştır.

Ne gördün, Şark’ çok gezdin? diyorlar, gördüğüm: yer yer Harâb iller; serilmiş hânümanlar; başsız ümmetler /s.500

dese de aslında büsbütün umutsuz da değildir. Bu milletin bağrından çıkacak üç beş imanlı kahraman dünyayı yeniden ayağa kaldıracaktır.

Titretirsin yine dünyayı, emin ol, tir tir;

Hele sen Şark'a o imanda beş on sine getir/s.464

Uyansın, gel ki, mızrabınla Şark’n dalgın eb'âdı,

Kıyâmetler koparsın her telin bir sesle feryâdı. /s.628

Şark, kavramıyla eşanlamlı olarak kullandığı “Asya” için de yüreğindekiler aynıdır.[4] Asya, “bizim yaka”dır ve baştan aşağı “matem”dir onun ifadesiyle :

Biraz da geçmeyi ister misin bizim yakaya?

Al işte bir günü mâtemsiz olmayan Asya!/s.373

İran, Safahat’da 10 yerde geçer.[5] Bir yerde de Sa’dî-i Şirazî dolayısıyla Şiraz’dan söz eder.[6] Onun nazarında İran’ın perişanlık açısından Anadolu’dan farkı yoktur.

Asırlardan beri İslâm coğrafyası üzerinde batılı güçlerin oynadıkları oyun aynıdır. Buna karşılık bu coğrafyalarda yaşayan Müslümanların hadiselere kayıtsızlığı ise deyim yerindeyse insanın kanını donduracak cinsten bir vurdumduymazlıktır.

İşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti!

İşte İran’ da taksim ediyorlar şimdi. /s.221

Arzı oynattı yerinden yıkılırken İran...

Belki bir kıl bile ürpermedi sizden, bu ne kan! /s.221

Şark’ta Afganistan[7] [8], Endonezya’ya bağlı Cava Adaları11, daha beride Kafkasya[9] ve Kırım[10] Rusya, Âkif’in ezelî ve ebedî hasmıdır. Bunu her fırsatta dile getirmek­ten çekinmez. Rusya zalimdir, zorbadır, bütün gücünü baskıdan alır. Safahat’da 7 yerde Rusya’dan söz eder Âkif..[11]

Sibirya, Rusya’ya nisbetle çok daha genel bir kavram olmakla birlikte sadece bir yerde anılmıştır.

Sibirya, Hiyve, Buhara, Kırım muhîtinde

Yaşarken ehl-i salîbin nüfûzu altında /s.319

“Türkistan”, bilindiği üzere “genel” bir coğrafyanın adı olup, ne dün ne de bugün harita üzerinde resmî bir karşılığı olmayıp, geçen asırlarda; Asya’daki Türklerin yaşadığı coğrafyaların genel adı olarak kullanılıyordu. “Türk Yurdu” anlamındaki Türkistan’ı Âkif de biraz bu anlamda kullanır. Ve şöyle der :

Yolu tuttum yalınız doğruca Türkistan'a

Gece gündüz yürüdüm bulmak için Taşkent’i /s.207

Âkif’in Safahat’taki şiirlerinde adını andığı Taşkent, Buhara, Semerkand[12] ve Hive[13], eski Türk yurtlarının en önemli kültür ve medeniyet merkezlerinden olup bugün Özbekistan sınırları içinde kalmıştır. Annesinin soy olarak uzandığı topraklardır bu­ralar. Çünkü annesi Emine Şerife Hanım, aslen Buharalı bir aileye mensuptur. Bu kökenlerine dair bir atıf görülmüyor şiirlerinde.. Nitekim babası da Kosova/İpekli olmasına rağmen bu bağlılığına bir gönderme görülmez şiirlerinde..

Buhara’ya ve Semerkand’a gelinceye kadar geçtiği, gezip gördüğü yerleri saymağa gerek duymadığını söyleyen Âkif, Buhara karşısında duygularını gizleyemez ve şun­ları söyler :[14] Buhara da Şark’ı kasıp kavuran zilletten nasibini almıştır ona göre :

O Buhâra, o mübârek, o muazzam toprak;

Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak / s.207

Tıpkı bir ilim şehri olan Buhara gibi, dünyanın rasadhaneler şehri olarak tanıdığı Semerkand da hurafelerin kucağında can çekişmektedir.

O rasadhâne-i dünyâ, o Semerkand bile;

Öyle dalmış ki hurâfâta o mâzisiyle / s.207

Âkif, Çin’den, Maçin’den, Çin seddinden daha çok “uzak” ama erişilmesi gereken bir yer olarak sözeder.[15] İslâm coğrafyasının devâsâ sınırlarını da gösterir bu..

Uzandı ansızın İspanya’nın eteklerine

Hicaz’, Çin’i düşün nerde? Nerdedir Pirene!/s.304

Bu seyahatları esnasında maksadının bütün Hindistan’ı baştan başa gezmek oldu­ğunu, ama kendisini gölge gibi takip eden polisler yüzünden bunu gerçekleştire­mediğini de söyler.

Hind'i baştan başa gezmekti murâdım, lâkin,

Nerde olsam, beni ta’kîbi yüzünden polisin, /s. 211

Âkif’e göre Hindistan’ın İslam alemi içerisinde çok özel bir yeri ve önemi vardır. Hind diyârı islâmın hassas kalbidir.

Hakikat ortada, ma'nâsı var mı evhamın?

Bilirsiniz ki: Mısır, kânât-ı islâmın

O sıska gövdesi üstünde âdetâ kafası;

Diyâr-ı Hind ise, göğsünde kalb-i hassası; /s.384

Şiirlerinde Hind, Sind, Hindistan, Hindistan’ın Haydarabad şehri ve bugün Seylan olarak bildiğimiz Serendip Adası19 çıkar karşımıza.. İstanbul’da “Kânûn-ı Esâsî”nin kabulünde Âkif, Hindistan’ın Haydarabad şehrindedir. Pakistan’ın Lahor şehrini ve burada yaşayanları yine onun şiirlerinde tanırız önce..

Başta âbânî sarık, tende hilâlî gömlek;

Belde Lahûr şalı, üstünde o som sırma yelek; /s.427

Doğu Türkistan’dan bugün pek kimsenin ilgi alanında olmasa da Kaşgar’dan söze- der bize Âkif yüz yıl önce..20

Arabistan[16] coğrafyası; Yemen’iyle[17], Hicaz’ıyla[18], Necid’iyle[19], Bedir’i[20], Ka’be’si[21], Medine’si[22], Irak’ı[23] ve Dicle’si[24] ile onun şiirlerinde bütün acılarıyla arz-ı endâm eder karşımızda.. Tihâme’nin Mekke olduğunu biz onun şiirlerinden öğreniriz.[25]

Akif’in yurt dışına yaptığı seyahatlerin ilki Mısır’a olmuştur. “Akif, bu seyahati ta­sarladığı bir şiiri yazmak amacıyla yapar. Bu şiir veda haccıdır. Hz.Peygamber’in son hutbesini şiire aktarmayı düşünmektedir. Niyetini Abbas Halim Paşa’ya açar. “Peygamberimizin veda haccını hikaye etmek ve onun son hutbesinde Müslü- manlara söylediklerini yazmak istiyorum” der. Paşa; “Niye bu bir an önce yazmı­yorsun?” sualini sorduğu zaman da ; “-Ben, demişti, hiç olmazsa Medine’yi ve Mekke’yi görmeliyim ki bunu yazabileyim.” Abbas Halim Paşa, Mısır ve Kahire’nin güneyindeki El-Uksur’u da görmesini tavsiye eder.

Mısır yolculuğu Ocak ayının ilk günlerinden başlar, Mart ayının ilk haftası sona erer. Yol güzergâhı şu şekildedir. İstanbul-Beyrut-Kahire-El_Uksur, Kahire-Medine- Şam-İstanbul.

Mehmed Akif, bu seyahatinin intibalarını Safahat’ın altıncı kitabında “El-Uksur’da” başlığı ile yayınlamıştır. Şiirde Nil vadisi, Mısır uygarlığından geriye kalanlar, İslam aleminin mahzun hali, batının şımarık tavrı anlatılmaktadır. Seyahat kısa sürmüş, veda haccını yazacak ortam oluşmamıştır.” (Dr. Nazım Elmas; Mehmet Akif’in Dış Seyahatleri. Mehmet Akif Dönemi ve Çevresi. Türkiye Yazarlar Birliği M.Akif Sem­pozyumu. Ankara 2008, s.141)

Mısır, Âif için her şey demektir.[26] Can dostu Mithat Cemal o günlere dair şunları naklediyor bize : “Akif Mısır’a gittiği zaman memleketinin bütün âbideleri onundu.

Bir kişinin olacak kadar küçülen servet onun gözünü kamaştıramazdı. Ve kolay paranın Mısır’daki coşkunluğunu Akif, arkasında hazinelerini bırakan adamın so­ğukkanlılığıyla seyretti. Çünkü İstanbul’da Süleymaniye Camii, çünkü Sivas’ta Key- kavus türbesi, bu sütunlar, bu kubbeler hep onundu. İstanbul’a döndüğü zaman Mısır’da görüştüğü adamların kasırlarından, bana, bir tek hikâye, bir tek renk, bir tek çizgi getirmedi. Salonlarının şeref mevkilerinde oturduğu prenslerin, ne vükelâ maaşlı mutfak nâzırlarını biliyordu, ne de Sudan’da onların otuz bin liralık kaplan avlarını.

O, bu hususi saraylardan cebinde iki şiirle döndü. Güneşin ve paranın insan etini pelteleştirdiği refah diyarında Firavun’un karşısına bir iskelet katılığıyla dikildi; ve bir iskeletin dudaksız dişleriyle Ehramlara en güzel lanetini haykırdı : “Firavunla yüzyüze” şiiri.

“Vatan cüdâ gibiyim ceddimin diyârında

Ne toprağında şu yurdun, ne cûybârında

Bir âşinâ sesi, yahud bir âşina izi var;

Sedâma beklediğim aksi vermiyor ovalar!”

Fakat Âkif, Mısır’da en temiz insanların her gün artan hürmetlerini görmüştü. Onu kendine müsâvi olarak, misafir eden Prens Abbas Halim, Âkif’in gıyâbında, Fuad Şemsi’ye diyordu ki; “Âkif, ne zaman olsa bir Abbas Halim bulur; fakat ben bir Âkif bulamam. O, benim için bir talihtir.”[27]

Nil Nehri de bütün hüznüyle Âkif’in Mısır günlerinin unutulmazları arasında yer alacaktır. Safahat’ın 7 yerinde Nil’i hatırlatır bize. [28] Süveyş[29] , Sina[30] ve Akdeniz[31] de ayrıca girer şiirlerine.. Şam, İslâm şehirlerinin tâcıdır. Onu da unutmaz elbet­te Âkif..[32]

Akif’in Necid yolculuğu Mayıs 1915’te başlamış ve Ekim 1915’te tamamlan- mıştır.Akif, bu seyahati de Teşkilat-ı Mahsusa adına yapmıştır. Necid yolculuğu Almanya’dan farklıdır. Burada iken, Osmanlı topraklarının geniş bir alanında in­celeme ve gözlem yapma imkânı bulmuştur. Bu yolculuk, İstanbul’dan Necid’e kadar sürerken tren hattının dışındaki yerler, Toroslarda mekkarelerle geçilmiş, Medine’den sonraki yerlere develerle gidilmiştir. Güzergah şöyledir: İstanbul, Pen­dik, İzmit, Şam, Medine, Bir-i Nasib, Vadi-i Hamiz, Hail, Teyme Köyü, El Muazzam Tren İstasyonu, Beyrut, Şam, İstanbul.

Âkif Afrika’yı da unutmaz.[33] Bütün bir Afrika’nın yanında özellikle Fas[34], Tunus[35], Cezayir[36] ve Sudan’da yaşayan Müslümanların içine düştükleri durum onu derin­den yaralar. Sudan’dan “Şu bizim Sudan” diye söz eder.[37]

Hesâba katmıyorum şimdilik bizim yakada

Sönen ocakları; lakin zavallı Afrika'da, /s.372

Garp, Âkif’in “Şark” sözcüğünden sonra Safahat’ında en fazla (27 kez) sözünü et­tiği kavramdır.[38] Tıpkı “Doğu” gibi “Batı”yı hiç kullanmamıştır. Ama buna karşılık

Safahat’ın 16 yerinde “Avrupa” sözcüğünü kullanır. [39]

Amerika[40], Avustralya[41], Kanada[42] ve İngiltere’den[43] başlayarak Almanya[44], Belçi­ka[45], Endülüs[46], İspanya, Rumeli[47], Balkanlar, Hersek[48], Bulgaristan[49], Arnavutluk[50], Yunanistan[51], Kosova[52], Makedonya[53] ülkeleriyle ve şehirleriyle Safahat’da çıkar karşımıza..

Akif’in Berlin seyahati, O’nun “Teşkilât-ı Mahsusa” bünyesinde devlet adına gö­revli olarak Almanya’ya yaptığı bir seyahattir. Aralık 1914 ile Mart 1915 tarihleri arasında yapılan bu seyahat üç ay sürmüştür. Bu seyahat Akif’in batıyı daha yakın­dan tanımasına vesile olmuştur. Berlin’de kaldığı günlerin intibalarını içeren asıl çalışması “Berlin Hatıraları” adını taşımaktadır.

Bilindiği gibi devlet idaresinin güçsüzlüğünden istifade eden Avrupa’nın “tek dişi kalmış canavarları” Osmanlı ülkesini yağma etmeye, talan etmeye başlarlar. Bal­kan savaşı başlı başına bir felâkettir. Bu savaşlarda yüz binlerce vatan evlâdı cep­hede şehâdet mertebesine yükselirken vatan toprakları da günden güne elden çı­kar. Savaşın açtığı yaralar tahammül edilmez sınırlara ulaşır. Bu felâketler karşısın­da ilk yükselen ses, her zaman olduğu gibi yine Âkif’indir :

Süngülenmiş, kanı donmuş, nice binlerle beden

Nice başlar nice kollar ki cüdâ cisminden.

Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkât

Sonra nâmûsuna kurbân edilen bunca hayât

Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler

Göğsü baltayla kırılmış memesiz vâlideler

Teki binlerce kesik gövdeye ait kümeler

Saç, kulak, el, çene, parmak.. bütün enkâz-ı beşer!

Bakalım yavrusu uğrar mı, deyip karnından

Canavarlar gibi şişlerle kızarmış nice can

Bu felâketler sonucunda millet binlerce evlâdını kara toprağın bağrına vermiş, taa Viyana kapılarına kadar dayanan Osmanlı toprakları üzerinde yeni yeni devletçik­ler ortaya çıkmıştı. Bu coğrafyada babasının doğduğu Arnavutluk da vardır. Rume- linin müslüman halkı büsbütün perişan olmuş, ümitsizlik, karamsarlık ve bitkin­lik insanları çepeçevre sarmıştır. Ne var ki bu kötü günlerde ümitsizliğe kapılma­yan biri vardı ve gezip dolaştığı yerlerde karşılaştığı insanlara hep şu ayet mealini okuyor, şöyle diyordu : “Allah’ın inâyetinden ümidinizi kesmeyin. Zîrâ, kâfirlerden başkası Allah’ın yardımından ümidini kesmez.(Yusuf Sûresi : 87.ayet) Bu ayetten aldığı ilhamla da;

“Âtîyi karanlık görerek azmi bırakmak

Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak”

mısralarını terennüm ediyordu. Bir yandan bunları söylerken bir yandan da vatan topraklarının bir bir elden çıkışı karşısında yeni nesilleri, yani gençliği nasihat yeri­ne şiddetle sarsmayı tercih eder :

Hayâta nerde görülmüş senin kadar sarılan?

Zorun gebermemek ancak ölümlü dünyada!

Değil hakîkatı mevtin, hayâli rüyâda

Dikilse karşına, hiç şüphe yok ödün patlar!

Düşün, hayata fedâ etmedik elinde ne var?

Şeref mi, şan mı, şehâmet mi, din mi, iman mı?

Vatan mı, hiss-i hamiyyet mi, hak mı, vicdan mı?

Mezar mı, türbe mi, ecdâdının kemikleri mi

l9l5’de Osmanlının üzerine çullanan Avrupalı çapulcuların hüsrana uğramasına en çok sevinen ve sevincini gizleyemeyen yine odur. Kurtuluş savaşı yılları yine bu büyük sanatkârın mücadelesine sahne olur. O, batı ile çetin bir hesaplaşmanın içe­risine girmiştir. Çanakkale destanı bu hesaplaşmanın manzum ifadesidir. Bu mü­cadelesi öncelikle Hak adına ve halkı adınadır. O, içte ve dışta devam eden yangın­ları ruhunda duyar.

Tükürün ehl-i sâlibin o hayâsız yüzüne!

Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne

Medeniyet denilen maskara mahlûku görün

Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!

derken de aynı düşünceler içerisindedir.

Şimdi de Âkif’ten bildiğiniz bazı mısralar nakletmek istiyorum sizlere... Şöyle di­yordu Âkif :

Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk

Bak nasıl doğranıyor ? Kalk, baba, kabrinden kalk!

Diriler koşmadı imdâdına, sen bâri yetiş...

Arnavutluk yanıyor...Hem bu sefer pek müthiş!

O ne yangın ki : ocak kalmadı söndürmediği

O ne tûfan ki : yakıp yıktı bütün vâdiyi!

Yoklasan külleri, altından, eminim, ancak, Kömür olmuş iki üç parça kemiktir çıkacak!

Baba! En sevgili annen, o senin öz vatanın Olacak mıydı feda hırsına üç kaltabanın ?

Dedemin sürdüğü, can ektiği toprak gitti...

Öyle bir gitti ki hem; bir daha gelmez ebedî!

Ne olurdun bunu kalkıp da göreydin acaba ? “Meşhed”in beynine haç saplanacak mıydı baba Ne felâket; dönüversin de mesâcid ahıra, Hırvat’ın askeri tepsin çıkıp üstünde hora!

...

Ya harîminde yatan şapkalı sarhoşlar kim ? Yoksa yanlış mı ? Hayır, söyleme bildim...Bildim ! Basacak mıydı, fakat, göğsüne Sırb’ın çarığı ?

Serilip yerlere binlerce şehidin sarığı, Silecek miydi en alçak neferin çizmesini ?

Dürtecek miydi geçen, leş gibi her limesini ?

Ya şu üç parçalı bayrak dikilirken tepene, Neye indirmedi, kim çıktı bu halkın önüne ? Hani, milletlere meydan okuyan kavm-i necîb Görmedim bir kişi, tek bir kişi meydanda ...Garîb

Bütün bunları yapanların kim olduğu bellidir ve yıllardır kapılarında bekleştiğimiz, huzurlarında yüz suyu döktüğümüz batılı devletlerdir, batılı milletlerdir. Akif’in acıları burada depreşir. Izdırapları burada iki katına çıkar. Şunu herkes bilmelidir ki Akif, hiç bir zaman “batı”ya şuursuz bir karşı çıkış içerisinde olmamış, tavır alma­mıştır. O batıyı çok iyi tanımış çok iyi etüd etmiştir. Şöyle der : “Avrupalılar zabtet- meyi kararlaştırdıkları memleketin ahalisi arasına evvelâ tefrika sokarlar, seneler­ce milleti birbiriyle boğuştururlar. Sersem ahali bu suretle yorgun düştükten sonra gelip çullanırlar. Bugün de bize karşı aynı siyaset kullanılıyor. Batının her yerdeki siyasetleri budur. Hindistan’da, Endülüs’te, Cezayir’de, İran’da hep böyle yaptılar. Takip ettikleri siyaset hep aynı siyasettir. Hiç değişmez.” Görüldüğü gibi bu ifadeler kendinden emin bir insanın tespitleridir.

Buraya kadar Akif’in yurt dışına seyahatlarından sözeettik. Başta İstanbul[54] ol­mak üzere ülkemizin çok sayıda şehrinin, bölgesinin Safahat’taki şiirlere girdiğini görüyoruz. İstanbul, doğduğu, tahsil gördüğü ve yetiştiği şehirdir. Bir çok semti arasında kuşkusuz adı en çok geçen yer dünyaya geldiği Fatih semtidir.[55] Şehza- debaşı[56], Yakacık[57], Heybeliada[58], Maltepe[59], Pendik[60], Kartal[61], Beşiktaş[62], Florya[63],

 

 

 
 
 

 

Haliç,[64] Yıldız[65], Dolmabahçe[66], İstanbul’un eski semtlerinden Tatavla[67], Üsküdar[68], Samatya[69], Kağıthâne[70], Kuzguncuk[71] adını Safahat’a yazdırabilmiş İstanbul’un ta­lihli semtleri arasındadır.

İstanbul dışında Akif’in ismini en çok andığı şehir Edirne’dir. Memauriyeti do­layısıyla gittiği Edirne onun üzerinde derin tesirler bırakır. Edirne’de yaklaşık 20 ay kalan Akif bu şehirde Ahmed Bâdî Efendi, Edirne Mebusu Şeref Bey ve şair Ömer Seyrî Efendi ile tanışma ve dostluklar kurma fırsatını bulur. Mithat Cemal, Akif’in Edirne günleri ile ilgili olarak şunları söyler : “Akif, Edirne’de her adımda vatan toprağı diye hakikaten bir toprak yığını görmekten duyduğu acıyı her adım­da “Sinan”ın mermerler saltanatını karşısında bularak azaltıyordu; ve bu mermer Edirne’ye kırk sene sonra da hicran duyacak; "... Edirne’de yirmi ay kaldım. Ancak pek toy, pek gençtim... Heyhat! Edirne’ye bir daha dönebilsem, lâkin böyle altmış iki yaşımdan sonra değil, hiç olmazsa on beş seneyi tarhederek dönebilsem!..12 Mayıs 1935”.[72] Tunca ve Meriç nehirleri, Balkan Harbi’nin Edirne/Sarayiçin’de sah­nelediği insanlık dışı muameleler unutulacak gibi değildir.

Sarayiçi'ndeki bîçâreler ki hepsi kadın.

Kenara vurmuş olan kısmıdır bu ecsâdın! /s.329

Edirne.. İşte o islâmın âhenîn sûru;

Edirne. İşte o Şark'ın cebîn-i mağrûru /s.328

Edirne. İşte o İstanbul'un demir kilidi;

Sefil ayakları altında Bulgar'ın şimdi! / s.328

Meriç'le Tunca'nın üstünde gördüğün kümeler

Nedir bilir misin? Enkaz-ı târümâr-ı beşer! /s.329

Amasra[73], Şile[74], Bartın[75], Çanakkale[76], İzmir[77], Karesi yani Balıkesir[78], Trabzon[79], Çamlıbel[80] ve Erzurum[81]; Âkif’i Safahat’ındaki şiirlerinde yer alan diğer şehirler ve yerleşim birimleridir.

Ancak burada şunu da eklemek gerekir ki Kastamonu, Konya, Burdur ve Bursa, An­takya, Adana ve Halep gibi şehirlerin Akif’in hayatında çok özel yeri olmakla birlik­te Safahat’taki şiirlerinde bu şehirlerimizi göremiyoruz.

Görüldüğü üzere Mehmed Âkif’in gönül coğrafyası Anadolu ile sınırlı değil­dir. Avrupa’nın en uzağından Asya’nın en ücra köşesine kadar, Rusya’dan, hatta Mançurya’dan Afrika çöllerine kadar uzanan devâsâ bir coğrafyadır bu.. Mithat Cemal, onun çok istediği halde İspanya ve Hindistan seyahatlarını gerçekleştire­mediğini söylüyor. Ama her şeye rağmen nerede bir Müslüman varsa Âkif’in yü­reği de yaşadıkça orada olmuştur. Bu bir tek Müslüman bile olsa.. Safahat’ın kar­şımıza çıkardığı atlas işte budur.

 

3 * * Şu son zamanda ziyâ’ın kadar ziyâ-ı elîm / İsâbet etmedi âfâk-ı Şark’a, İbrâhim! / s.92 * Tahayyül eyliyemezdim ki seyrden kalsın /Muhît-i Şark’ta cevlân eden o fikr-i hakîm! / s.93 * Sa’dî, o bizim Şark’ımızın rûh-i kemâli, /Bir ders-i hakîkat veriyor, işte me’âli : / s.96

* Hamâset-perverân-ı kavmi tuttun bir bir öldürdün, /Umûmen Şark’ı ağlattın, umûmen Garb’ı gül­dürdün. /s. 114

* Hayır, bu perde, bu Şark’ın bakılmayan yarası; /Bu, çehresindeki levsiyle yurda yüz karası; / s.150

* Mahalle kahvesi Şark’ın harîm-i kâtilidir; /Tamam o eski batakhâneler mukâbilidir. / s.151

* Bütün heyâkil-i san’at yetiştiren Şark’ın / Zemîn-i feyzi nasıl şûre-zâra döndü bakın.! / s.151

* Köprüler asma imiş Avrupa âfâkında... /Varsın olsun, o da bir şey mi? Bizim Şark’ın da, / s.193.

* Yoksa, Şark’ın bu zekî unsuru her feyzi alır / Müslümanlık gibi, mâhiyeti cidden yüksek. / s.213

* Dîn-i fıtrîdeki bir milleti irşâda ne var? /Daha yüksek mi acep Şark’ı ezen fıtratlar, / s.213

* Mütefekkir geçinenler ne diyor sizde bakın: / “Medeniyyete teâlîsi umûmen Şark’ın, /s.224

* Garb’ın efkârını mâl etmeli Şark’ın beyni / Duygular çıkmalı hep aynı kalıptan; yani: /s.225

* Tükürün cephe-i lâkaydına Şark’ın tükürün! / Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün! /s.242

* Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez, görgüden yok vâyesi; /Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermâyesi! /s.258

* Edirne.. İşte o islâmın âhenîn sûru; /Edirne... İşte o Şark’ın cebîn-i mağrûru /s.328

* Ey koca Şark, ey ebedî meskenet! / Sen de kımıldanmaya bir niyet et. /s.343

* Bilir misin ki senin Şark’a meyleden nazarın, / Birinci defa doğan fecridir zavallıların /s.375

* Zemîn-i Şark’ı mezâlim kasıp kavurdukça; / O kıpkızıl yüzü hâkin fezâya vurdukça; /s.375

* Şehâdet etmededir -Şark’a doğru dönmeli ki: / Sizin de Garb’ınızın hâtırât-ı nâ-pâki /s.375

* O annecikler için duyduğun hurâfeyi at! / Düşünme dest-i musâfâtı Şark’a doğr u uzat. /s.376

* Donanmamızla verip, sonra, Şark’ı velveleye, /Birinci hamlede bayrak diker Çanakkale’ye; / s.384

* Bulunur, neyse, nihayet balığın belkemiği /Şark’ın üç bin senedir, gün sayarak beklediği /s.491

* Şimdi, Âsım, bana müfrit de, ne istersen de, / Ma’rifetden de cüdâ Şark o faziletten de. /s.494

* Ne gördün, Şark’ı çok gezdin ? diyorlar. Gördüğüm yer yer /Harâb iller; serilmiş hânümanlar; başsız ümmetler / s.500

* Ne yapsın, nâ-ümîd olsun mu Şark’ın intibâhından /Perîşân ruhumuz, hâib dönerken bârgâhından / s.502

* Ne yapsam, neyle kurtarsam şu yatmış inleyen halkı? /Deyip, ezberde olsun, gezdiğin vâki midir Şark’ı? /s. 504

* Dünyada nasihat mı olur Şark’a müessir? /Binlerce musîbet, yine hâib, yine hâsir ! /s.511*

* Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı /Serâpâ Garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı ! /s. 521

* Ne bitmez bir geceymiş! Nerden etmiş Şark’ı istîlâ? /Değil canlar, cihanlar göçtü hilkatten, bunun, hâlâ. /s.522

* O “aydınlık” ki, sökmek bilmeyen ümmîd-i işrâkı /“Vücûdundan peşîmân, ölmek ister” sandığın Şark’ı /s.523

* Hayır! Şark’ın, o hodgâm olmayan Mecnûn-ı nâ-kâmın, /Bütün dünyâda bir Leylâ’sı var: Âtîsi islâmın /s.523

* Şark’ın ki mefâhir dolu, mâzî-i kemâli /Yâ Rab, ne onulmaz yaradır şimdiki hâli! /s.535

* Fevzâ bütün âfâkın sarmıştı zemînin, /Salgındı, bugün Şark’ı yıkan, tefrika derdi /s.548

* Nebilerin damarında damarlarındaki kan, /O kanda bir galeyan: Şark’a en temiz heyecan /s.565

* Eşikten atladığım gün değişti, lâkin, cev; /Kuşattı parçalanan Şark’ı bir duman, bir alev, /s.565

* Kim olur hiç o muvahhiç dem-i tenhâyîde, /O zaman Garp ile Şark gibi hâbîde ! /s. 590

* Şark, bir hufre-i nisyâna atar da öleni, /Öldürür sonra onun nâmını yâd eyleyeni /s.592

* Size öğretmededir Şark’ı da müsteşrıklar, /Utanın kukla kıyafetli beyinsiz şıklar ! /s. 592

* Zulmette kalan zemîn-i Şark’a /Saçtın yeniden semâ semâ nûr /s.603

* Süpürge yapsalar imkânı yok temizleyemez! /Bütün cihânı dolaş: Garb’ı, Şark’ı, her yeri gez.. /s.621

* Yanık bağrında, yıllardır, kanar mızrabının yâdı, /Gel ey bîçâre Şark’ın, Şark’a küsmüş gitmiş evlâdı /s.628

* Gezen lâkayd ayaklardı bugün kudsî harîminde, /Nasıl nâ-mahrem izler var görürsün Şark’a bir in de. /s.628

* Bu çöl, tufanlar ister cevv-i san’attan ki ürpersin /Sen ey dâhîsi Şark’ın, yoksa bir yağmur mu bekler­sin? /s.629

* Gel ey Peygamber’in fevka’l-beşer fıtratta evlâdı /Uyansın, gel ki, mızrabınla Şark’ın dalgın eb’âdı /s.629

4 * Nöbetle bekleşiyorlar. Acep içinde ne var? /“Caponya’dan gelen, insan suratlı bir canavar!” / s.77

5 * “Tûran İli” nâmıyle bir efsâne edindik; /“Efsâne, fakat, gâye” deyip az mı didindik? /s.512

19* * “Âh biz hayra yarar unsur-i iman değiliz /Hind’in islâmını pek Türk’e kıyâs etmeyiniz. / s.212

* Bütün hazâini Hind’in, o muhteşem yurdun, /Gider de hırsını teskîne üç şakî lordun; / s.373

* Hülâsa, Hind ile Sind’in serâb-ı mâzîsi /Duman duman tütüyor her harâbeden hissi!” /s.563

* Haydarâbad’a yetiştim ki, bütün Hindistan, /“Verdi kanûn-ı esâsîyi nihâyet sultan!” /s. 214

* Tunus’ta, Fas’ta, Cezayir’de, Çin’de, İran’da, /*Cava’yla, hıtta-i Hindî’de, belki Afgan’da. /s.318

* Habeşli, Hiyveli, Kaşgarlı yerli, Hersekli, /Serendib’in, Cava’nın, Magrib’in bütün şekli: /s.392

* Evet, şu önde duran ihtiyar Serendibli, /Ya arka saflara düşmüş zavallı Magribli; /s.395

* Serendibler şu sahiller mi? Cûdiler bu dağlar mı? /Bu iklîmin mi İbrahime yol gösterdi ecrâmı /s.501

* Haydarâbad’a giderken, beni teşyîe gelen /Mîzebânın ne hazin çıktı şu ses kalbinden / s.212

* Haydarâbad’a yetiştim ki, bütün Hindistan, / “Verdi kanûn-ı esâsîyi nihâyet sultan!” /s. 214

* Ne gördüm, oh! Serilmiş zemîne Sudanlı... /Başında, ağlayarak bir zavallı Seylanlı,

Öpüp öpüp kapıyor elleriyle gözlerini. /s.397

20 * Habeşli, Hiyveli, Kaşgarlı yerli, Hersekli, /Serendib’in, Cava’nın, Magrib’in bütün şekli: /s.392

 

Mehmet Âkif Bilgi Şölenleri’nin dördüncüsünde sunulan bildirilerden oluşan ve 2010 yılında basılan kitap Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezinin beşinci kitabı.
 
 

[1] Atatürk Üniversitesi K.K.Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi - ERZU­RUM

[2] M.Akif Ersoy; Safahat. (Milletimizin, Dilimizin ve İstiklâlimizin Şairi. Ankara Büyükşehir Belediyesi Eğitim ve Kültür Dairesi Baş­kanlığı. Ankara 2004, 631 s. (Metindeki beyit numaraları bu esere göre verilmiştir.)

[3] * Gelirdi hep bana: “Mısr'ın, Irak'ın, İran'ın, /Tihâme'nin, Yemen'in, Gazne'nin, Buhâra'nın /s.563

[4] * Medenî Avrupa'nın dâmen-i irfânında; /Asya'nın belki o kumluk Arabistan'ında. / s.217

* Kadın, erkek koşuyor borç ederek Avrupa'ya.. /Sapa düşmekte sizin şıklara, zannım, Asya! / s.219

* Biraz da geçmeyi ister misin bizim yakaya? /Al işte bir günü mâtemsiz olmayan Asya! /s.373

[5] * Bu müdhiş velvelen İran'ı dâim inletir sanma /“Muzaffersin!” diyen sesler bütün hâindir, aldan­ma. /s..112.

* O, birçok memleket vîrân edip yaptırdığın eyvan /Harâb olmaz mı ? Kabristana dönmüşken bütün İran? /s.113

* Evet, İran'ı kabristan'a döndürdün, helâk ettin; /Kefen yaptın girîbân-ı ümîdi çâk çâk ettin! /s. 113

* Hayır, hiçbir gülen yok, sızlıyor Garb'ın da vicdânı, /Görüp ecsâd-ı mazlûmîne meşher hâk-i İran'ı!

/ s. 114

* Kimi Garb'ın yalınız fuhşuna hasbî simsar; /Kimi, İran malı der, köhne alır, hurda satar! /s.227

* Tunus'ta, Fas'ta, Cezayir'de, Çin'de, İran'da, /Cava'yla, hıtta-i Hindî'de, belki Afgan'da. /s.318

* Gelirdi hep bana: “Mısr'ın, Irak'ın, İran'ın, /Tihâme'nin, Yemen'in, Gazne'nin, Buhâra'nın /s.563

[6] * Şîrâzîdir iç âfiyetle! / Olsun şu da hatırında lâkin:

Bir tömbekidir bugünkü feyzi / Sa'dî'yi yetiştiren o hâkin. /s.588

10* Tunus’ta, Fas’ta, Cezayir’de, Çin’de, İran’da, /Cava’yla, hıtta-i Hindî’de, belki Afgan’da. /s.318

* Evet, o koskoca âlem... Tunuslu, Afgan lı, /Transvalli, Buhâralı, Çinli, Sudanlı.. /s.392

[8] * Tunus’ta, Fas’ta, Cezayir’de, Çin’de, İran’da, /Cava’yla, hıtta-i Hindî’de, belki Afgan’da. /s.318

* Habeşli, Hiyveli, Kaşgarlı yerli, Hersekli, /Serendib’in, Cava’nın, Magrib’in bütün şekli: /s.392

[9] * Bilir misin ne kadar anne var bugün, yasta, /Tunus’ta, sonra Cezayir’de, sonra Kafkas’ta /s.372

* Harekâtın görüyorsun ya, Hocam, en kolayı, /Yalnayak Kafkas’ı tutmak, baş açık Sînâ’yı! /s.473

[10] * Sibirya, Hiyve, Buhara, Kırım muhîtinde /Yaşarken ehl-i salîbin nüfûzu altında /s.319

[11] * Bir zamanlar yine İstanbul’a gelmiştim ben. / Hâle baktıkça fakat, ümmetin âtîsinden, Pek derin ye’se düşüp Rusya’ya geçtim tekrar. / s.201

* O zaman Rusya’da hâkimdi yaman bir tazyik.. / Zulmü sevdirmek için var mı ya bir başka tarik? / s.203

* Rusya’dayken beni gördükçe gelin, derdi: “İmam / Oku sen yoksa işin. Öldü sizin hasta adam! /s.216

* O benim en ebedî hasmım olan Rusya bile / Hakkı teslîm edelim! Hiç de değildir böyle. /s.227

* Sonra bir tarz-ı telâfî bulurum; gerçi garîb- / Konturat akdederek Rusya’dan on onbeş edib, /s.227

* Sürüklenip karakışlarda Varna sâhiline / Sefînelerle taşınmakta Rusya sahiline. /s.382

[12] * Geçtiğim yerleri ta’dâda mahal yok şimdi /Uzanıp sonra Buhara’ya, Semerkand’e kadar; / s.207

* O rasadhâne-i dünyâ, o Semerkand bile; / Öyle dalmış ki hurâfâta o mâzisiyle / s.207

[13] * Sibirya, Hiyve, Buhara, Kırım muhîtinde /Yaşarken ehl-i salîbin nüfûzu altında /s.319

* Habeşli, Hiyveli, Kaşgarlı yerli, Hersekli, /Serendib’in, Cava’nın, Magrib’in bütün şekli: /s.392

[14] * Geçtiğim yerleri ta’dâda mahal yok şimdi / Uzanıp sonra Buhara’ya, Semerkand’e kadar; / s.207

* Çekecek memleketin hâli ne olmaz, düşünün /Sayısız medrese var gerçi Buhâra’da bugün .. / s.208

* Sibirya, Hiyve, Buhara, Kırım muhîtinde /Yaşarken ehl-i salîbin nüfûzu altında /s.319

* Evet, o koskoca âlem... Tunuslu, Afganlı, /Transvalli, Buhâralı, Çinli, Sudanlı.. /s.392

* Gelirdi hep bana: “Mısr’ın, Irak’ın, İran’ın, /Tihâme’nin, Yemen’in, Gazne’nin, Buhâra’nın /s.563

[15] * Görenek hem yalınız Çin’de mi salgın; nerde! /Hep musâb âlem-i İslam o devâsız derde. / s.209

* Getirin Magrib-i Aksâ’daki bir müslümanı; /Bir de Çin sûrunun altında uzanmış yatanı; / s.209

* Yalınız, hepsi de hürmetle anar nâmınızı. /Hiç unutmam, sarılıp hırkama bir Çinli kızı, /s.210

* Dayandı bir ucu tâ Sedd-i Çîn’e; diğer ucu, /Aşıp bulut gibi, binlerle yükselen burcu. /s.304

* Uzandı ansızın İspanya’nın eteklerine /Hicaz’ı, Çin’i düşün nerde? Nerdedir Pirene! /s.304

* Tunus’ta, Fas’ta, Cezayir’de, Çin’de, İran’da, /Cava’yla, hıtta-i Hindî’de, belki Afgan’da. /s.318

* Evet, o koskoca âlem. Tunuslu, Afganlı, /Transvalli, Buhâralı, Çinli, Sudanlı.. /s.392

* Altı aylık yolu, dağ taş demeyip çiğneyerek /Çin-i Maçin’deki bir ilmi gidip öğrenerek /s.439

* Çin’de, Mançurya’da din bir görenek, başka değil. /Müslüman unsuru gayet geri, gayet cahil. / s.209

[16] * Medenî Avrupa’nın dâmen-i irfânında; /Asya’nın belki o kumluk Arabistan’ında. / s.217, 600

[17] * Zavallının büyük evlâdı öldü askerde ; /İkinci oğlu da sürgün Yemen’de bir yerde. / s.119

* Ne için ağladı? Bilmem. Şunu duydum yalınız: /-Âh bir kerre gelip görse Yemen’den babanız!.. / s.125

* Gelirdi hep bana: “Mısr’ın, Irak’ın, İran’ın, /Tihâme’nin, Yemen’in, Gazne’nin, Buhâra’nın /s.563

[18] * Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz’ın /Âteşli muhîtindeki sûzişli niyâzın, /s.251

* Uzandı ansızın İspanya’nın eteklerine /Hicaz’ı, Çin’i düşün nerde? Nerdedir Pirene! /s.304

[19] * Necd’in a’mâkına dalmış iki aydan beridir /Koca bir kafile Mecnun gibi hâib, hâsir. /s.390

[20] * Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhîdi... /Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi /s.476

[21] * Dört taraftan akın etmiş de, nasıl çepçevre, /Saracaklarsa yarın Ka’be’yi huccâc-ı kirâm; /s.544

* Yerinde yeller esen ma’bedim mi, türbem mi? Civârı çöl kadar ıssız harîm-i Kâ’bem mi? /s.567

[22] * Geldik artık Medine haricine; Bir çadır gördü, durdu kaldı yine. / s. 127

* Medîne halkını üryan bırak, Mısır’da dolaş.. Gazâ! Gazâ ! diye git soy cihânı, gel paylaş! / s.129

* Medîne’nin dalarak münhanî sokaklarına /Dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarına. / s.129

[23] * Gelirdi hep bana: “Mısr’ın, Irak’ın, İran’ın, /Tihâme’nin, Yemen’in, Gazne’nin, Buhâra’nın /s.563

[24] * Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu / Gelir de adl-i ilâhî sorar Ömer’den onu! / s. 130

[25] * Gelirdi hep bana: “Mısr’ın, Irak’ın, İran’ın, /Tihâme’nin, Yemen’in, Gazne’nin, Buhâra’nın /s.563

[26] * Medîne halkını üryan bırak, Mısır’da dolaş.. /Gazâ! Gazâ ! diye git soy cihânı, gel paylaş! / s.129

* Hakikat ortada, ma’nâsı var mı evhamın? /Bilirsiniz ki: Mısır, kânât-ı islâmın

O sıska gövdesi üstünde âdetâ kafası; /Diyâr-ı Hind ise, göğsünde kalb-i hassası; /s.384

* Galiba söylediğim yoktu? Evet, hiç yoktu: /Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abdu /s.492

* Ne yüzle söyleyebilsin : Şerîk-i hüsrânı! /Bileydim, ey koca Mısır’ın ilâh-ı üryânı!/s.532

* Gelirdi hep bana: “Mısr’ın, Irak’ın, İran’ın, /Tihâme’nin, Yemen’in, Gazne’nin, Buhâra’nın /s.563

[27] Mithat Cemal; Ölümünün 50.Yılında Mehmed Âkif. Türkiye İş Bankası Kültür Yay. Ankara 1986, s.126.

[28] * O, Nîl’i koynuna çekmiş yeşillenen vâdî /-Ki yok hazân safahâtında ömrünün ebedî /s.354

* Ki Nil’i şarkına almış da garba geçmişti /Ufukta son lemeatıyla parlıyor şimdi. /s.354

* Gülümsüyor beriden gölgeler döküp Nîl’e, /Otel binaları etvâr-ı imtinânıyle; /s.355

* Biraz geçince, şuâ’ât-vâpesîniyle, /Dikildi geldi de karşımda, ansızın Nîl’e, /s.358

* -Ki çok zaman kalacak sandım imtidâdından /Beş on dakîkada Nîl’in silindi yâdından ! /s.358

* Değişti çehresi Nîl’in : Önümde az kumral; /Deminki zıll-i sütûnun yerinde pek koyu al; /s.358

* Bugün, sütunlarının küskün ihtişâmıyle, /Ne ser-nigûn oluvermiş, aman bakın Nîl’e / s.524

[29] * Süveyş’i yardı herif. Akdeniz’le Şab denizi /Bitişdi. Öyle ya, bizler de kendi fikrimizi /s.310

* Süveyş’in ağzına heykel nasıl dikilmişse, / Beka-yı nâmını te’yîd için “dö Lesseps”e; /s.311

* Kıyâs-ı fâside bir kerre eyleyin dikkat: /Süveyş’i açtı herif. Doğru. Neyle açtı fakat? / s.311

[30] * Harekâtın görüyorsun ya, Hocam, en kolayı, /Yalnayak Kafkas’ı tutmak, baş açık Sînâ’yı! /s.473

[31] * Süveyş’i yardı herif. Akdeniz’le Şab denizi /Bitişdi. Öyle ya, bizler de kendi fikrimizi /s.310

[32] * Derler ki: Ümeyye’den Hişam’ın / Devrinde, yakınlarında Şâm’ın, / s.146

* Vaktâ ki girer şüyûh Şâm’a, /Derhal haber gider Hişâm’a. / s.147

* Tarîk-ı Şam’ı tutup doğru “Surg”a indi Ömer. /Ebû Ubeyde hemen koştu almasıyla haber. /s.302

[33] * Ey Heybeli iklîmine kıştan çekilenler /Ey Afrika temmûzunu efsâne bilenler! /s.547

[34] * İşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti! /İşte İran’ı da taksim ediyorlar şimdi. /s.221

* Tunus’ta, Fas’ta, Cezayir’de, Çin’de, İran’da, /Cava’yla, hıtta-i Hindî’de, belki Afgan’da. /s.318

[35] * Bilir misin ne kadar anne var bugün, yasta, /Tunus’ta, sonra Cezayir’de, sonra Kafkas’ta /s.372

* İşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti! /İşte İran’ı da taksim ediyorlar şimdi. /s.221

* Tunus’ta, Fas’ta, Cezayir’de, Çin’de, İran’da, /Cava’yla, hıtta-i Hindî’de, belki Afgan’da. /s.318

* Evet, o koskoca âlem. Tunuslu, Afganlı, /Transvalli, Buhâralı, Çinli, Sudanlı.. /s.392

[36] * İşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti! /İşte İran’ı da taksim ediyorlar şimdi. /s.221

* Tunus’ta, Fas’ta, Cezayir’de, Çin’de, İran’da, /Cava’yla, hıtta-i Hindî’de, belki Afgan’da. /s.318

* Bilir misin ne kadar anne var bugün, yasta, /Tunus’ta, sonra Cezayir’de, sonra Kafkas’ta /s.372

[37] * Evet, o koskoca âlem. Tunuslu, Afganlı, /Transvalli, Buhâralı, Çinli, Sudanlı.. /s.392

* Yıkıldı hepsi. Ben aştım diyâr-ı Sudan’ı, /“Üç ay ‘Tihâme!’ deyip çiğnedim beyâbânı. /s.397

* Ne gördüm, oh! Serilmiş zemîne Sudanlı. /Başında, ağlayarak bir zavallı Seylanlı,

* Öpüp öpüp kapıyor elleriyle gözlerini. /s.397

* Gidelim bir yere, hatta şu bizim Sudan’a; /Yeni bir medrese tesis edelim urbâna /s.492

[38] * Hamâset-perverân-ı kavmi tuttun bir bir öldürdün, /Umûmen Şark’ı ağlattın, umûmen Garb’ı gül­dürdün. s. 114

* Hayır, hiçbir gülen yok, sızlıyor Garb’ın da vicdânı, /Görüp ecsâd-ı mazlûmîne meşher hâk-i İran’ı! / s. 114

* Rûh-ı edyânı görür, hikmet-i Kur’an’ı bilir /Ulemâ var ki: Huzûrunda bugün Garp eğilir. / s.212

* Garb’ın almışsa herif, ilmini almış yalnız, /Bakıyorsun: Eli san’atlı, fakat, tırnaksız! / s.212

* Garb’ın efkârını mâl etmeli Şark’ın beyni /Duygular çıkmalı hep aynı kalıptan; yani: /s.225

* İçtimâî, edebî, hâsılı her meselede, /Garb’ı taklîd edemezsek, ne desek beyhûde. /s.225

* Kimi Garb’ın yalınız fuhşuna hasbî simsar; /Kimi, İran malı der, köhne alır, hurda satar! /s.227

* Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini. /Veriniz hem de mesâînizeson sür’atini /s.231

* Hele i’lânı zamanında şu mel’un harbin, /“Bize efkâr-ı umûmiyyesi lâzım Garb’ın; /s.242

* Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez, görgüden yok vâyesi; /Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermâyesi! /s.258

* Bakın mücâhid olan Garb’a şimdi bir kere: /Havaya hükmediyor kani olmuyor da yere. /s.294

* Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri, /Üzengi öpmeye hasrettiGarb’ın elçileri! /s.299

* Bu inkılâbı henüz rûhu duymadan Garb’ın /Kuşattı satveti dünyayı bir avuç Arab’ın! / s.304

* Korkuyorum Garb’ın elinden yarın /Kalmayacak çekmediğin mel’anet. /s.343

* Şehâdet etmededir -Şark’a doğru dönmeli ki: /Sizin de Garb’ınızın hâtırât-ı nâ-pâki /s.375

* Nedense duymadı Garb’ın o hisli vicdânı /Hurûşu sîne-i a’sârı inleten bu kanı! /s.375

* Bu cihetten, hani, hiç yılmasın, oğlum, gözünüz; /Sade Garb’ın, yalınız ilmine dönsün yüzünüz /s.495

* Musallat, hiç göz açtırmaz da Garb’ın kanlı kâbusu, /Asırlar var ki, İslâmın muattal, beyni, bâzûsu /s.500

* Ne hüsrandır ki: Şarkın ben vefâsız, kansız evlâdı /Serâpâ Garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı ! /s. 521

* Evet, bizim medenî Garb’ın ilk işittiği ses, /Çölün yanık yüreğinden kopup gelen bu nefes, /s.563

* Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar; /Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var /s.573

* Kim olur hiç o muvahhiç dem-i tenhâyîde, /O zaman Garp ile Şark gibi hâbîde ! /s. 590

* Fuzalâ Garp’ta binlerce sayılmakta iken /Kadr ü kıymetleri âsûdedir eksilmekten /s.592

* Bizde ölmüş fuzalânın çoğu hatta gidiyor, /Buluyor Garp’ta âsârı gibi feyz-i nüşûr /s.592

* Ben beş on meclisinin mahremi oldukda dedim: /“Böyle bir şey olacak Garp’taki ispirtizm.!” /s.595

* Nedir o serveti Garb’ın ya bankalar dolusu? /Tabiatiyle olur : Çünkü işliyor balosu. /s.619

* Süpürge yapsalar imkânı yok temizleyemez! /Bütün cihânı dolaş: Garb’ı, Şark’ı, her yeri gez.. /s.621

[39] * Köprüler asma imiş Avrupa âfâkında. /Varsın olsun, o da bir şey mi? Bizim Şark’ın da, / s.193.

* Düşünen her kafanın mutlak ezilmekti sonu! /Medenî Avrupa, bilmem, niye görmezdi bunu? / s.203

* Ruble tahsîs ile sevkeylediler Avrupa’ya; /Pek fedâkâr idi hemşehrilerim doğrusu ya. / s.205

* Yalınız, ehline gitsin bu emekler.. Olur a, /İş bizim Avrupa yârânına benzer sonra! / s.205

* Al okut, Avrupa tahsili desinler, gönder; /Servetinden bölerek nâ-mütenâhî para ver; /s.206

* Medenî Avrupa’nın dâmen-i irfânında; /Asya’nın belki o kumluk Arabistan’ında. / s.217

* Kadın, erkek koşuyor borç ederek Avrupa’ya.. /Sapa düşmekte sizin şıklara, zannım, Asya_!_/ s.219

* Bakarak hangi zeminden yürümüş Avrupalı /Aynı izden sağa, yahud sola hiç sapmamalı /s.225

* Yâhud ahmak. İkisinden bilmem hangisidir? /Sanıyorlar ki: “Bugün Avrupa tekmil kâfir. /s.230

* O halde biz dahi ettik: “Yehâfü oldu”. Evet! /Ne yapsa Avrupa, bizlerce asl olan hareket: /s.274

* Siyasetin kanı: Servet, hayâtı: Satvettir, /Zebun küş Avrupa bir hak tanır ki; Kuvvettir /s.299

* Bu, yanmadık yeri kalmışsa, kağşamış yurda /Meğerse Avrupa kundak sokar dururmuş da, /s.383

* Koşarken Avrupa ta’cîle ihtizârımızı; /İçerde bir sürü hâin kazar mezarımızı; /s.383

* Biz ne müftî, ne imam istemişiz Avrupa’dan /Ne de ukbâda şefâat dileriz Rimpapa’dan /s.437

* Medenî Avrupa’nın dâmen-i irfânında /Asya’nın belki o kumluk Arabistan’ında, /s.600

* Gezmeyin ortada, oğlum, sokulun bir sapaya, /Varsa imkânı, yarın avdet edin Avrupa’ya /s.493

[40] * Zevâli beş geçe, Boston’dan ayrılınca tren, /Vagonda volta vuranlar dağıldılar birden /s.561

[41] * Yedi iklîmi cihânın duruyor karşında /Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada! /s.474

[42] * Yedi iklîmi cihânın duruyor karşında /Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada! /s.474

[43] * Hele hayran kalır insan yetişen gençlere de : /Bunların birçoğu tahsîl eder İngiltere’de; / s.212

* Hani tezgâhınız nerde? Sanayi nerde? /Ya Brüksel’de, ya Berlin’de, ya Mançester’de /s.437

[44] * Deyip kararını vermiş ki, aynen icrâya /Konunca ortaya çıkmış, bugünkü Almanya /s.316

* Mahalle kahvesi. Berlin. Münâsebet mi dedin? /Fakat ricâ ederim, dinleyin, inâyet edin: /s.360

* Geçende haylice kar yağdı Berlin’in içine; /Bıcık bıcık olacakken takır takırdı yine! /s.366

* Hani tezgâhınız nerde? Sanayi nerde? /Ya Brüksel’de, ya Berlin’de, ya Mançester’de /s.437

* İnkılâbın yolu mâdem ki bu yoldur yalınız /Nerdesin hey gidi Berlin? diyerek yollanınız /s.496

* Ne der, bilir misiniz? Hem de öyledir inanın: / “Muallem ordusudur harbeden Prusyalının; / s.316

[45] * Bir yıkık köprü için Belçika’dan kalfa gelir; /Hekimin hâzıkı bilmem nereden celbedilir. /s.437

* Hani tezgâhınız nerde? Sanayi nerde? /Ya Brüksel’de, ya Berlin’de, ya Mançester’de /s.437

[46] * Endülüs_tâcı elinden alınan bahtı kara, /Savuşurken, o güzel mülkü verip agyâra, /s.224

* Uzandı ansızın İspanya’nın eteklerine /Hicaz’ı, Çin’i düşün nerde? Nerdedir Pirene! /s.304

[47] * Çatırdamakla bütün hânümânının temeli: /Alev, saçaklara sarmış. Yerinde yok Rumeli! /s.382

* Yükselerek kuş gibi Balkanlara /Öyle satır at ki kuduz Bulgar’a /s.615

* Domuz çobanları “Balkan’da hânedân-ı vakur! /O hânedânlar, o beyler bütün bütün makhûr. /s.382

* Balkan’ı bildin mi nedir hemşeri? /Sevgili ecdâdının en son yeri. /s.615

* Balkan’ın üstünde sızan her pınar /Bir yaradır, durmaz içinden kanar /s.615

[48] * Habeşli, Hiyveli, Kaşgarlı yerli, Hersekli, /Serendib’in, Cava’nın, Magrib’in bütün şekli: /s.392

[49] * Fark olunmazdı Kızanlık’taki güllüklerden! /Bu dayak faslı da aç karnına bilmem nerden? /s.404

* Sürüklenip karakışlarda Varna sâhiline /Sefînelerle taşınmakta Rusya sahiline. /s.382

[50] * Diriler koşmadı imdâdına, sen bâri yetiş. /Arnavutluk yanıyor. Hem bu sefer pek müdhiş! /s.244

* “Arnavutluk” ne demek? Var mı şeraitte yeri? /Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri! /s.247

* Yarım pabuçla gezen, donsuz üç buçuk zibidi, /Bir Arnavudluğu kaldırır mı idi isyâna /s.316

[51] * Gümülcine’yle havâlisidir ki, bir canavar /Bu mel’anetleri yapmaz - meğer ki Bulgarlar! /s.330

* Selânik’in, Siroz’un, bak, o nâmdâr ovası, /Kimin elinde bugün, hangi haydudun yuvası? / s.334

[52] * -Nedir uzakta nümâyân olan şu ıssız ova? /Ki pek hazin duruyor? -Biliyor musun? Kosova! /s.331

* Nerde olsam çıkıyor karşıma bir kanlı ova. /Sen misin, yoksa hayâlin mi? Vefâsız Kosova! /s.245

* Ne reng-i muzlime girmiş o yemyeşil Kosova! /Şimale doğru bütün Pirzerin, İpek, Yakova, /s.332

* İpek’in köylüsü, ümmî, yarı vahşî bir adam. /Bari yamyam de! Ne mâni ki, evet, ak yamyam! /s.406

[53] * Şişip şişip gidiyorsun, değil mi, ey Vardar? /Ya boğduğun kadının, erkeğin hesabı mı var! /s.333

[54] * Götür İstanbul’a bir yerde bırak ki: Gurebâ, /-Kimsenin onlara aldırmadığı bir sırada- / s.44

* Tuttum İstanbul’a doğru yolu âvâre-misâl /Öyle bir hâl-i garâbetle ki tasvîri muhâl /s.593

* Bizim mahalle de İstanbul’un kenarı demek: /Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek! / s.52

* Bir zamanlar yine İstanbul’a gelmiştim ben. /Hâle baktıkça fakat, ümmetin âtisinden,

* Pek derin ye’se düşüp Rusya’ya geçtim tekrar. / s.201

* Görüyordum, iki üç bin mil açıktan bakarak, /Şu sizin kapkara İstanbul’u, kardan daha ak. /s.215

* Kim fenâ söyledi? İstanbul’a sormuştuk da. /Oflu tedrîc ile bağdaş kurarak koltukda /s.463

* Bir de İstanbul’a geldim ki: Bütün çarşı, Pazar /Na’dan çalkanıyor! Öyle ya.. Hürriyet var! /s.217

* Edirne. İşte o İstanbul’un demir kilidi; /Sefil ayakları altında Bulgar’ın şimdi! / s.328

* -Bütün İstanbul’un ağzında gezen elleriniz, /Bize nâz etmese olmaz mı efendim? Veriniz /s.403

[55] * Göründü; Fatih’e gelmiştim anladım, azıcık /Gidince ma’bede baktım ki bekliyor uyanık! / s.37

* Bizim çocuk, yaramaz, evde dinlenip durmaz; /Geçende Fatih’e çıktık ikindi üstü biraz. / s.54

* Dedim ki: Fatih’e çıksam yavaşça, bir yanda /Durup o alemi seyreylesem de meydanda / s.77

* Gelin de bayramı Fatih’de seyredin, zîrâ /Hayâle, hâtıra sığmaz o herc ü merc-i safâ, / s.77

* -Gidip de öğleyi Fatih’de kılmak istiyorum; /Gelir misin? Hadi? Artık üşenmeden ne zorum, /s.269

* Ne var inadına etsen de bir sefer galebe, /Benimle Fatih’e gelsen. - Al işte geldim be! /s.270

[56] * Hikmet’in hânesi Şehzadebaşı’ndaydı ki, biz, /Doludur halk ile zannetmiş idik her ikimiz /s.593

[57] * Demek, şu arsada ot bitse nev-bahâr olacak. /Ne var gidip Yakacık’larda dem-güzâr olacak? / s. 117

[58] * Bir, Heybeli derler -bileceksin- ada vardır /Etrafı da az çok ona benzer adalardır. /s.546

* Ben Heybeli’den vazgeçerim şimdilik, ancak, /Üç beş gün için pek hoş olur Remle’de kalmak /s.547 * Hatırlamadın Heybeli’den geçmeyi, heyhât!.. /Gûyâ edecektin, hani, takdîm-i tahiyyât /s.625

* Ey Heybeli iklîmine kıştan çekilenler /Ey Afrika temmûzunu efsâne bilenler! /s.547

[59] * Ey yağ gibi üç çifte kayıklarla kayanlar /Ey Maltepe’den Pendik’i bir hamle sayanlar! /s.547

[60] * Ey yağ gibi üç çifte kayıklarla kayanlar /Ey Maltepe’den Pendik’i bir hamle sayanlar! /s.547

[61] * Sorma, Kartal’da idim ben de bu Çarşamba günü /Dediler: “Kurna’da dünden beri var köy düğü­nü /s.42

[62] * Bu izz ü nâz üzerinden epey zaman geçmiş /Günün birinde Beşiktaş taraflarında bir iş, /s.542

[63]* -Bugün Florya mı? A’lâ! Yarın ne var? Konser. /“Sular” da pek ömür amma, açık değil, dediler

/s.327

[64] * Ne Halic'in o yosun çehreli miskin suları; /Ne onun hilkate küsmüş gibi duran kenârı! / s.193.

[65] * Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız /O silahşörler; o al fesli herifler sayısız / s.463

[66] * Hüsam Efendi henüz Dolmabahçe'lerde iken, /Gelip yetişmiş adamlar, üçer beşer geriden /s.542

[67] * Samatya lordu müfettiş; Tatavla kontu müdir, /Zavallı milletin efrâdı orta yerde esîr! /s.361

[68] * -Evet, ne yapmalı? Dur, dur! Ne Üsküdar, ne Mama. /Tiyatro olmalı, yahud güzelce bir sinema. /s.327

* Üsküdar'dan geliyorduk, ikimiz: Âsım, ben /Saat on bir sularındaydı. Vapur beklerken. /s.477

[69] * Samatya lordu müfettiş; Tatavla kontu müdir, /Zavallı milletin efrâdı orta yerde esîr! /s.361

[70] * Pupa yelken açılın şayed oturmazsa gemi! /Bu tenezzüh, cici bey, doğruca Kâğıthâne'ye mi? /s.449

[71] * Kimdi, anlat şunu? Kuzguncuk'a geçtim bir gün /Molla'nın köşküne yaklaşmadan etmez mi sökün /s.452

[72] Prenses Emine Abbas Halim’e Mısır’dan gönderdiği mektubundan.

78* Amasra sahili çok eski bir müssesedir /Uşakların topu cerrah olur. Hemen kestir! /s.267

[74] * Getirin hartayı !, der; baksana mâşâ’allah /Şile, Bartın, Kızılırmak. Güzelim, Bahr-i Siyah /s.450

[75] * Getirin hartayı !, der; baksana mâşâ’allah /Şile, Bartın, Kızılırmak. Güzelim, Bahr-i Siyah /s.450

[76] * Donanmamızla verip, sonra, Şark’ı velveleye, /Birinci hamlede bayrak diker Çanakkale’ye; / s.385

* Bizim Çanakkale âfâk-ı târümârında /O dâr-ı saltanatın bâb-ı şerm-sârında /s.385

[77] * Yel üfürsün, su götürsün diye bekletmez pek, /Gece kalkar bu âdem postası İzmir diyerek. /s.450

[78] * O yeşil toprağın ey yüzler ağartan Karesi /Şimdi binlerce şehîdin kanayan makberesi /s.624

[79] * Kadir Bey sağdı, Trabzon’da henüz valiydi /Yine bir dolduran olmuştu ki Abdülhamîd’i /s.461

* Bizi bir sâhile aktardı “Trabzon” diyerek /Henüz inmiş bakınırken: Bunu vali görecek, /s.461

[80] * Duvarda türlü resimler: Alındı Çamlıbel’i, /Kaçırmış Ayvaz’ı ağlar Köroğlu rahmetli!. / s.154

[81] * Karakoldan dediler: “Şimdi, İmam, Erzurum’a!”/Bir de kış, bir de kıyâmetti ki artık sorma! /s.461

Bu haber toplam 1858 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim