“Felsefenin sahası” ise bütün bu ilimlerin ortaya koyduğu genel hükümleri birleştirmeye çalışan beşerî ilim ve düşüncelerden oluşur.
Bu bakımdan, ilimlerin ilmi olarak kabul edilen felsefenin, gerçeğe ulaşmak için başvurduğu yegâne vasıta “akıl”dır. Akılcılık, (Rasyonalizm: Bilginin kaynağının akıl olduğunu; doğru bilginin ancak akıl ve düşünce ile elde edilebileceği tezini savunan felsefi yaklaşıma verilen isimdir.) Filozofların hakikat arayışında dayandıkları tek vasıta olarak kabul edilmiştir.
Her din, her sistem aklı kullanmaya mecburdur. Bu nedenle de İslâm’da akıl ihmal edilemez temel bir durumdur. Akıl; insanı hayra ve Allah’a götürmelidir. İslâm; aklı, mükellefiyetin asgarî şartlarından biri olarak kabul eder, ancak aklın hakikatlere ulaşmak hususunda yetersizliğini de kabul ettiğinden, “aklî” sayılan felsefeye nazaran aynı zamanda “nakli”yi de (nakle dayanan, kitap ve sünnete dayalı olan) esas alır. İslâm’da ulvî bir anlayış ve mükemmellik arayışı demek olan “tasavvuf”da temel tasavvufî düşüncelerin birer şer’î mesnede bağlı olmaları, bu fikrî faaliyetin de naklî olduğunu kabul etmeyi gerektirir. İslâm’da aklın kâmil bir fayda sağlayabilmesi için, vahiyle terbiye edilmesi gerekir.
Filozoflar sırf aklı kullandığı için çelişkilerden kurtulamamış ve ortaya çıkan her filozof, kendinden öncekileri ret ve tenkitle işe başlamıştır. Bunda benlik duygusunun ve nefsanî iddiaların ön planda tutulmasının rolü olsa da asıl sebep, aklın çelişkilerden kurtulamama özelliğidir.
Devamı: https://www.dunyabizim.com/tasavvuf-ve-felsefe-iliskisi-makale,2329.html
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.