Arap Baharı denilen olgu üçüncü yılını doldurdu. Ben bu olgunun sadece Arap ülkeleriyle sınırlandırılmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Arap Baharı, Türkiye'nin de içinde olduğu ve Ortadoğu'nun geneline teşmil edebileceğimiz, bölgesel statükoya ve onun yarattığı anormalliklere başkaldırıyı esas alan bir olguya işaret etmekte.
Biz Sykes-Picot'yu, Camp David'i Arap Baharı ile birlikte fazlasıyla konuşmaya başladık. Çünkü Arap Baharı en başta 1. Dünya Savaşı'yla birlikte doğan, 2. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş ile şekillenen ve Camp David ile netleşen bölgesel sisteme bir baş kaldırıydı. Mezkur bölgesel sistem, sadece bölgedeki ülkeler arasındaki ilişkilerin doğasını değil, bölgenin sosyo-ekonomik yapısından Ortadoğu halklarının günlük yaşamına kadar birbiriyle ilintili birçok dinamiği de belirlemişti.
Ne Hüsnü Mübarek, ne Zeynelabidin Bin Ali ne de Beşşar Esed, bölge insanı istedi diye iktidardaydı. Tam da aksine halka rağmen, bölgesel sistemin dişlilerinin bir parçası olarak on yıllar boyunca iktidarlarını sürdürdüler. Körfez'in krallıklarından Levant'ın sözde cumhuriyetlerine ve yarı demokrasilerine kadar bölgenin tüm ülkeleri, kendilerine halklara rağmen kendilerine çizilen çizgiler içerisinde hareket ettiler ve halkların çizgilerini belirlediler.
Yazının devamı için: http://www.aksam.com.tr/yazarlar/ufuk-ulutas/uc-yil-sonra-arap-baharini-konusmak--c2/haber-286423































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.