İnsana bakışını, hayata, hayatın içindeki sistemlere bakarken de daima ileri bir hedefi gösteriyor. Sezai Karakoç doğulu, batılı, güneyli, kuzeyli değil o istikbali işaret eden evrensel bir şair-düşünür olarak şiire gülle başlayan zamanımızın bir şahididir.
Çağının tanığı olarak şair, gözlemlerini kâinatın süzgecinden geçirirken kâinatın kitabı olan Kur’an’ın ışığı ile baktığını görmekteyiz. Bu bakış tarzı geniş oluyor haliyle. Donuk, silik, muğlak bir bakış açısı değil; canlı hareketli doğurgan bir bakış açısı. Bu, genişliğine enine boyuna uzanan bir yolun yolcusunun varmak istediği noktanın işaret edilmesidir de. Yolcu yola çıkmışken hayatına dâhil, lazım olacak ne varsa en ince ayrıntısına varıncaya kadar yanında hazır bulundurmuş olarak yola çıkmış oluyor.
Şiirimizin geldiği noktada Sezai Karakoç bizim için neyi ifade ediyor. Nasıl anlamalıyız, nasıl bakmalıyız onun şiirine, fikriyatına? Temelde, düşünce bazında, öncelikle bir şair- düşünür olarak işaret ettiği şeyler üzerinde yol almamızın doğru bir niyet olacağını ve bu niyet ile (ki: ameller niyetlere göredir Nebi sözünün önermesiyle de pekiştirerek) yola çıkmamızın bizi iyiliklere götüreceğini düşünüyorum.
1976 yılında yayımlanan ‘Diriliş Neslinin Amentüsü’ kitabındaki ilk cümle şöyledir: “Kendimin bir diriliş eri olduğuma inanıyorum.” Ardından devam ediyor: “Bir Diriliş Cephesi bulunduğuna ve kendimin de o cephede bir savaş adamı olduğuma, olmam gerektiğine inanıyorum.” Dahası bir ruh savaşından söz ediyor. Her şeyden önce bir oluşum, bir kendini bulma savaşı olması gerekiyor. Toptan, tüfekten, bombadan, şundan bundan önce bir ruh önermek insanlığın zulümlerden kurtuluşunu da önceliyor böylece. Kan varsa, katliam varsa yokluğa doğru bir gidişin işaretleridir demek ki. İstikbal insanca yaşamaya doğru yürümeli, insan insanlığını tekâmül etmek için çalışmalıdır neticede.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.