• İstanbul 18 °C
  • Ankara 23 °C

Yusuf Alparslan Özdemir: Serencamımız

Yusuf Alparslan Özdemir: Serencamımız

Yakın zamanda Milliyet Kitap ekinin soruşturmasında ‘yaşayan en büyük Türk şairi olarak lanse edilen ve çeşitli tartışmaların odağı olan Hilmi Yavuz’un ‘Türkiye’nin Zihin Tarihi’ni uzun zaman önce okumuş ve yazılanların halen geçerliliğini koruduğunu idrak etmiştim.

“Türk kültürü üzerine kuşatıcı bir söylev” alt başlığıyla Timaş etiketi taşıyan Türkiye’nin Zihin Tarihi, Osmanlı kültürü ve zihin tarihinin, günümüz Türkiye’sinin fikir hayatının oluşumunun üzerindeki etkisini bilindik Hilmi Yavuz üslûbuyla veriyor.

Hilmi Yavuz sunuş yazısında ‘ Osmanlı’nın kuşatıcı estetik ve entelektüel mirası üzerine yazılanlar, maalesef çoğu defa bilineni tekrarlamaktan veya deskriptif olmaktan öteye gitmiyor. Halbuki, onun sistemli, kavramsal ve analitik bağlamda yeniden inşası gerekiyor. Şayet bu yapılmazsa Osmanlı kültürünün büyüklüğünü, sezgisel idrakimize değil, zihinsel idrakimize mal etmemiz mümkün olmayacaktır. Bu kitap, böyle bir idrake hazırlık mahiyetinde bazı mütevazi teklifleri içeriyor. Kitaptan daha fazlasını beklemek abes olur. Bununla birlikte tekliflerimin Osmanlı kültürünün yeniden inşasında bir manası olacaksa, elbette bundan bahtiyarlık duyarım’ diyerek kitabın sınırlarını ilk elden ilân ediyor, bu iddia da zannımca gerçekleşmiş.
Osmanlı’nın Zihin Tarihi, Kültür Kimlik ve Demokrasi başlıklar altında üç bölüme ayrılan eserin ilk bölümünde “Osmanlı” hakkında yanlış bilinenler, itirazlar; ikinci bölümde Batı kültürünü örnek alıp geçmişini yok etmeye çalışan bir millete teklifler, son bölümde ise başta sivil toplum örgütleri olmak üzere yönetici ve yönetilenlere yüksek telden ikazlar var. 
Hilmi Yavuz’un ilk ve en büyük eleştirisi Sabri Ülgener, çok az da Şerif Mardin ve Fuat Köprülü dışında aydınlarımızın Osmanlı zihniyet tarihiyle kuşatıcı bir şekilde ilgilenmemeleridir. Okullarda yalan yanlış öğretilen tarihi “Emin Oktay Tarihi” olarak değerlendirir, Osmanlı’yı resmi arşiv belgeleriyle değil, başta edebi eserler olmak üzere sanat eserleriyle daha iyi tanıyabileceğimizi savunur Yavuz. Başbakanlık arşivindeki milyonlarca belgenin yalnızca üçte birinin tasnif edilebildiğini, geri kalan üçte ikisinin tasnif edilmeyi ve okunmayı beklediğini, bunun da yeni nesillere Osmanlıcayı öğretmekle mümkün olacağını savunan Yavuz, Osmanlı kültür ve medeniyetini soylu ama tepeden bakmayan, muhteşem ama insanı ezmeyen, büyük ama ürkütmeyen bir kültür olarak vurgular. 
İlk bölümdeki makalelerinde Osmanlı’da felsefe, ahilik, aydınlanma, tüketim, halifelik, hukuk gibi çetrefilli konular hakkında bilgiler ve teklifler sunan Hilmi Yavuz’un bu mühim eseri hakkında daha tutarlı değerlendirme yapabilmek adına kitapta altını çizdiğim bazı satırları aktarmak istiyorum:

‘Osmanlı kültürü eşyanın niteliğiyle değil, niceliğiyle ilgilenmiştir.’ 
‘Osmanlı İmparatorluğu’nun bürokratik ve despot bir devlete dönüşmesinin, Fatih Sultan Mehmet’le başladığını biliyoruz.’ 
Hepsi de ayrı tartışma konusu olabilecek özgün fikirler bunlar. İlk bölümdeki makalelerin Osmanlı’yı ve kültürünü farklı bir cepheden tanımaya ve değerlendirmeye yol açacağı tartışmasız bir gerçek, kanaatimce… 
Genişçe bir yer ayrılan Osmanlı müşahadelerinden sonra Türk kültürüne geçiyor yazar, ikinci bölümde. Türk kültürünün kökenlerinin tanımlanması ve temellendirilmesinin şart olduğunu ileri süren Hilmi Yavuz, Cumhuriyetten sonra Batılılaşma ve Batıcı dünya görüşünün egemenliği altına giren Türk kültür ve fikir hayatının İlhan Selçuk gibilerinin iddia ettiğinin aksine Osmanlı kültüründen ve tarihi geçmişinden soyutlanamayacağını özellikle vurgular, Türk tarihini Cumhuriyetin ilanından başlatıp, öncesini tamamen yok sayan sözde aydınlara şiddetle karşı çıkar. Daha sonra Türk felsefesinden, özellikle Ziya Gökalp ve Hilmi Ziya Ülken’den bahseden Yavuz, Türk kültürünün sistemleştirilmesi ve temellendirilmesi işine soyunur, burada da uzun uzun Ahmet Hamdi Tanpınar’ı konu edinir, son kitabıyla epey bir aşağılanan Murat Belge’yi haklı olarak eleştiren duyarlı aydınlar kervanına dahil olur. Köylülük, ötekilik, lümpenlik, burjuvazi, Batıcılık, parçalı kimlikler, ulusal kişilik, aydınlar, musikimiz kitabın bu bölümünde değinilen belli başlı kavramlar. 
Türkiye’nin Zihin Tarihi’nin son bölümünü oluşturan ‘demokrasi’ başlığı altındaki metinlerde sivil toplum örgütleri, tek partili hayat, çokseslilik ve Türk jakobenizmi irdeleniyor; Atatürkçü Düşünce Derneği’nin sivil toplum örgütü değil, devletin bir derin kurumu olarak kabul edilmesi gerektiği ve  Attila İlhan odaklı eleştiriler de bölümün ekstraları olarak okuru bekliyor.

Geçmişimizden, geleneklerimizden, tarihimizden ve kültürümüzden uzaklaşmaya yol aldıran yayınların istilâsının devam ettiği keşmekeşte ‘Türkiye’nin Zihin Tarihi’, adeta nefes aldırıyor bizlere. Osmanlı, Türk kültürü ve demokrasisi üzerine sadece bilgi vermeyen, kuşatıcı yorumlar ve özgün teklifler sunan kitabı tekrardan okumak ve tartışmaya açmak faydalı olacaktır kanaatindeyim.

Bu haber toplam 261 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim