Edebiyat dergiciliği, edebiyatın canlı olduğu yıllarda ilgi uyandıran bir uğraştı. Ne demek edebiyatın canlı olduğu yıllar? Bugünün edebiyat ortamı canlı değil mi? Bugün, dünden daha çok kitap satılıyor, yazarlar toplum katında daha çok tanınıyor. Ama bu olguyu tek başına edebiyatın canlılığının göstergesi sayabilir miyiz? Sanırım önce şu ayrımı yapmalıyız: Edebiyat, ticaret değil, yaratıcılık alanıdır. Ticaretle kol kola girmiş bir yaratıcılık alanı olamaz. Edebiyat tarihi boyunca hiçbir büyük edebiyat yapıtı, çok satılsın, çok kazanılsın diye yazılmamıştır. Edebiyat, içinde bulunduğu toplumu, insanlarını yansıtabildiği oranda başarılıdır. 1950’lerde ülkemizin toprak düzeninde bir değişim mi yaşandı, edebiyatımızda “köy romanları” denilen döneme yansımıştır. Orhan KEMAL, önce Çukurova’yı yazmış, sonra geldiği İstanbul’un insanlarını romanlarına taşımıştır. 12 Mart 1971 darbesi sonrasında edebiyatımız neredeyse “12 Mart” romanlarına boğulmuştur. Bir Düğün Gecesi’nden Kırkyedililer’e, saymakla bitmez bu dönemin edebiyat verimi. Bugün ise yaratıcı edebiyat alanı, ticarete teslim olmuş durumdadır. Önde gelen yazarların çoğu, masasına, ülkenin, dünyanın, insanın derdine ilişkin ne anlatabilirim değil ne yazarsam satar sorusuyla oturmaktadır. Bu durum edebiyat dergiciliğimizi de belirleyen, çevreleyen bir olgudur günümüzde. Edebiyatın yaratıcılık alanı olduğu dönemlerin edebiyat dergileri, yaratıcılık sorunlarını tartışan yazılarla yayımlanıyor, bu tartışmalar edebiyata yön veriyordu. Bu dönemin dergilerinde yazan çoğu eleştirmenin yazıları günümüzde kitaplaşmış durumda. Nurullah ATAÇ’ın, Sabahattin EYÜBOĞLU’nun, Memet FUAT’ın, Adnan BENK’in, Fethi NACİ’nin, Selahattin HİLAV’ın dergilerde çıkmış yazılarını okuyanlar, edebiyat dergiciliğinin nasıl canlı, tartışmacı, yönlendirici nitelikleri olduğunu kolayca görebilirler.
Devamı: https://www.izdiham.com/turgay-fisekci-elestirinin-yerini-tanitim-aldi/
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.