• İstanbul 18 °C
  • Ankara 23 °C

Yusuf Alpaslan Özdemir: BİR AYFER TUNÇ ÜÇLEMESİ

Yusuf Alpaslan Özdemir: BİR AYFER TUNÇ ÜÇLEMESİ
Ayfer Tunç’un roman üçlemesi; gerek yakın tarihi çağrıştıran kurgusuyla, gerekse sosyolojik çıkarımlarıyla dikkatle okunacak bir seri

Ayfer Tunç okumanın özellikle bu postmodern zamanlarda iyi geleceğine inanıyorum; çünkü günümüzün modası ve benim hiç tasvip etmediğim vak’asız kurgu metinlerinden gına geldi, hem silkinip bir nefes alırız, hem de Ayfer Tunç’un kurgu dışı kitaplarıyla da ülkemizin ve dünyanın ahvaliyle ilgili ufuk açıcı fikirlerine kavuşuruz.

Ayfer Tunç okumaya nereden başlamalı ve kitaplarını hangi sırayla okumalı sorusuna cevabıma gelince…

İlk tahlilde yeni bir yazarı okumaya en iyi kitabından mı yoksa en zayıfından mı başlamak gerek, bu kişiye göre değişir. İyi-kötü eser gibi görece bir kavramda söylediklerimi bariz temel çerçeve ve kalıplarda düşünün lütfen. İyi kitaptan sonra zayıf kitap nasıl gider, iyi düşünmek gerek; bu yüzden ben de en iyi kitap ya da kitaplarıyla başlamanın yazara haksızlık olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu eserlerden sonraki eserleri asla aynı tadı vermiyor bence, dolayısıyla normalde önce okumuş olsak beğenebileceğimiz eserler bizde bir olmamışlık hissi uyandırıyor. Genç hikâyecimiz Recep Kayalı’da bunu yaşadım, yaşıyorum meselâ. ‘Taşın Dediği’ zirveydi, hatta Kayalı daha iyi hikâyeler yazmayı nasıl başaracak diye de aklımdan geçirmiştim. Beklenti büyük olunca sonraki hikâyelere doğal olarak haksızlık oldu, algılarım beni yanılttı belki de yani. Bu nedenle ‘Deliler Evi’nin Ayfer Tunç'un kesinlikle en son okunması gereken romanı olduğunu rahatça söyleyebiliriz. “Bu kitapta Karadeniz'in adlandırılmamış bir şehrindeki akıl hastanesiyle doğrudan ya da dolaylı bağı bulunan yüzden fazla karakter anlatılıyor. Roman boyunca laf lafı açıyor ve beş yüz sayfa boyunca Osmanlı’dan günümüze kadar geçen süreçteki hemen her önemli toplumsal olaya değinen, neşteri kendi toplumuna vurmaktan asla çekinmeyen müthiş bir Türkiye panoraması sunuluyor Ayfer Tunç tarafından.” Ülkemizde okunup sevilmekle kalmadı, başka dillere de çevrildi. Eminim onlar da sevmişlerdir, ya da seveceklerdir.

O zaman hangi kitapla başlayalım? “Gerek seksen sekiz sayfa olması gerekse Ayfer Tunç edebiyatının temel ögelerinin neredeyse hepsini barındırması hasebiyle Aziz Bey Hadisesi, daha önce Ayfer Tunç okumamış olanlar için doğru bir başlangıç olabilir. Aziz Bey Türk Edebiyatı'ndaki en unutulmaz karakterlerden biri oldu hatta.

Perde arkasını bilmeyenlere başta aşk gibi görünse de aslında 12 Eylül'ün tarifsiz acılarını anlatan deneysel bir roman olan ‘Suzan Defter’, başlangıçta okunabilecek bir diğer roman Ayfer Tunç külliyatında.

ROMANLARINDAN BAŞKA?

Romanlarını öne çıkardık lâkin Ayfer Tunç iki bin onlu yıllara kadar öykücü olarak tanınan ve sevilen bir kalemdi. Hafızam beni yanıltmıyorsa Murathan Mungan'ın ‘Bir Dersim Hikâyesi’ seçkisi için yazdığı ‘Yük’ dışında bir daha hikâye yazmadı. Üzücü!

Üç hikâye kitabı da "Hikâye anlatmayan hikâye" tuzağına düşmeyen hatta bazen de anlatmaktan bitirilemeyen hikâyelerden mürekkep. Kırmızı Azap’ı, Evvelotel - Saklı’yı, Mağara Arkadaşları’nı sıra gözetmeksizin keyifle okuyabilirsiniz.

Yazımın sonuna yaklaşıyorum. Ayfer Tunç'un üç kurgu dışı kitabına da kısaca değineyim. Bunların ilki yetmişli yıllardaki hayatımızı anlattığı ‘Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek’ adını taşıyor. Çok sevildi, çok sattı, hakkında epey bir yazı çıktı, yazarıyla söyleşiler yapıldı. Tam bir nostalji yolculuğu ve hüzün numunesi.

İkinci kurgu dışı kitabı ‘Ömür Diyorlar Buna’ tanıtımında "Öyküleşmiş söyleşiler ya da söyleşilmiş öyküler" diye tanımlanıyor ve Ayfer Tunç'un gazetecilik yaptığı dönemin meyvesi bir kitap. Muhabirlerin özellikle ilgisini çekebilir bu kitap, mesai arkadaşlarıma küçük bir tüyo.

Tunç’un son kurgu dışı kitabı ise İletişim Yayınları'nın Memleket Kitapları dizisinden çıkan ‘Memleket Hikâyeleri’: Muhtevası adında gizli.

Meraklısı Ayfer Tunç’u daha da yakından tanımak isterse o zaman ‘Karanlıkta Kelimeler’i de okuyabilir, iyi de eder. Ayfer Tunç'un Handan İnci'yle yaptığı dört yüz sayfalık bir söyleşi kitabı ‘Karanlıkta Kelimeler’ bu ve “Ayfer Tunç'un çocukluğuna, ailesine, edebiyat serüvenine, memleketine ve memlekete, okuduklarına ve yazdıklarına, zaman zaman da özel hayatına dair hiçbir yerde bulamayacağınız bilgiler içeren bir hazine”. Kitaplarını okuduktan sonra cilâsı olur…

HACİMLİ AMA SIKICI DEĞİL

Ayfer Tunç’un üçlemesinin ilk romanı ‘Kapak Kızı’, sonra ‘Yeşil Peri Gecesi’ ve son olarak ‘Osman’. Olayların merkezindeki Şebnem, kocası Osman, Osman’ın ailesi, sanatçılar ve zenginler vs. okura kapitalizmden, aile bağlarına… pek çok konuda önemli mesajlar/dersler veriyor. Üçleme sayesinde Ayfer Tunç’un yazı serüveninin gelişim çizgisini takip edebilme imkânı da buluyoruz demek isterdim ama Tunç Başta Kapak Kızı, çoğu kitabının yeni baskılarında düzeltmeler, daha doğrusu geliştirmeler yaptığı için buradan kesin hükümlere ulaşmamız düşük bir ihtimal.

Üçlemedeki kitaplar birbirinden bağımsız okunabilir, sıralamaya bağlı kalma zaruretimiz yok demiştim.  Hatta Ayfer Tunç bir söyleşisinde önce Osman’ı ardından Yeşil Gece Perisi’ni okumanın, Osman’ı tanımak ve içinde bulunduğu koşullarda değerlendirebilmek için faydalı olabileceğini söyler. Yani Kapak Kızı’nı okumadan Yeşil Peri Gecesi veya Osman anlaşılmaz, kopukluklar olur diye düşünmeyin. ‘Kapak Kızı’nın daha yavaş ilerlediğini, olay çeşitliğinin daha az olduğunu da baştan vurgulayayım; Kapak Kızı’nı üçleme içinde bir nevi, tanıma ve tanışma adımı olarak da görebiliriz.

Üçlemenin merkezinde hayatı boyunca çalışmamış, menfaatlerine göre hareket eden, ilk kitapta nefret ettiğimiz son kitapta acıdığımız Osman ve güzelliği dillere destan, çocukluğunda büyük acılar ve travmalar yaşamış, güzelliğini intikam aracı olarak kullanan Şebnem var.

Kapak Kızı 264, Yeşil Peri Gecesi 472 ve nihayet Osman 504 sayfa; yani üçleme hacimli ama sıkıcı değil, sürükleyici bir dili var Ayfer Tunç’un.

KAPAK KIZI

Bu girişten sonra üçlemenin ilk kitabı ‘Kapak Kızı’na geçebiliriz. İlk yayınlanma yılı 1990 olan Kapak Kızı’nı 24 yıl sonra, 2004 yılında yeniden kaleme alan Ayfer Tunç, kendisiyle yapılan bir söyleşide bu durumu şöyle açıklıyor: “Sözün har vurup harman savrulduğu bu romanın elden geçebileceğini düşündüm.” Bir diğer etken de “söz ekonomisine önem vermediği” şeklinde yapılan bir eleştiridir.

Kapak Kızı’nda da bir Ayfer Tunç klâsiği olan çok fazla karakter vardır yine, hepsi de vazgeçilemezdir ama. Osman’ı burada Şebnem’in kocası olarak görüyoruz ama üçlemenin son iki kitabında durumlar değişecek.

Kapak Kızı’nda asıl kahraman Şebnem yer almaz. Şebnem, ‘Yeşil Peri Gecesi’nde sahneye çıkacaktır ve ilk kitaptaki pek çok sorunun kökenlerine de ikinci kitapta ulaşacağız. Belirgin bir anlatıcı da yoktur ‘Kapak Kızı’nda.

 ‘Kapak Kızı’nda olaylar bir tren yolculuğu sırasında geçer: Şebnem’in annesinin kuzeninin kızı Selda ve amcasının oğlu Ersin, Ankara – İstanbul arası bir tren yolculuğunda tanışırlar. Selda ve Ersin’in trenin yemek bölümünde aynı masaya oturmaları ile başlayan ve o lokantada çalışan Bünyamin’in etkileşimi ile devam eden konuşmalar ve geri dönüşler tren yolculuğu boyunca sürer, yolculuğun bitmesiyle nihayete erer konuşmalar, daha doğrusu hatırlamalar. Romanın başındaki şef garson Bünyamin’in’ iç konuşmaları, eşiyle ilgili sanrıları dikkat çekicidir; zira bu kısımlarda hayata dokunan pek çok unsur bir arada verilir.

Şebnem’in amcası zengin ve varlıklı Süleyman’ın oğlu, Şebnem’in eski erkek arkadaşı Ersin ve Selda sohbet boyunca Şebnem’in bir dergiye verdiği pozlar üzerinden kendilerini ve hayatı sorgularlar. Selda kendi karşıtı gördüğü Şebnem’i anlamaya çalışır, onun yaşadıklarından dolayı hayattan öç aldığını savunur.

YEŞİL PERİ GECESİ

Üçlemenin ikinci kitabı ‘Yeşil Peri Gecesi’nde söz sırası asıl kahramanımız Şebnem’dedir. Kapak Kızı’nda tren yolculuğu ile başlayıp biten olayların kökenine, sebep ve kısmen sonuçlarına bu kitapta girer yazar. Şebnem; acı dolu çocukluğunu, dağılan ailesini, anne ve babasını, neden o pozları verdiğini, Osman’la evliliğini ve son olarak Emniyet Müdürü ile yaşadığı skandalı ve sebep olduğu yıkımı uzun uzun anlatır. Kitapta yer aldığı gibi; “Şebnem’in tepesinde asılı kalmıştır ağır yaralı çocukluğu”. Annesi ile hesaplaşmasında da “hayatta bir köküm yok” der Şebnem.

Vakayı kısaca şöyle özetleyebilirim… Şebnem’in babası bir iş kazası geçirir ve kolunu kaybeder. Bu kaza mutlu aile hayatını alt üst eder. Meselâ; Şebnem’in annesi ve amca arasındaki yasak aşkın sonucu boşanma olacaktır. Bu travmayı atlatmak Şebnem için çok zordur ve başka olaylar da yaşanır.

Şebnem çok güzeldir ve bu güzelliğini insanlardan intikam almak için kullanır hep. Kitabın arka kapağında yazıldığı gibidir ‘Yeşil Peri Gecesi’; “Cumhuriyet elitlerinin düşkün kuşakları ile orta sınıfın can çekişen tutunamayanlarının karşılaştığı trajik bir karnavala dönüşen kapak kızının romanı.”

Ayfer Tunç, ‘Yeşil Peri Gecesi’nde kalemini kelimenin tam manasıyla acımasızca kullanmış, yoz bir yaşamın safhalarını ve örneklerini tüm çıplaklığıyla okurun önüne sermiştir: Osman, menfaatlerine ulaşma yolunda her şeyi mübah gören, hatta karısı Şebnem’in gözünün önünde başka erkeklerle yakınlaşmasına göz yuman, ilkesiz ve sefil biridir, nefret edilesidir. Şebnem’in annesi ise önce kocasının kardeşiyle, sonra pek çok erkekle düşüp kalkacaktır. Romanda, daha pek çok olumsuz örnek yer alıyor, biz bu kadarla iktifa edelim.

Yeşil Peri Gecesi’nde Şebnem’in “çok yakışıklıydı ama elleri hiç güzel değildi,” dediği kocası Osman’la ilgili bu detayın yarın bahsedeceğim ‘Osman’ kitabında, Osman’ın son yıllarını birlikte geçirdiği Pakize’nin “Osman’ın ilk elleri dikkatimi çekti. Çok güzellerdi, tam piyanist eliydi,” demesi okuru kadınlar hakkında farklılıklar namına belli düşüncelere yöneltebilir.

Edip Cansever, Oğuz Atay ve Turgut Uyar gibi pek çok şair ve yazardan alıntılarla zenginleşen romanda Ermeni komşularla iyi geçinme detayının da olduğunu yazmadan geçmeyeyim.  

OSMAN

Nihayet, üçlemenin son kitabı olan ‘Osman’a geldik…

Ayfer Tunç’un, kitabın adını ‘Osman’ seçmesi kahramanına ne kadar güvendiğini, ne kadar önemli olduğunu gösterir. Demek ki Osman, kitaba ismini verecek kadar güçlü bir karakter. Öyle ki sahafta bulduğu Osman’ın günlükleri üzerinden konuyu başlatan ve ilerleten kişi de yazarın tercihiyle Osman’ın önüne geçmemesi namına ismi de işi de açıklanmaz romanda.

Osman’da da Ayfer Tunç’a özgü karakter bolluğu, sürükleyici vaka örgüsü ön plânda. Yan karakterler de bir şekilde ana kahramanlarla irtibat halinde; herkes anlatımın bir parçası. Bunu hünerle yapan yazar sayesinde; ne konunun unutulması, ne de akışın sekteye uğraması söz konusu oluyor. Bir başka deyişle karakterlerin her birinin başlı başına rahatlıkla bir kitap konusu olabileceğini de rahatlıkla söyleyebilirim.

 Öte yandan Osman’da ve önceki yazılarımda da üzerinde durduğum üçlemenin diğer kitaplarında sorunlar ve pürüzler de yok değil. Tekrarlar ve bazı gereksiz detaylar yine var ne yazık ki. İlk kitabı ‘Kapak Kızı’nda kelime ekonomisine dikkat etmemekle suçlanan ve bu nedenle bu romanı adeta yeniden yazan Ayfer Tunç aradan 25 sene geçmesine rağmen dersini alamamış görünüyor. Elbette bin küsür sayfadan mürekkep uzun bir metinden bahsediyoruz, bazı hatalar gözden kaçabilir diyeceğim ama diğer kitaplarında da benzer bir aksaklık vücut bulduğu için bu soruna bir neşter vurulması gerektiğini de belirtmemiz gerek.

Bir tren yolculuğunda geçmişin hatırlanması, daha çok da Şebnem’in kapak kızı olması üzerinden ilerleyen ‘Kapak Kızı’ndaki değişken anlatıcı, ‘Yeşil Peri Gecesi’nde tek başına Şebnem olmuştu. Osman’da ise belirli bir anlatıcı yok. Olaylar günlükler ve söyleşiler üzerinden anlatılıyor. Böylelikle Ayfer Tunç kurguyu sağlamlaştırmıştır
Bu kitapların bir üçleme gibi de, bağımsız da okunabileceğini ama hepsinin birbirine bağlı olduğunu tekrardan hatırlatayım. Hatta Ayfer Tunç bir söyleşisinde önce Osman’ı ardından Yeşil Gece Perisi’ni okumanın, Osman’ı tanımak ve içinde bulunduğu koşullarda değerlendirebilmek için faydalı olabileceğini söylediğini de yazmıştım, hatırlarsınız.
Kurgu metinlerdeki klâsik giriş, düğüm ve sonuç bölümü de yok Ayfer Tunç’ta, Osman’ında. Roman boyunca anlatının tonu aynı şiddette devam ediyor. Buna karşın kitaba tam anlamıyla bağlı kalıyor okur; merak ve heyecan hep yerli yerinde.
‘Osman’da vaka günlükler ve röportajlarla desteklendiği için Osman’ı kendi dilinden dinlerken, çevresindekilerin de onu nasıl gördüğünü anlama imkânına sahibiz. Böylece Osman’ı kendi günlüklerinden tarafsız bir şekilde dinlerken, etrafındakilerin gözlüğüyle derinleştirebiliyor, eleştirebiliyoruz.

 ‘Osman’ın yapı ve dil özelliklerine değindikten sonra vak’a örgüsüne nüfuz edebiliriz artık.
Roman etkileyici bir sahneyle başlıyor. Osman’a çalıştığı caz barın önünde bir kamyon çarpıyor ve kahramanımız ölüyor. Varlıklı bir hayattan sefalet dolu bir hayata geçiş yapan Osman’ın intihar mı ettiğini, yoksa bir kaza neticesinde mi öldüğünü tam olarak öğrenemiyoruz. Ayfer Tunç bu konudaki merakı roman boyunca canlı tutuyor, merak içinde bırakıyor okurunu, ama yazık ki gerçeği de faş etmiyor.

Osman kelimenin tam mânâsıyla her şey olmak isteyen ama hiçbir şey olamayan, babasını yenememiş, babası ve kardeşi Teoman’ın gölgesinde sürekli ezilmiş bir adam. Baba zengin ve başarılı, öte yandan da egosu şişkin bir doktor. Tutum ve davranışlarıyla anneyi de Osman’ı da sindirmiş. Babsı Necmi Bey’in Osman’da beğendiği tek yön piyano çalmasıyken diğer çocuğu Teoman’ı sürekli pohpohluyor, örnek gösteriyor. Nihayetinde ortaya kendi gibi acımasız ve kibir abidesi bir Teoman çıkıyor.

Osman, yaşadıklarının da tesiriyle ölen annesinin ardından mirastan kendine düşen payı alarak baba evinden ayrılma kararı alıyor. Babası, onun para harcama şeklini bildiğinden önce buna ikna olmasa da sonra izin vermek zorunda kalıyor Necmi Bey.

Acımasız ve duygusuz bir babayı öldürmek dahil her türlü hissi içinde barındıran Osman, dolaylı yollardan buna vesile de oluyor. Şöyle ki; babası hasta olduğu bir gece her zaman ilk aradığı, teşvik ettiği oğlu Teoman’a ulaşamayınca Osman’ı arıyor. Osman ise nabza göre şerbet vermekten, maskeli dolaşmaktan, para bulmak için taklalar atmaktan uykusuz ve yorgun. Kalkması kolay olmaz bu yüzden, ‘biraz uyuyup giderim, ne olabilir ki?’ diye düşünüp uykuya dalıyor. Sabah bir telefonla uyanıyor, babasının ölüm haberini alıyor. Bu ölüm karşısında son derece duygusuzdur kahramanımız; “Aslında vicdan azabı duymak istiyorum baba, gerçekten. Seni öldürmüş sayılırım çünkü. Ama öyle garip ki sözcükler: BABA, VİCDAN, ÖLÜM, hepsi ANLAMSIZ sesler gibi geliyor.”
Aslına bakarsanız Osman’ın, babasını (hatta hiç kimseyi) öldürecek cesareti yok. Yemek, içmek ve lüks takılmaktan başka hiçbir şey bilmeyen, hiç çalışmamış bir adamda mücadele ne gezer, değil mi?
Antikaya meraklı, müzikten özellikle piyano çalmaktan iyi anlayan Osman’ın, diğer bir deyişle yarı entelektüel bireyin çöküşü de addedebileceğimiz sonu sürpriz olmayacaktır. Osman’ın arkadaş çevresi de entelektüel ve maddiyatta zengin yönünü destekler mahiyettedir; biri yalıda doğmuş, ünlü bir cerrahın oğlu; bir diğeri başarılı bir mühendisin çocuğu gibi. Amma velâkin bu zengin babaların bu zenginliği elde edebilmek ve koruyabilmek için çalışmayı abartmaları istenmeyen neticelere sebep oluyor.

Osman aslında sahip olduğu imkânları ve fırsatları değerlendirebilseydi başarılı olabilir, hayatına farklı bir yön çizebilirdi. Sonuçta iyi okullarda okumuştu, çevresi babası ve kardeşi Teoman sayesinde oldukça genişti, dil biliyordu, sanattan anlıyordu. Babası onu iyi bir şirkete bile yerleştirmişti ve üstelik CEO’dan da torpilliydi. Osman müzik hayali için de, başka şeyler için de çabalamıyor. Bunun faturasını karısı Şebnem’in gözünün önünde başkalarıyla yakınlaşmasına ses çıkar(a)mama dahil ağır ödüyor tabi. Burada sesli düşüneyim… Asıl isteği müzik Osman’ın hayatını kurtarabilecek miydi, sanat karın doyurur muydu? gibi meseleler de ima edilmiş olabilir yazar tarafından, ne dersiniz?

Osman’da ucu açık kalan pek çok soru var. Az önce dediğim gibi Osman’ın intihar mı ettiğini yoksa kaza sonucu mu öldüğünü öğrenemiyoruz. Şebnem’in her şeyi daha da kötü hale getiren, işleri çıkmaza sokan ve pek çok yakınının düzenini alt üst eden Emniyet Müdürüne kumpası neden yaptığını, bombanın pimini neden çektiğini ve nerede, ne yaptığını hatta yaşayıp yaşamadığını bile öğrenemiyoruz ‘Osman’da. Ancak bu durumun anlatıya güç katan, inandırıcılığını arttıran bir etki bıraktığını da eklemeliyim; tabi bu kişiye göre değişir.

&&&

‘Yeşil Peri Gecesi’nde Osman’ın vurdumduymazlığından, ahlâk anlayışından, zayıf karakterinden ve menfaatlerini elde ettiği her şeyi mübah görmesinden dolayı Osman’a çok kızmış, ondan nefret etmiştik. Son kitap Osman’da ise Osman’a acıyoruz.

Son kitap dedim ama kim bilir Ayfer Tunç üçlemeye bir dördüncü kitabı da eklemeyi düşünebilir. Herkes konuştu ama olayların odağındaki isimlerden Teoman hiç konuşmadı ne de olsa…

 

 

 

Bu haber toplam 3203 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim