• İstanbul 16 °C
  • Ankara 15 °C

Sıra “heykel koruma kanunu”nda mı?

D. Mehmet DOĞAN

Atatürkçülük fikir olarak devrini tamamladı, onun adına kurulan “Düşünce Derneği”nin kuruluşunun üzerinden bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen memleket fikir hayatına zerre kadar katkısı olduğunu iddia eden varsa, ortaya çıksın!

Kemalizm, 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde bir “mağlubiyet sonrası ideolojisi” olarak rolünü oynadı; büyük yıkılışı, geri çekilişi meşrulaştırıcı olarak iş gördü. Yoksa Atatürkçülük gerçek mânada bir modernleşme ideolojisi değildi. Modernleşme ile taklitçiliği ayırmak gerekiyor. Taklitçilik modern yapmaz, modernmiş gibi görünmenizi sağlar. Görünmekle olmak farklıdır. İkincisi “Atatürk inkılâpları” olarak tesmiye edilen devrimler, Türkiye’nin kültür ve medeniyet zeminini teşkil eden dine, dinin kültürleşmiş unsurlarına karşı yürütülmüş sistematik sosyal-siyasî, hatta kültürel mühendislik uygulamaları idi.

Millet yok sayılarak, karşıya alınarak sağlıklı bir modernleşme programı yürütülemez. Türkiye’de modernleşme ve kalkınma hamleleri ancak çok partili hayata geçildikten sonra gerçek anlamda yapılabilmiştir. Bu zincir Adnan Menderes’le başlar, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Necmeddin Erbakan çizgisini takip ederek Tayyip Erdoğan’a kadar gelir.

On yıl savaşmış, büyük zayiat vermiş ve Millî Mücadele’yi kazanmış bir ülkenin sosyal mühendislik baskıları ile uğraşmak yerine milleti ayağa kaldıracak sosyal ve iktisadî hamlelere odaklanması gerekirdi. Kılık kıyafetle, şekille uğraşmak yerine gerçek hedefler için millet seferber edilmeli idi. Halbuki devrimler arka planında İstiklâl Mahkemeleri olan, geniş kitleleri sindirme harekatı olarak yürütüldü.

Devlet laiklik ilan etti, fakat hedef dine biçim vermekti. Laiklik putlaştırılırken, devletin dine müdahalesi gözden kaçırıldı, hatta Diyanet İşleri Başkanı’nın Cumhuriyet Halk Partisi’nin Ankara il başkanı yapılması dahi görmezden gelindi. Eğer bir ülkede din teşkilatının resmî başı aynı zamanda bir partinin il başkanı yapılabiliyorsa, o ülkenin laikliği nasıl bir laikliktir? CHP il başkanı yapılan Rifat Börekçi’nin teşkilata gönderdiği “partimiz dışındaki adaylara oy vermeyin” mealindeki yazıları Cumhuriyet Arşivinde durmaktadır.

Türkiye 2. Dünya savaşı sonrası dış dünyanın baskısıyla demokrasiye geçmek zorunda kaldı. Serbest seçim olmamakla beraber 1946 seçimleri gelişmenin yönünü gösteriyordu. İlk serbest seçim 1950’de yapıldı ve devleti kurmak iddiasındaki CHP seçimi kaybetti.  

Maalesef seçimi kazan Demokrat Parti, Türkiye’nin tek parti ideolojisi olarak kurgulanmış resmî ideolojisini sistemin dışına çıkaracak güçlü bir hamle yapamadı. Seçimden kısa süre sonra ezanın asli şekliyle okunmasını meneden kanun kaldırıldı. Bunun resmî ideolojinin temsilcisi CHP tarafından asla hazmedilmediği tahmin edilebilir. Dört koldan Demokrat Parti’nin inticaya taviz verdiğini, ilke ve devrimlere aykırı hareket ettiğini öne sürerek Menderes’e saldırdılar. Bu saldırılar için en provokatif malzeme “Ticani” olarak adlandırılan bir dini grubun heykellere saldırılarıdır. Bu saldırılar Demokrat Parti’de korkuya dayanan bir ilke ve inkılâplara bağlılık isbatı gayretine yol açtı.

Seçimden bir yıl sonra meşhur “Atatürk’ü Koruma Kanunu” çıkarıldı. Bu dünyada eşi benzeri olmayan bir kanundur. Bir şahıs için çıkarılmış kanunu hiçbir hukuk sistemi tanımıyor. Bazı çok bilmişler bu kanunun Lèse-majesté kanunu olduğunu, bütün dünyada benzerlerinin bulunduğu iddia ediyorlar. Sözkonusu kanunlar mevcut hükümdara/yöneticiye veya ülkenin hükümranlığına karşı işlenen suçlarla ilgilidir. Eğer kapsayıcı bir kanun çıkarılsa idi, kanun dini ve milli değerleri, kutsalları korumak için çıkarılırdı.

Son günlerdeki heykellere saldırma provokasyonları eski filmin tekrar gösterime sokulduğunun ortaya koyuyor. Bu ve benzeri provokasyonlarla AK Parti, kemalistliğini ispat gayretine düşecek ve hatta belki de Demokrat Parti gibi hukuka aykırı bir kanun çıkaracaktır. Aslında 5816 sayılı kanun sadece Atatürk’ün manevî şahsiyeti ilgili değildir, “Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideler veyahut Atatürk'ün kabri” ile ilgili hüküm de yer almaktadır. O sırada daha Anıtkabir’in inşa halinde olduğu, ancak 2 yıl sonra tamamlandığı hatırlanırsa, nasıl bir korkunun hâkim olduğu anlaşılabilir.

Demokrat Parti’nin ezanı asli haliyle okuyanları cezalandırma maksadıyla 1941 yılında çıkarılan kanunu 4055 sayılı kanunla Türk Ceza Kanunu’nun 526. maddesine eklenen fıkrayı iptal etmesi nasıl Menderes’e karşı tek parti kindarlığını yükselttiyse, yine dokunulmazlardan olan Ayasofya’nın ibadete açılması da aynı tesiri meydana getirmiştir. Buna cür’et edenin de mutlaka cezalandırılması gerekir! Şimdi iktidar partisine Koruma Kanununu sertleştirecek hükümler ekletmek veya sırf heykeller ve benzeri objelerle ilgili bir kanun çıkarttırılmak isteniyor olabilir.

AK Parti’nin Kemalist ideoloji ile uzlaşması yönünde belirtiler görülmektedir. Bunlar önümüzdeki seçimin kazanılması için yapılan taktik hamleler olabilir, fakat bugüne kadar atatürkçülük hiçbir seçimi hiçbir partiye kazandırmamıştır! Atatürkçülük üzerinden bir başarı kazanmaya çalışılırken bu ülkenin asıl manevî dinamiklerini temsil eden kitlelerin küstürülme ihtimali mutlaka hesaba katılmalıdır.

Gelelim 1950’deki heykel provokasyonlarına…

DP iktidarının başlangıcında, kendilerini “ticanî” olarak adlandıran “tarikat” mensuplarının heykellere yönelik bazı fiilleri Kanun’a gerekçe yapılmıştı. Oysa daha önceki yıllarda da böyle eylemler görülmüştü. CHP’nin iktidarı kaybettikten sonra DP’yi güçten düşürmek için “irtica” kozunu oynadığı o günlerde, Kemal Pilavoğlu’nun müritleriyle birlikte CHP’ye üye olduğu iddia edilmiştir. Bunu belgelemek mümkün değildir, fakat amcasının oğlu Rifat Pilavoğlu, 1950 seçimlerinde CHP listesinden milletvekili adayı yapılmış, Ankara ilçelerinde seçim toplantılarına Kemal Pilavoğlu’nun müritleri de katılmışlardı! (daha ayrıntılı bilgi için Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş kitabımıza bakılabilir).

Samsun’a heykel neden dikildi?

Samsundaki heykele bazı sarhoşların saldırması kamuoyunu yönlendirmek için kullanıldı. Peki bu yüksek maliyetli heykel o zaman nüfusu 60 bin civarında olan Samsun’a neden dikildi?

Bunun bir takım açıklamaları olabilir. Sebepleri arasında 1930’da muvazaalı bir muhalefet partisi olarak kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın Samsun’da seçimleri oyların yüzde doksanının toplayarak kazanması hatırlanmalıdır. Bu durum Cumhurbaşkanı’nı fevkalade rahatsız etmiş, Samsun’a gelmiş, Belediye başkanını sofrasına çağırtmış, onu içki içmeye zorlamış, başkan kabul etmemiştir. İkinci talep ise belediye başkanlığından istifa etmesi yönünde olmuştur. Başkan bunu da reddetmiş ve tabii hukuksuz şekilde görevinden alınmıştır!

Bu yazı toplam 279 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim