• İstanbul 15 °C
  • Ankara 14 °C

Yazı, Yazarlık, Modern Zamanlarda Yazar

D. Mehmet DOĞAN

“Yazarlığın tarihi insanlığın tarihi ile başlar” diyemiyoruz ama, rahatlıkla “yazarlık tarihle başlar” diyebiliriz.

Herkesin bildiği tasnife göre, tarih “yazı”yla başlar; yazı öncesi tarih öncesidir. Tabiatıyla yazarlık ancak yazıdan sonra mümkün olabilmiştir. Bununla birlikte yazarlıktan önce de söz vardı, insanlar konuşarak, sözle anlaşıyordu; yani dil insanlıkla birlikte vardı. Dolayısıyla yazıdan önce de insanlar arasında yazarların fonksiyonlarını üstlenen kişiler mevcuttu. Hatta yazılı kültüre uzun bir süreç içinde geçen toplumlarda sözle ve müzikle yazarlığı, şairliği sürdürenler zamanımıza kadar var olmuştur. Bugün hâlâ bazı Türk topluluklarında şairlere “aytışçı” deniliyor. “Ayıtmak”, “ay/ey etmek”, söylemek mânasına geliyor. Söze başlamadan önce “ay” veya “ey” diye dikkat çekmek ifade edişin başlangıcı oluyor bu durumda. Türk dünyasında şiir söyleyen ve bunu saz eşliğinde yapan kimseler bugün de Türkiye dahil, var. Bunlara Türkiye’de "âşık, halk şairi, ozan" deniyor. Türkistan’da “bahşı”lar, günümüzde de binlerce yıldır yaptıkları gibi kendilerinden geçercesine "ayıtma"ya devam ediyorlar.

Edebe dâvet!

Sanatlı yazılı veya sözlü eser mânasına kullanılan arapça “edebiyat” kelimesi, kök olarak edebden geliyor. Çok eski çağlarda “edeb”in “dâvet” anlamına geldiği biliniyor. Bunun bir ikram için dâvet olduğu kadar, iyiliğe, güzelliğe ahlâka bir çağrı olduğunu düşünebiliriz.

Kapitalizm veya sanayi öncesi toplumlarda telif eser ortaya koyan kimse olarak yazar muhtemelen ilim adamlarıyla, şiir ve nesir yazarak hüner gösteren az sayıda kişiyle, daha çok dinî telkinde bulunmak için eser ortaya koyan kişilerden ibaretti. Belki buna, devlet yönetimi gereği yazılı metinler ortaya koymakla vazifeli kişileri de ekleyebiliriz.

Kütlevî üretim ve yazarlık

Bugünkü anlamda yazar kapitalist toplumun, sanayi toplumunun eseri. Yazarlığın meslek olması için yazılanların kütlevî üretim konusu olması, ticarî değer taşıması gerekiyor. Yani, yazılı eserlerin çok sayıda basılması ve satılması, bunun sonucunda yazarın (bununla birlikte yayıncının ve satıcının) geçimini sağlaması icab ediyor. İşte matbaa, dizilmiş metinlerin basılmasını sağlayan teknoloji, bunu mümkün hâle getirmiştir.

Yazarlığın alanının son iki yüzyıl içinde genişlediği kolaylıkla görülebiliyor. Roman, hikâye, şiir vb. klasik türlerin yanında gelişen basın ve yayın araçları yeni yazı türleri gerektirmiştir. Gazete yazarlığı, daha geniş anlamda gazetecilik, temelde yazıya dayanan bir meslek hâlindedir. Diğer kitle haberleşme araçları, sesli ve görüntülü yayın vasıtaları dolayısıyla da yeni yazarlık alanları ortaya çıkmıştır. Bugün radyo metin yazarlığı, radyofonik yazarlık; televizyon veya görüntülü metin yazarlığı, senaristlik oldukça etkili hâle gelmiştir. Hatta müziğin tüketim malzemesi hâline gelmesi sonucu “şarkı sözü yazarlığı”ndan söz edilir olmuştur.

Bütün bu gelişmeler, yazarlığı günümüzde müstakil bir meslek hâline getirmiştir. Bununla birlikte, ülkemizde sırf kalemiyle, yazılarıyla hayatını kazanan çok sayıda insan yok hâlâ da. Yazarlık genellikle ikinci meslek konumundadır. Öğretmen, öğretim üyesi, hukukçu, doktor, asker, baytar, diplomat, bürokrat, tüccar ve bütün bunların yanında yazardır kişi. Geçen yüzyıldan beri ünlü yazarlarımızın birçoğu bu mesleklerle birlikte yazar olarak kendilerini tanıtmışlardır. Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Sait Faik belli bir dönemden sonra Necip Fazıl, şimdilerde Orhan Pamuk yalnız kalemiyle geçinen yazarlar arasında sayılabilir.

Gazetecilik ve yazarlık

Türkiye’de yazarlığın, gazeteciliğimizin ve yayıncılığımızın tarihiyle sıkı ilişkisi var. Birçok ünlü yazarımız gazetecilikle yazarlığı, yayıncılıkla yazarlığı birlikte yürütmüşlerdir. Günümüzde iyice kapitalize olmuş ve teknik hale gelmiş gazetecilikten önce basın mesleğinin daha fazla edebiyatla iç içe olduğunu söyleyebiriz. Bu yüzden birçok ünlü gazetecimiz, ünlü yazarlarımız arasında yer almıştır. Bunlar arasında Şinasi’den başlıyarak Namık Kemal, Ahmet Rasim, Ahmet Mithat Efendi, Falih Rıfkı, Peyami Safa ve Tarık Buğra’yı sayabiliriz.

 ve halkla ilişkiler

Ancak yazarlığın ticaret, sanayi, işletme ve yönetim vb. alanlarda kullanıldığı şekliyle bir meslek haline gelmekte olduğunu söylemek mümkündür. Bu anlamda, halkla ilişkiler ve tanıtım metinlerinin oluşturulması, bunların hedef kitleye mümkün olduğu kadar tesir etmesinin sağlanması günümüzde önemli bir konu haline gelmiştir.

Bir işi yapmak kadar anlatmak, başkalarının anlayacağı şekilde ifade etmek de önemlidir, hatta ondan da önemlidir. Böyle bakılırsa, yazarlığın bütün alanlarda işe yarar bir meslek olduğunu söyleyebiliriz. Bir makinanın kullanılışını anlaşılır şekilde yazmak da küçümsenmeyecek bir beceri gerektirir!

Yazarlık ve ahlâk

Yazarlık mesleği bizim için ahlâkî çerçeveler olmaksızın doğru tanımlanamaz. (Bütün meslekler için bu ahlâkî mesele sözkonusudur aslında). Yazarın kendisine karşı, yakın çevresine karşı, toplumuna karşı, insanlığa karşı sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukların Allah’a karşı sorumluluk bilinmeden, kabul edilmeden doğru tarif edilmesi imkânsızdır. Sorumluluklarımızı kendimiz için ve kendimize göre tarif edersek, izafileştirirsek, bu küçük hesapların akımlarına kapılmak anlamına gelir. Böyle bir yaklaşım bizi haksızlıklara karşı koymaktan, zayıfları desteklemekten, en önemlisi doğruyu söylemekten alıkoyar.

1990’dan bu yana ne değişti?

1990’da bir derginin yazarlık mesleği ile ilgili sorularından birine şu cevabı vermiştim:

“Türkiye’de yazarlık, aydın olma, hâlâ ve öncelikle ideolojik çerçevelerde tanımlanıyor. Şüphesiz aydınların, yazarların görüş, düşünce ve mücadeleleri olmalıdır. Fakat bu onların kişilik ve kimliklerinin belirlenmesinde en başta zikredilen bir husus olmamalıdır. Türkiye’de muhafazakâr aydınlar, yani 19. yüzyılın pozitivizm ve siyantizm cereyanlarının tesirinde kalarak atatürkçülükten marksizme kadar farklılaşmış görünen bir çizgide yer alan kesim, “aydın” nitelemesine yakışmayacak bir katı görüşlülük içinde bulunarak fikrî atmosferin serbestçe oluşmasını engellemektedir. Bunların fikir hayatımız üzerinde tahakkümlerinin sona ermesi bir ‘kuşak sorunu’ gibi görünmektedir. Bu kuşak taassuplarıyla birlikte ortadan çekilmeden Türkiye’de gerçek fikir hürriyetine erişmek mümkün görünmüyor. Bu noktada açık düşünceli aydın ve yazarların fikir ortamının sertleşmesini önleyici gayretlerini artırmaları gerekiyor.” (Dergâh, Ağustos 1990)

Dünya 1990’dan bu yana çok değişti. Biz bunu günlük hayatımızda kolaylıkla hissediyoruz. Bu değişmenin bilhassa pozitivist ve bilimci geçinen kesimlerce görmezden gelinmesini ise anlayamıyoruz!

21. Yüzyıl herkesi yazar yapacak!

Türkiye ideolojiyi aşmaya çalışırken, yeni teknolojilerin hayatımızı değiştirdiği gerçeğini de ıskalayamayız.

İnternet, kitaba, kâğıda dayanan medeniyete meydan okuma sayılabilecek bir yerde duruyor. Elbette hâlâ yazılı kültür ağırlığını sürdürüyor. İnternet de bu yazılı kültürü taşımaktan, yaymaktan geri kalmıyor. Yine de yazılı kültürden farklı bir kültüre doğru geçildiği hissedilebiliyor.

İtibari, sanal alem, sanal bir yazılı kültür oluşuruyor. Bu süreçte, etkileşim kavramı öne çıkıyor ve herkes bir şekilde kendini yazar konumunda buluyor.

Yaşadığımız dönem “e-kitap” gibi, “e-yazar” gibi kavramlarla tanımlanacak bir yüzyıl olacağa benziyor.

 

İnsicam dergisi, Ağustos 2021

Bu yazı toplam 195 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim