• İstanbul 21 °C
  • Ankara 24 °C

Prof. Dr. Ünal Çamdalı: Türkçe Şûrası’nın Ardından

Prof. Dr. Ünal Çamdalı: Türkçe Şûrası’nın Ardından

Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi (ASBÜ) ile Türkiye Yazarlar Birliği’nin öncülüğünde, 26-27 Kasım tarihlerinde ASBÜ’de yapılan, Yunus Emre ve Türkçe Yılı dolayısıyla gerçekleştirilen, Türkçe Şûrası’na, davet üzerine ben de katıldım. ‘Türkçenin Teknik ve Fen Bilim Alanlarında Kullanımı’ başlığı altında bir sunum da yaptım.

Şûrada, ülkemizin farklı üniversitelerinden özellikle edebiyat ve diğer alanlarda çalışan akademisyenler ile yazarlar; Türkçe üzerine oldukça zengin sayılacak, nitelikli tebliğler sundular. Türkçenin günümüzdeki sorunları, dilin geçmişi ve bugünü, grameri gibi çok geniş yelpazedeki konularda, bilgiler verdiler. Tebliğlerin çoğu Türkçe özelinde dilin yapısı ile onun kullanımı adına bilinmesi gereken hususlardı.

Elbette kişinin kendi anadili ile birlikte diğer dilleri de öğrenmesi, oldukça önemli hususlardan biridir. Eskilerin deyimiyle “Bir dil bir insan, iki dil ise iki insandır”. Günümüzde artık sadece ana dili bilmek yetmemektedir. Küreselleşen dünyada, ekonominin ve teknolojinin gelişmesine bağlı olarak ilişkiler artık eskiye göre daha sık ve karmaşıktır. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Bu bakımdan ne kadar çok dil bilinirse farklı dünyalarla bilimsel, kültürel, teknolojik ve ekonomik ilişkilerin kurulması, o kadar kolaylaşmış olacaktır. Kolaylaşan ilişkilerle de hem ekonomik hem de kültürel alanlardaki zenginlikler, artmış olacaktır. Ancak söz konusu ilişkilerin tek yönlü değil çift yönlü olması gerekmektedir. Hem alış hem de veriş olmalıdır. Aksi takdirde tek yönlü ilişkiler, tıpkı tek yönlü akış gibi sadece belli yöndeki değişime (bozunuma) neden olacaktır. Olguların veya ürünlerin taşındığı yerde de etken değil, edilgen bir yapı ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla bu durum dilin ve kültürün de yozlaşmasına neden olacaktır.

Şûradaki konuşmamda da belirttiğim üzere dil ve kültürdeki yozlaşma, daha çok teknoloji ve ekonomi üzerinden gelişmektedir. Tüm teknolojik yenilikler ve buluşlar (icatlar), kendi olgusu ile birlikte beraberindeki olumsuzluğu (entropiyi) da taşımaktadır. Zira teknolojideki gelişim bir anlamda eşyanın değişerek ürün olarak ortaya çıkmasıdır. Yeni ürün de girdiği toplumların kültürlerinin ve dillerinin değişimine neden olmaktadır. Örneğin teknolojik bir ürün, bir ülkeye girince ve ona bir isim de üretilmeyince, o da kendi özgün ismi ile dile girmektedir. Kullanımı faydalı olsa da kültürü değiştirmekte, dili de bozmaktadır. Batı’da geliştirilen ve üretilen otomobil (araba), telefon, televizyon, bilgisayar gibi ürünlerin biri hariç (bilgisayar) diğerleri kendi özgün ismi ile dilimize girmiştir. Aynı ürünlerin Almancadaki karşılıkları sırasıyla: auto (wagen), telefon, fernseher, rechner’dir. Almanya’da geliştirilmeyen veya Almanca olmayan ürünlere ve kavramlara (tüm dünyada kabul görse de), Almanların kendi dillerinde isim verdikleri de bilinmektedir. Onlar bu konuda dünyadaki en hassas milletlerdendir.  

Bir varlığın olumsuz özellikleriyle de sisteme girmesi, doğanın en temel yasalarındandır. Varlığın ve eşyanın tabiatı böyledir. Gül dikeni, armut da sapı ile doğal olarak (sisteme) taşınmaktadır. Bundan kaçış da olanaksızdır. Bunu önlemenin yolu, kendi değer ve kültürlerimizi karşı alana taşımak olacaktır. Bu durum daha dengeli ve sağlıklı olacaktır. Bunun yolu da bilim, teknoloji, kültür ve sanat alanlarında, ürün ve değer üreterek dünyaya ihraç etmekten geçmektedir. Bu hususta yetkililere, mühendislere, yazarlara, sanatçılara, işadamlarına ve diğer alanlarda çalışan insanlara, pek çok görev ve sorumluluk düşmektedir.

Her alanda olduğu gibi dil alanında da sağlam bir eğitime ihtiyaç vardır. Sağlam eğitim de önce ailede sonrasında okulda gerçekleşmektedir. Sadece bir sınavı kazanmaya yönelik olarak düzenlenmeye çalışılan eğitim sisteminden, sağlam dil öğrenimi beklenemez. Kaldı ki dil eğitiminin kendi normatif (düzgüsel) yapısında da bazı sıkıntıların olduğu gerçektir. Özellikle ortaokulda okuduğum yıllarda, dil bilgisi ağırlıklı bir Türkçe eğitimi vardı. Gramere boğan bir yapı. Bu yapı Türkçe’nin kullanımındaki güzellikleri de gölgeliyordu. Kaldı ki dilbilgisi eğitimi pek de anlaşılır değildi. Şûraya katılan Prof. Dr. H. İbrahim Delice’nin, Türkçe dilbilgisi kitaplarının; Arapça, Farsça ya da Batı dilleri (özellikle de Fransızca) için yazılan dilbilgisi kitaplarının etkisiyle hazırlanmış olduğu şeklindeki ifadesi de iddiayı doğrulamaktadır. Ayrıca o dönemlerde, sanki herkes dil bilimci olacakmış gibi dil bilgisinin tüm ayrıntıları, öğrencilere ezberletilmeye çalışılırdı. Sınavlarda dilbilgisi sorularının puanı yüksekti. Bu yüzden Türkçe dersinin notu, öğrencilerin en düşük notlarındandı. Karneler alındığında, Kayseri’deki merhum komşu bir teyzemiz, mahallemizdeki çocuklara, hangi derslerinin zayıf olduğunu sorardı. “Türkçe” cevabını alırsa “Siz Türkçe bilmiyor musunuz ki zayıf getiriyorsunuz?” derdi. Gerçekten teyzemizin bakış açısını, maalesef pek çok kimse yakalayamamıştı. Dil bilgisi elbette önemli ancak onun tüm ayrıntılarını henüz ortaokulda, hafızlara yüklemenin ne faydası olduğunu hâlâ anlamış değilim. Bununla birlikte yüzlerce kuralların olması, ardından da kurallara uymayan binlerce kelimenin varlığı da ayrı bir dertti. Hâlbuki Türkçe’nin en güzel şekliyle yazılmış edebi eserlerin ağırlıklı olarak okutulduğu, bir eğitim olsaydı galiba bugün dil konusunda daha farklı seviyemiz olurdu.

Bir milletin yaşamda kalarak neslini devam ettirmesinde, dilin hayati derecede önemli olduğunu, tarihsel gerçekler bize göstermektedir. Anadolu’da veya Dünya’nın farklı coğrafyalarında yaşamış pek çok kavmin, bugün tarih sahnesinden çekilmesindeki temel nedenlerinden birinin de dillerinin unutulup yok olmasıdır. Bunu dilin tarihi ile ilgilenen bilimciler belirtmektedir. Dil unutulunca, milletlerin yaşamdan silinmesi de kaçınılmaz olmaktadır. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün; “Türk demek dil demektir. Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim; diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.“ sözü de bu noktada oldukça anlamlıdır.

Hoşça kalın…

Not: Etkinliğin düzenlemesinde, başta Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan ve Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı Mehmet Doğan olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ederim…

Şûrada, Sümer Lisesi’nin eski matematik öğretmeni merhum Necati Eskici ile gazetemizin Eski Genel Yayın Yönetmeni merhum Veli Altınkaya’yı da anmadan geçemedim. Kendilerine ve tüm geçmişlerimize, bir kez daha Allah’tan rahmet dilerim…

Kaynak: http://www.kayserihaber.com.tr/kose-yazilari/turkce_srasinin_ardindan-9419.html

ffmugakxoaqxo7j.jpg

Bu haber toplam 916 defa okunmuştur
  • Yorumlar 1
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim