(**) Birinci İttihad ve Terakki kulübünü o tarihde ahz-ı asker reisi Erzurumlu Süleyman Bey kurmuştu.
(***) Dördüncü Ordu merkezi Erzincandı.
*** *** ***
11 Ocak 1964
Şapka Hadisesinde sorgusuz, muhakemesiz 20 Erzurumluyu Ölüme Gönderen dönemin bir numaralı İdarecisi Vali Zühtü Durukan’ın ölümü
11 Ocak 1964, Erzurumlunun acı bir hatıra olarak sakladığı “Şapka Hadisesi” ve bu hadisenin kurbanları nın bir numaralı sorumlusu Vali Zühtü Durukan’ın ölüm tarihidir.
Şapka Hadisesinde sorgusuz, muhakemesiz 20 Erzurumluyu Ölüme Gönderen dönemin bir numaralı İdarecisi Vali Zühtü Durukan acımasız icraatını Hükümetin Erzurum’da örfi idare ilanına dayanarak yaptı.
Örfi idâre îlân edilince şehrin tek hâkimi Vali Zühtü olmuştu.
. Vali Zühtü yaz ortasında aniden Ankara’ya çağrılmış, oradan döndükten sonra da, şehirde tarassut artmış, Erzurum mebusları dâhil mühim şahsiyetlerin arkasında hâfiyeler peydahlanmıştı. Görülmeyen telgraf, açılmayan mektup, tarassuta dâhil olmayan, han, otel yoktu. Göze gelir adamlar mezhebi, meşrebi, geldisi, gittisi, etlisi, sütlüsü, muvafığı, muhâlifi ile tâkibe alınmıştı. Bir mânada Erzurum’un sözü dinlenir, arkasından gidilir nüfuzlu adamlarının kütüğü çıkarılmıştı. Örfi idâre başlayınca bu kütüğü
üç adam, Vali Zühtü, Mevki-i müstahkem kumandanı Tatar H. Paşa Çetin altan’ın dedesi), Sarıkamış Kumandanı Asım Paşa önlerine alıp, bir harita ile nasıl sevkülceyş idâre edilirse asılacakları, sürülecekleri, dövülüp korkutulacakları Erzurumluları hep buradan çıkardılar. Görünüşte bir Dîvân-ı harbî vardı. Son çıkan kanunla Fırka kumandanlarına idâm salâhiyeti verilince, Dîvân-ı harbî demek, kumandanların iki dudağının arası demek hâline gelmişti. Adliye Vekili Mahmut Esat güyâ, işler adâlet vekâletinin kâidesince yürüyor intibâını vermek için bu üç kişilik heyete müddeiumûmi İbrahim Ehem’i de kattı. Hatta İbrahim Ethem’i bir yıllık kıdemle taltif edip gazetelere resimlerini bastırdı. Ama ipler husûsen Vali Zühdü’nün, Tatar H. Paşanın elindeydi.
Örfi idâre îlân edildiği gün “akşam namazından başlayıp ertesi gün, gün çalıncaya kadar kimse evinden çıkmayacak, çıkanlar ihtarsız vurulacak” dendi. Bu yasak birkaç hafta böyle gitti, Erzurum Câmileri haftalarca yatsı ile sabah namazlarında kapalı kaldı. Milleti sokağa adım attırmazlardı ama, gece yarısı polisler jandarmalar gelip evlerden fîzâh figan adam toplardı. Alıp götürülenler, ya fotoğrafçılara yakalanmış garibanlar, yahut hâdise evvelinde câmilerde, evlerde yapılan toplantılara dâhil oldukları ihbâr edilenlerdi.
Vukuatın devrisi gün, Asım Paşanın “isyan var” diye Sarıkamış’tan getirdiği asker kalabalığı şehre doldu. Fevkalâdeden vaziyet için manzara tamam edilmişti. Evlerinden alınan insanlar ceste ceste karakollara götürülüyor, buralarda sıra dayağından geçirilen insanların fîzâhi, dört bir yandan işitiliyordu. Bu hal günlerce devam etti. Hâdisenin üstünden üç gün geçmişti ki sabah mahalli evinden çıkıp işine gücüne gidecek insanlar şâhit oldukları manzaranın dehşeti ile irkildiler. Birkaç gün evvel oturup kalktıkları, selâm verip muhabbet ettikleri, kimi dostları, komşuları, çarşının ortasındaki sehpada, boynunda ferman, üstünde beyaz kefen bir sağa bir sola dönüp duruyordu. Korkulu fısıldaşmalar, yıldırım hızıyla şehre yayılıyordu:
“Bir tane de Gürcü Kapısı’nda var”
“Erzincan Kapısında da adam asmışlar”
Sehpada sallananları teşhis edenler duaya başlıyor, mazlumların yakınları saçını başını yoluyor, kafalarını duvarlara vura vura evlere mahallelere koşup, etrafa şivan düşürüyordu. Peki çâre? Çâre yoktu..
Köşe başlarını polisler, askerler tutmuştu. Mahallelerde devriye kolları tam tekmil devrederken öfkelenmenin, isyanın da artık mümkün olmadığını görenler bu sefer kolları kanatları kırılmış inliyorlardı.
Bu insanları asan güç neydi, kararı kimler veriyordu? Mahkeme, hâkim, müddeiumûmi hakîkatte var mıydı? O gün bugün meçhuldür.
Erzurum’da günlerce adam asıldı. Bu muhakemelerin ne zabıtları ortaya çıktı, ne de örfi idâre mahkemesi heyet-i hâkimesinın adı sanı bilinir. Ankara İstiklâl Mahkemesi Sivas’tan kopup süratle Erzurum’a gelseydi Sarıkamış’tan gelen alaylarla beraber Erzurum’a aynı günlerde vasıl olurdu. Ama bunu yapmadı. Kasten yapmak istemedi. On gün müddetle sağda solda dolaşıp, Erzurum’daki zulme çanak tuttu. Vali Zühtü, Tatar Hasan istedikleri temizliği yapsın hesâbı, bu şekilde işledi. Nihâyet Kanun-i evvelin (Aralık) altıncı günü akşamı Ankara İstiklâl Mahkemesi Heyeti Erzurum’u teşrif edebildi. Heyet geceyi geçirip ertesi gün otomobillerine binip gittiler. Güyâ kaldıkları gece dosyaları tedkik etmiş, hâdisenin müşevviki İttihatçıların Ankara’ya sevkine karar vermişler, ehemmiyetsiz olanları da Örfi İdâre hâkimlerine bırakmışlardı.
Tedkik edecek dosya var mıydı, asılanların mahkeme zabıtları tutulmuş muydu, bu sualler cevapsızdır. Ankara İstiklâl Mahkemesi Erzurum’a geldiğinde Halk fırkası yâranı, mektep talebelerini alıp onları karşılamaya gitmiş, oradan da misâfirlerini getirip ziyâfet masasına oturtmuştu. Filvâki mahkeme zabıtları, dosyalar olsa bile İstiklâl Mahkemesi Azâlarının Erzurum’da kaldıkları birkaç saat zarfında bunlara tedkik etmeleri elbetteki mümkün olmayacak bir iştir. Demek oluyor ki bu mahkemenin Erzurum’a gelişi bir merâsimi tamamlamaktan öteye gitmez.”
Bu istikamette 9.Kolordu Kumandanlığı’nın Mustafa Kemal’e tebliğ edilmesini istediği ibretlik bir yazı var:
Hükûmet konağı ile kumandanlık dairesi önünde toplanan Mevkı-ı Müstahkem Kıtaat-ı Zâbıtanı ve efradıyla memurun-i hükûmet ve belediye ve Halk Fırkası ve Ticaret Odası ve ahâliden bir çoklarının muvacehesinde Reisicumhur Hazretleri’nin Mevkı-ı Müstahkem Kıtaat-ı Zâbitan ve efradı hakkında takdir ve memnuniyetleri merâsim-i mahsusa ile tebliğ edilmiş ve hükûmet-i Cumhuriyemizin bu gibi hâdisat hakkındaki nokta-ı nazarı halkın anlayacağı bir surette ifa olunmuş ve bu hitâbe esnasında ahâliden birçoklarının teessürlerinden ağladıkları görülmüş olduğu bildirilmiş olmakla keyfiyetin Reis-i Cumhur Hazretlerine arz buyrulmasını rica ve istirham ederim Efendim.”
Düzinelerle insanın öldürülüp, sürgün edildiği bir şehirde halkın anlayacağı bir lisanla, konuşup onları teessürlerinden ağlatmak ne garip bir tecellidir.
Şimdi düşünüyoruz:
Bu vesâike niyet-i hâlis ile bakılacak olursa, Erzurum’da Cumhuriyet hükûmetine bir kısım ahâlinin isyan bayrağı kaldırdığı, zâbıtanın da askerleri kaldırıp Cumhuriyet idâresini vikâye ettiği fikr edilebilir. Ahâlinin teessürle ağlaması, tehlikeyi savuşturmaya kendilerinin gücünün çatmaması buna mukâbil ordunun imdât edip onları kurtardığı noktasına bağlanabilir. Ama hâdisatın bu şekilde inkişaf etmediğine yediden yetmişe bir Erzurum şâhittir. Vukuatı müteakip şehirden 2500 tüfek toplandığını o merâsimi yapan zâbıtandan daha iyi kimse bilmez. Erzurum uşağının nasıl bir muharip olduğunu da, yine aynı zabıtan, en âlâ bir biçimde müdriktir. Yunan Harbinde asker kaçağını durdurmak için nerdeyse her vilâyete bir İstiklâl Mahkemesi kurulurken, Erzurum gönüllü alayları Ermeninin işini bitirip garp cephesine koşacak ölçüde, silahın da askerliğin de hakkını vermişti. Velhâsılı bu şehir askerîne ordusuna, zerre miskal yan gözle bakmadı. Ama bunun tersini yapanlar oldu. Halkın anlayacağı lisandan, korkarım, idâm sehpaları kastediliyor, zîrâ o günün hâleti rûhîyesine tetabuk eder bir ifâdedir. Ahâlinin teessürden ağlaması da kanâati naçizeme nazaran halka ufukta gösterilen dehşetin idrâki ile alâkalı olmalıdır”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.