• İstanbul 16 °C
  • Ankara 12 °C

Vefatının 66. yılında Hüseyin Avni Ulaş

M. Çetin BAYDAR

23 Şubat 1948’de İstanbul’da vefat eden Hüseyin Avni Ulaş’ı beka yurduna göçüşünün 66. Yılında rahmetle anıyoruz.    Hüseyin Avni, siyâset sahnesini dolduran zorba yahut mızmız, mukallid yahut dalkavuk eşhâsın, hiçbir zaman kavrayamayacağı bir seciyeydi.

Onu, büyük ruhla hayata bakanlar izleyebilirdi.Mehmed Akif, Nureddin Topçu, Samet Ağaoğlu, Hüseyin Siret, Tarık Buğra; siyasi mücâdeleyi bir ahlâki vecîbe olarak kavramlaştıran bu hayat kahramanını tebcil ederek cemiyete tanıtmaya çalıştılar.Hüseyin Avni’nin mihnetsizce parlayan hür anlı; îzânını ve ruhunu kendinde mahfuz tutarak gerçek arayışına çıkmış gerçek sol entelektüelleri de etkileyecek, bu kez hür düşüncenin bu cephesi onu Türkiye’nin ilk demokrat şahsiyeti olarak tebcil edecekti.Bundan tam bir asır önce yâni yirminci yüzyılın başında, o, köyünden ayrılıp tahsil için Erzurum’a geldiği yıllarda dünya içten içe kaynıyordu. Altı asırlık imparatorluk artık son yıllarına dayanmış, yalan yanlış bulduğu her türden yeni fikre sarılan yeni nesil; cemiyeti, hızla yaklaştığı bu ‘mukadder son’dan kurtarmak için çırpınıyordu.

Hüseyin Avni, gizli cemiyetlerin cirit attığı; komita faaliyetlerinin örgütlediği isyan, protesto ve ayaklanmaların sarstığı bir şehir olan Erzurum’da ilk gençlik yıllarını geçirdi.Mülkiye İdadisinin Ziraat Bölümünde okuyan Hüseyin Avni, Prens Sabahaddin ve arkadaşlarının Paris’ten yönettikleri ünlü 1906 Erzurum Jöntürk Kıyâmı’nı bir lise talebesi olarak adım adım izledi.Siyasi komitacılığın Anadolu’daki ilk silahlı siyâsi örgütü olan “Can Veren Teşkilatı”ndaki delikanlı öz, Hüseyin Avni çağındaki gençleri siyasetin şeytani müsellesi olan dâva+parti+lider tezgahına çekmekteydi.Erzurum’daki Jöntürk Kıyamı bu hayhuy içinde güçlükle bastırıldı, 2. Meşrutiyeti ilân şerefi (!) Selanik Jöntürkleri’ne kaldı.İkinci Meşrutiyete tekaddüm eden yıllar, Hüseyin Avni’nin İstanbul yıllarıdır. Kümbet Köylü Gençağazâde Hüseyin Avni Bey’in lise tahsili Vefa idadisinde itmam olunur, ardından Hukuk mektebi biter.İkinci Meşrutiyet ve onu takib eden siyâsi hercümerci bizzat içinde yer alarak yaşayan Hüseyin Avni Bey, 1913 yılının parti mücadeleleri ve Balkan sarsıntıları arasında İstanbul’da Avukatlığa başlar.Artık Birinci Cihan Harbi kapıdadır.Bu yıllarda Siyâsetin Şeytâni Müselles’lerinden birisi (İttihad ve Terakki Fırkası) Babıâli Baskını ile bütün rakiblerini yok ederek iktidar koltuğunu zapteder.Gizli iktidarın günümüze kadar süren çeteleşme olgusu bu baskınla “Bir siyasal otorite modeli” hâline gelecek, birinci Meclis’ten başlamak üzere siyasi zorbalığın çirkin mektebi böylece kurulacaktır.Merkezi Umumi’nin komitacı yöntemlerle teşekkül ettirilmiş otoritesinden başka bir otorite tanımayan İttihat Terakki Partisi’nin, Alman İmparatorluğu taşeronluğuna razı olup irâdesini Alman kurmaylarına terkederek ülkeyi Dünya Savaşına nasıl soktuğunun ve hangi anlamsız cephelerde vatan evlatlarını nasıl kırdırdığının acı tafsilâtı, cümlenin mâlumudur.Osmanlı’nın son münevverleri bu savaş başlayınca her türlü siyasi hamakate rağmen savaş cephelerine koştular. İki ana cephe vardı ki, adeta gençliğin kanı ile besleniyordu: Çanakkale ve Kafkas Cepheleri.Hüseyin Avni ata topraklarının bulunduğu Kafkas Cephesinde bir yedek subay olarak dört yıl boyunca savaştı.Hüseyin Avni’nin, yeni mualîmi, mazlum Anadolu insanı ile birlikte yaşadığı bu milli trajedi oldu; Bu büyük ders, onu , gençlik heyecanları ile bulaştığı Siyasetin Şeytâni Müsellesinden kurtarmaya yetmişti.Yiğit ruhunu bu terbiyevi tecrübe suyu ile yıkayan Hüseyin Avni, artık arınarak bir siyaset bilgeliğine doğru yol almaktaydı.Erzurum Kongresi, 13 asırlık bir hülya olan “şûraya dayalı bir siyaset modeli” adına atılmış bir tarihi çığlıktı. Hüseyin Avni, samimî hançeresi ile bu tarihi çığlığı koparanlardan biriydi. Ama Siyasetin Şeytânî Müsellesi, kongrenin gizli kapıları ardında bilinen komitacı ağlarını örmeye devam edecek, sonu, ittihat Terakki’nin Birinci takımının ikinci takımı tarafından tasfiyesine kadar gidecek olan çeteci oyunları arasında, şûra ve demokrasi ümidi yok edilecekti.Hüseyin Avni Bey İstanbul’da son kez toplanacak olan Osmanlı Meclis-i Mebusânı’na Erzurum Milletvekili sıfatıyla katıldı.Ama onu bir siyaset bilgesi ve mücâhidi hâline getirecek asıl süreç, Birinci TBMM faaliyetleri ile başlayacaktır.Birinci Meclis, şahısların ve partilerin eşit şartlarda yarışması sonucu seçilmişlerden oluşan bir meclis değildi. Bir anlamda İttihad Terakki Partisi’nin siyasi kanatlarının temsilcilerine şans tanınmış bir kurucu meclis görünümündeydi.Birinci Meclis’te İttihat Terakki’nin Balkan ve Kafkas kanatları ile Anadolu Kanadı kısa zamanda ayrıştı.Anadolu Kanadı, İkinci Grup adıyla kümeleşiyordu.Hüseyin Avni İkinci Grub’un öncüsü ve hatibi idi.Asırlarca padişah irâdesine tâbî olmuş bir millet, öz iradesini bir şûra (TBMM) çatısı altında şekillendirmeye çalışırken bu irâdenin padişahlık sonrası gaspı konusunda, ufukta tehlikeler vardı. İkinci Grup bu tehlikeleri farketmişti.Fransız Devrimcileri, kilise despotizmini yok ettikten sonra kiliseden boşalttıkları yeri cumhuriyetçilik adına aynı despotizimle kendileri doldurmuşlardı. İkinci Grup mensupları Padişah iradesi’nin yerini almak üzere tasarlanan TBMM’nin de, eğer gerçek şûrevî fonksiyonu bulunmazsa, siyâsî saltanatın şekil değişmekle beraber bu kez şahıs, zümre veya parti diktatörlükleri ile özde devam edeceğini söylüyor, günümüzdeki demokrasi sancılarını, ta o zamandan haber veriyorlardı.İkinci Grubun ilk önemli tepkisi Hüseyin Avni, Celâleddin Arif, süleyman necati ve Kadı Raif Efendi’nin başını çektiği, “Taşradan (Erzurum’dan) bir çevirme ile siyasi irâdeyi hakim kılma” projesiyle oldu.Ankara’ya hâkim olmuş gözüken Balkanlı ve Kafkaslı ittihatçılara, Anadolu’nun bir cevabı olması gerekirdi ve bu cevabın verileceği yerlerin başında da Ankara’ya en büyük desteği veren ve Kâzım Karabekir’i de ayakta tutan Erzurum’dan gelmekteydi.Bu siyasi manevrâ, düşman tehdidinin artması ve Karabekir’in mütereddit davranışları sebebiyle akîm kaldı.Zaten, vatana yöneltilmiş tehlikeler arttıkça, farklı siyâsî niyetler de geri planda kalıyor, siyasi hesaplaşma kurtuluş sonrasına bırakılıyordu.Nitekim İkinci grubun tasfiyesi, grup üyelerinden birkaçının fâilî meçhûl cinâyetlerle yok edilmesi kurtuluş sonrası sürecinde ortaya çıkacaktır.İkinci Dönem TBMM seçimleri sonucu İttihat Terakkî’nin Anadolu Kanadı tasfiye olmuştu ama İstiklal savaşının kumandanları ile İttihat Terakki’nin birinci takımının bakîyeleri hâla meclisteydi.Bu grup kısa süre içinde bir siyasi teşekkül oluşturarak Terakkiperver Cumhuriyetçi Fırka’ya vücud verdi ve TBMM’de 29 kişilik bir grup oluşturdu.Hüseyin Avni Bey’de bu yeni Fırka’nın kurucuları arasındaydı.Ama 2.Grubu tasfiye eden güç Terakkiperver Fırkayı da kısa zamanda siyaset dışına itecek, bu fırka’nın bir iki istisna dışında bütün mebusları TBMM’den çıkarılacakları gibi, mebusların önemli bir bölümü ile parti önde gelenlerinden bir çoğu îdam sehbalarında can verecekti.Hüseyin Avni de îdamlıklar arasında olarak Aliler Mahkemesi’nin önüne çıkarıldı. Ama onu mahkum edecek uydurma da olsa bir delil ortaya koyamadılar. Arkadaşlarının mazlûmen îdam sehpalarına çıkarılmaları bu ahlâk adamını isyan ettirmeye yetiyor, ölüm eşiğiden dönüp beraat ettiğini bildiren Kel Ali’nin yüzünü karşı “Bu güne kadar namusumdan emindim, fakat şimdi şüphe ediyorum” diyor, Kel Ali’nin “Niçin?” sualine karşı verdiği “Hepsi de benden bîgünah ve namuslu arkadaşları astınız, ben de ne gibi namussuzluk gördünüz ki, bu şerefli ölümden esirgediniz?” cevabıyla, nasıl bir siyasi ahlâk adamı olduğunu ortaya koyuyordu.Türkiye’nin demokrasi ümitleri, birinci ve ikinci meclislerindeki muhâlefetin kanlı bir biçimde susturulmaları ile yok edilirken, bütün muhâlifler gibi Hüseyin Avni’nin gözaltı hayatı başladı.Tek Parti siyasi komiserleri onu zaman zaman yokluyor, siyasi alâkalarını ölçmeye çalışıyordu.Ali İhsan Sabis Paşa hatıralarını kaleme aldığında, kendini yargıç önünde buluyor, Hüseyin Avni de, bu göz dağı operasyonunda ihmâl edilmeyerek bil vesile istintâk olunuyordu.Yargıç’ın Hüseyin Avniye yönettiği “Ali İhsan Paşa, bu kitapları ne maksatla yazmış olabilir ?” sorusuna verilen cevapta bir siyaset mualliminin ruhları dirilten nefesi vardır: “Bana Ali ihsan Paşa bu kitapları niçin yazdı diye sormayın, “sen niçin böyle kitapları yazmadın?” diye sorun.”İşte bu seçkin ruhtur ki, siyasetin karşı saflarını seçerek yoluna devam eden eski arkadaşlarını cezbediyor, 1939’lara ulaşılan günlerde Refik Saydam gibilerine “Sen bu çamura , bu leşe bulaşmadın, içimizde temiz olarak yalnız sen kaldın, sana gıpta ediyorum” dedirtiyordu.Meclise, kürsülere sığmayan adam; dosta dost, hasma hasım bu siyaset yiğidi Hüseyin Avni’yi, pek az tanıyoruz.“Dünyada hiçbir lezzet, vicdan huzuru kadar kalıcı ve insan ruhunu besleyici olamaz” diyen bu insanın son yıllarında, çok partili hayata yeniden izin verildi.Nuri Demirağ’ın kurduğu Milli Kalkınma Partisi’ne bir ara destek veren Hüseyin Avni Bey “Ruhumda bazı heyecanlarım kaldı, onları da tüketip sonra öleyim” düşüncesiyle son çıkışlarını yapmaktaydı.Vefatının ellinci yılında Hüseyin Avni elbette kendisine gönderilecek fâtihalardan hissedâr olacaktır, ama “Hüseyin Avni karakterinin, hayat sınavından geçen yeni kuşaklardan beklediği nedir?” diye sorulursa, onun şu sözleri sanırım, herkesin kulağına küpe olacak mahiyettedir:“-Bin fâtiha, bin mevlûd yerine birtek haksızlığa mâni olmak fazîletini gösterirsek, ruhlarımızdaki hicran bir nebze diner!..”

Hüseyin Avni Bey’in vafâtından iki yıl önce Erzurumlu gençlerden aldığı bir mektuba şöyle cevap verir : “Aziz seciyeli, münevver gençler. Mektubunuzu okurken sizin devrinizi nasıl yaşayıp geçirdiğimi düşündüm. İstibdat devri her memlekette birçok kâselis (çanak yalayan) dalkavuğu sivriltmiş, cebren ve kahren toplanmış paraların bir kısmı bunların cebine akıtılmış, bunlar da kendilerine âyan ve eşraf-ı belde pâyesini vermiştir. (../..) Muhitin tesiri ile herkes gibi ben de bunlardan iğrenirdim. Memleketimizde bu gibi hallere karşı nefret hislerini izhâr eden Hacı Şevket ve emsâli kahramanlar halkımızın uyanmasına hizmet ettiler,nihâyet meşrutiyet devrini idrak ettik. Meşrutiyet ilân edildiğinde herşeyin kendi kendine iyiliğe döneceğine inanılıyor, bu gibiler kısa müddette  hüsrana uğruyorlardı.(../..)İstibdat devrini aratan hezeyanlar yüzünden imparatorluğumuz mahve sürüklenmişti. Memleketimizin temiz yüzlü insanları arasında çalışmaya başladım. Hâin ve gaddar sefil insanlar tarafından şehid edilen ve daima hürmetle anmanızı arzu ettiğim Melek hıslet Kırbaşzâde Feyzi Bey, pek muhterem Binbaşı Süleyman Efendi, Hazreti Hakkızâde Hacı Fehim Efendi, Doktor Şerif Beyefendi, Maarif Müdürü Sâib Efendi ve Gobalzâde Ahmed Bey ve daha pekçok zevatın seciyeli hayatları, buna mukâbil hakikat sefihlerinin (beyinsizlerinin) düşmanca zulmü, milleti kasıp kavuruyor; beri yanda doğruların aczi, zulümlerin sürüp gitmesini besliyordu.(../..) Erzurumlular Milli Mücâdeleye sırf bu ruhla başlamış ve tek başına kongreler akdederek dünyayı hayretten hayrete düşürmüştü.(../…) Görüyorum ki, marazı teşhis etmişsiniz. Müşkül safhasını geçtikten sonra bu dertlerin devâsını bulmakta güçlük çekmezsiniz. Bir sözümü sizlere de tekrar edeyim : Vatana hizmette putlara tapmayacağız ve put olup kendimize taptırmayacağız. Vatan ve millet bu düsturlarla halas, necât ve hürriyete kavuşacaktır.(../..)

“Efendiler, bu meclisin kudsiyeti vardır. Biz bilmesek bile yüz sene, beşyüz sene sanra gelen insanlar her birimiz namına âbide dikeceklerdir.”Tepeden tırnağa bir isyan adamı  olan   Hüseyin Avni Bey’in amacı, muhalif olmak değil, milli iradenin meclis eliyle işletilmesi ve yönetimin tarafsızlığının sağlanması idi. Dolayısıyla İstiklâl Mahkemeleri adıyla ve özel yetkilerle donatılmış mahkemelere karşıydı.   Bu mahkemelerin el uzatmadığı alanın kalmadığını, hükümetin bütün icraatlarını eline aldığını ve meclis adına hükümler verdiğini her fırsatta haykırırdı.  “Memleketimiz üç İstiklâl Mahkemesiyle mi idare ediliyor? Efendiler her kazada bidayet mahkemeleriniz vardır. Cinayet mahkemeleriniz vardır. Gelişigüzel üç kişiye ‘kendi görüşünüze göre hüküm verin’ deyip yetki vermek, milletin hukukunu tepelemek demektir.”   Hüseyin Avni Ulaş, “Hüner, isyan ettirmemektir” der, karşılaştığı meseleleri mümkün mertebe barış yoluyla çözmeye çalışırdı. Ulaş’ın, İstiklâl Mahkemeleri’ne ilişkin eleştirilerine: “Cepheler kan ağlarken bu muhalefet te oluyor” diyen  hükümet dalkavuklarına:   “Cepheleri tutacak olan kanundur, adalettir!.” Şeklindeki o ünlü  sözlerini söylüyordu. Hüseyin  Avni, İttihatçıların geçmişteki hatalarını da çok iyi tahlil etmişti

“Biz inkılâbı fikirle yapacağız ki, payidar olabilsin. Eğer kabadayı usulünü takip edersek, korkarım ki o zaman inkılâptan mahrum kalırız. Kanla değil, fikirle inkılâp yapacağız. İnkılâplar fikir teşkilâtıyla, mektebiyle gelişir. Yoksa 31 Mart hadisesi gibi bu memlekette inkılâp yapılamaz. Bizim inkılâbımızı bu gibi fikirler çürütmektedir. İnkılâp fikrinin münevver öncüsü olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, halka hakk-ı hükümranisinin fazilet ve meziyetini öğretmelidir. Onun tercüman-ı efkârı olan gazeteler, onun alemdarlığını ilân eden arkadaşlarımız, ilmi münakaşa ile bu vazifeyi yapmalıdır, ölüm tehdidiyle değil efendiler.”

Nitekim yıllar sonra Muammer Asaf, Hareket Dergisi’nde dönemin Bahriye Vekili İhsan Yavuz’un şu sözlerini aktaracaktır: “Bizim en büyük hatamız, Hüseyin Avni’nin kapatmaya çalıştığı kapıyı açık tutmakta endişemiz oldu. Bu yüzdendir ki inkılâbın mev’ud meyvesini çürüttük.” Hüseyin Avni’nin TBMM azalığı sırasında en büyük izdırabı  fikirlerini beğenip bir kardeş gibi sevdiği Ali Şükrü Bey’in katledilişidir.“Ey kabe-i Millet! Sana da mı taarruz?” diye haykırması sonucu  cinayette bir âlet olan Topal Osman’ın çarçabuk öldürülmesi Merhumun TBMM üzerindeki tesirinin bir ifadesidir.Ali Şükrü Bey cinayetinden sonra, 1 Nisan 1923’te meclis seçim kararı aldı. Mustafa Kemal Paşa’nın aynı yılın ocak ayında İzmit’te gazetecilerle yaptığı bir görüşme sırasında, “meclisin seçimlere karar vermesinin zorunludur”  demişti. Bunun sebebi1.TBMM azalarının Lozan’da imzalanacak muhtemel bir anlaşmayı reddetme korkusuydu. Nitekim Mustafa Kemal’in bir gazeteciye “Her şeyden evvel kız gibi bir meclis yapalım da, ondan sonra istediğiniz gibi yazınız” dediği kaydedilmiştir.  

Muhaliflerin tasfiyesi ile TBMM  dikensiz gül bahçesi haline geldi. Muhalefet TBMM dışına kaymıştı.17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyetçi Fırka kuruldu. Yeni fırkanın kurucuları arasında yer alan Hüseyin Avni Bey, İstanbul İl Kongresi İdare Heyeti üyesi oldu. Önce Şeyh Said isyanı, ardından gelen Takrir-i Sükun Kanunu ile TpCF ve muhalefet tasfiye edilirken, Hüseyin Avni de idamlıklar arasında, Aliler mahkemesinin önüne çıkarıldı. Ama onu mahkûm edecek uydurma da olsa bir delil ortaya koyamadılar. Hüseyin Avni Bey,  beraat ettiğini bildiren mahkeme reisi Kel Ali’nin yüzüne karşı :“Bugüne kadar namusumdan emindim, fakat şimdi şüphe ediyorum” diye haykırdı. Ve devamla  “Hepsi de benden bîgünah ve namuslu arkadaşları astınız. Bende ne gibi namussuzluk gördünüz ki, bu şerefli ölümden  beni esirgediniz” 

Hüseyin Avni Bey  buruk bir gönülle İstanbul’a döndüBütün muhalifler gibi Hüseyin Avni’nin de gözaltı hayatı başlamış oluyordu. Tek parti siyasi komiserleri onu zaman zaman yokluyor, siyasi alâkalarını ölçmeye çalışıyordu. Nitekim, Ali İhsan Sabis Paşa hatıralarını kaleme aldığında, kendini yargıç önünde buldu. Bu gözdağı operasyonunda yargıcın Hüseyin Avni’ye yönettiği “Ali İhsan Paşa, bu kitapları ne maksatla yazmış olabilir” sorusuna verilen cevapta bir siyaset mualliminin ruhları dirilten nefesi vardır: “Bana Ali İhsan Paşa bu kitapları niçin yazdı diye sormayın. Sen niçin böyle kitaplar yazmadın, diye sorun.” Hareket Dergisi, Hüseyin Avni Ulaş’ın vefatının birinci yılında dostlarının onunla ilgili hatıralarını yayınladı. Asaf Muammer Bey, Ulaş’ın fikri yapısı ve karakteri hakkında da önemli ipuçları vermektedir: “Cerrahpaşa Hastanesi’ndeyim. Hüseyin Avni’nin yattığı karyolanın ayak ucunda rahat bir koltukta oturuyorum. Oda hususi, bizbizeyiz. Dünya hadiselerini gözden geçirerek sağa sola çata çata konuşuyoruz. Fakat onda da, bende de sevimsiz bir sohbet dermansızlığı var. Ben dermansızlığın menşeini biliyorum. Ertesi sabah saat sekizde Hüseyin Avni’ye ameliyat yapılacak. Ne düşünüyor? Bilmiyorum!”Endişesiz, âvâre bir sesle soruyorum: “Nen var senin ya hu? Dalıp dalıp gidiyorsun! Yarınki ameliyata ehemmiyet veriyorsun galiba? Hiç endişelenme, basit bir ameliyat imiş.”Hiç beklemediğim bir kahkaha atıyor: “Desene ki beni bıçaktan korkan bir tabansız sandın? Tıbbın bıçağından korkar mıyım hiç! Ancak tabibin cehlinden, soysuz gururundan korkarım! Birçok baylarımız (Bu vasfı hiç sevmez: daima istihza makamında kullanırdı) gibi kendini ehil zanneder de ‘yapıyorum’ diye insanı büsbütün kör eder maazallah... Hayır azizim, bunları düşünmüyorum, haddizatında ölümden de pervam yoktur. Kemali teslimiyetle bilirim ki bu âlemde beka yoktur; her gelen, günün birinde göçer gider. Benim için korkunç olan asıl seyyiatım, günahlarımdır birader. Beş on gün şurada dinlendim de biraz, selâmet-i akıl ile, huzur-u vicdan ile ömrümün bilançosunu gözden geçirdim: Baştan başa hüsran!”Medâr-ı teslimiyet veya neşe olsun için: “Senin ne seyyiatın olacak? Geç. Mübâlağa ediyorsun, tevazua kaçıyorsun bir hayli” dedim.Yüzünde nahoş bir ifade belirdi. Mahzun bir sesle: “Gel” dedi. “Bugün gafil ve mağrur nefislerimize uyarak özsüz lâf etmeyelim. Seninle birçok konuşacaklarım var. Hakikat şu ki, hepimiz gırtlaklarımıza kadar seyyiat içindeyiz! Halbuki, geçmiş bizden bekler, âti bizden bekler, biz ise nâdan nefsimizin peşinde bir ihtiras batağından diğer bir ihtiras batağına dalmaktayız: Ne hayrımız var, ne hasenadımız.”Birdenbire hiddete kaçan bir sesle mevzudan atladı: “Dün buraya bir ziyaretçi gelmişti. İsmi lâzım değil, kahramanlık mahramanlık diye bir sürü riyakâr lâf etti, kafamı patlattı. Zannınca can siperâne çalışmış, mecliste çekinmeden söz söylemişim, elbette kahraman imişim. Ne semahat... Ne beleş kahramanlık bu! Kendi teseyyübümüz yolundan ocağımıza sel basmış da, elbirliği etmiş, bir oturum yer kurtarmışız! Bu kadarcık da yapmasaydık hangi sûretle “Bu ülke bizim, şu muhteşem taç, şu muazzam tarih bizim” diyebilecektik acaba?Kurtardığımız bir avuç toprak için kahramanız, âlâ, ya verdiğimiz bin dönüm toprak için istihkakımız nedir? Bunu sorunca muhatabım sustu. Susar elbet. O da bilir ki hakikatin sillesi, riyânın kahpe dudağı gibi yumuşak değildir. Bir karış yer kurtardık, bin dönüm yer bıraktık, dede tâcı elimizde parçalandı. Bugün her parçası bir krala taç oldu, bunun esbabını âtî araştırır, cürmü bize sorar, günahı bize yükler. Sanma ki ben cihâdımla, varlığımla müftehirim. Haşa! Ancak aczimin teseyyübümün hayâsını duymaktayım, yarın geberir gidersem, ceddim katına hangi suratla varırım? Ömrüm devâm eder de kalırsam ahfâdıma ne yüzle bakarım?” diye kaç gündür şu yatakta titriyorum. Hüsran acısın halimize birader, hüsran!” 

HÜSEYİN AVNİ ULAŞ KİMDİR?

Babası, Kığı’lı Türkmen Ulaşoğulları’ndan “Künbetli Gençağa” lâkablı Dursunağa oğlu Mûsa, anası, Kümbetli Mehmet kızı Münîre Hanım’dır.O tarihlerde Erzurum’un Kümbet köyünde 1303 (1887) Mart’ında doğdu. 1901 yılında Erzurum Mülkiyesi’nin Ziraat bölümüne kaydolarak, ilk gençlik yıllarını bu şehirde idrak eden hüseyin avni daha sonra İstanbul Vefâ Sultânisi’ne nakletti (1907)ve idadi tahsilini burada tamamladı. Ardından İstanbul Hukuk Mektebi’ni bitirdi (1912). İstanbul’da avukat iken 1914 güzünde askere alınıp, Yedek Subay Teğmen ve Üsteğmen olarak 50. Alay 3. Bölüğü’nde Ruslar ile savaştı. 1918’de Kars’ın ve Bitlis’in kurtuluşunu gördü.Kasım 1918’de terhis edilince Kars’ta “Millî İslâm Şûrası” kurucularına "Fahri Hukuk Müşavirliği" yaptı. Erzurum’a gelince Mâliye Hukuk Müşaviri ve Vilâyet-i Şarkıyye Müdâfa-ı Hukuk-i Milliye Cemiyeti Şûbesi kurucularından oldu. İzmir’in işgâli’ ni protesto eden öncülerden ve Cem’iyyetin “2. Mıntıka Reisi” olarak çok üstün gayretlerle çalıştı. Erzurum Umûmî Kongresi’nde Bayazıt Mümessili seçildi. Kongrede “Elviye-i Selâse” üzerine “Rapor” hazırlayanların başında idi.Erzurum’dan Son Osmanlı Meclis-i Mebusânı’na seçilip, Millî Misak’ı imzaladı; sonra Ankara’ya geldi. O’nun ülkemiz ölçüsünde tanınması, 1. Meclisimizde irad ettiği ve herbiri Siyâsî Hitâbet Şaheseri olan çok delilli ve açıksözlü konuşmaları ile olmuştur. Birinci Meclis’te bu yüzden iki kere Meclis Reis Vekili seçildi.Hüseyın Avni, Milli Hakimiyet, Demokrasi ve Devlet felsefesi üzerine düşünceleri ile TBMM’nin gelmiş geçmiş en özgün fikirlerine sahip kişilerinden biri belki birincisidir. Fikirlerini hiç çekinmeden söylemesi ve herhangi bir baskı karşısında da boyun eğmeyişi ile haklı bir ün kazanmıştır.Hüseyin Avni Bey, İkinci Meclis’e seçilemedi. İstanbul’da avukatlığa başladı ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın İstanbul İl Teşkilatında vazife aldı.. Bu yüzden “İzmir Suikasti”i zanlıları arasında muhakeme edildi, ancak beraat etti. Avukatlıkta (müşterileri ürkütüldüğünden) sıkıntı çekti. Başvekil Refik Saydam’ın yardımıyla 7 temmuz 1939’da İstanbul 5. Noteri tayin edilinci ferahladı.1945’te ünlü iş adamı Nuri Demirağ’ın kurduğu Millî Kalkınma Partisi İdâre Heyeti’ndeydi.; Mesuliyet adlı haftalık gazetede ülkeye çok yararlı yazılar yayınladı.İstanbul’da 23 Şubat 1948’de rahmetli oldu. Mezarı Kandilli Küçüksu Kabristanı’nın boğazı seyreden yamaçlarındadır.

“Cepheleri tutacak olan kanundur, adalettir!.”  Diye haykırıyorduBu sözünü “Cepheler kan ağlarken bu muhalefet te oluyor” diyen  hükümet dalkavuklarına söylüyordu.  Bir hukuk bilgesi  olan Hüseyin Avni  “Hünerin, isyan ettirmemek olduğunu, isyanın panzehirinin barış olduğunu, barışın ise adil bir idare ile mümkün olduğunu, dolayısıyla sınırların  ancak kanun ve adaletle korunabileceğini söylüyordu.

21.02.2014

Bu yazı toplam 3524 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim