• İstanbul 16 °C
  • Ankara 12 °C
  • İzmir 16 °C
  • Konya 10 °C
  • Sakarya 14 °C
  • Şanlıurfa 20 °C
  • Trabzon 16 °C
  • Gaziantep 18 °C
  • Bolu 12 °C
  • Bursa 16 °C

Yusuf Kaplan'dan: Türkiye vuruluyor, Türkiye! 'İnsanlığın ruhu' yani!

Yusuf Kaplan'dan: Türkiye vuruluyor, Türkiye! 'İnsanlığın ruhu' yani!
Türkiye, tam anlamıyla kapana kıstırıldı: İçeriden ve dışarıdan! İçerideki kapan, hem dışarıdan bütünüyle bağımsız değil, hem de birkaç yılın ürünü değil; birkaç yıllık bir iş değil bu.

 

* * *

Türkiye'nin sorunları, yalnızca Türkiye'nin sorunlarından ibaret değildir ve yalnızca Türkiye'yi ilgilendiren sorunlar da değildir.

Bu tespitimin en somut kanıtı, PKK sorunudur. PKK sorunu, sadece Türkiye'nin sorunu değildir. Suriye'nin de, İran'ın da, Irak'ın da sorunudur.

Dahası, PKK sorunu, Türkiye'nin ve bölgenin öncelikli sorunu değildir. Son durum, sonuç/lar, bizi yanıltmasın! PKK sorunu, bölgenin geleceğinin, kendi geleceklerini belirleyeceğini bizden daha iyi bilen bölge dışındaki aktörlerin öncelikli sorunudur. PKK sorunu, öncelikli olarak küresel aktörlerin, yani öncelikle İsrail'in, ABD'nin, İngiltere'nin, Rusya'nın ve Almanya'nın sorunudur.

Nasıl yani? Şöyle: PKK biterse, İsrail'in de, İngilizlerin de, ABD'nin de, Rusya'nın da, Almanya'nın da özelde Türkiye'yi, genelde bölgeyi kontrol altında tutabilme imkânları da biter; suya düşer.

 

* * *

Buradan Kürt meselesine gelmek zorundayız: Kürt meselesini, sadece Kürtlerin meselesi olarak gören insanlar, aynaya, yani yakın tarihe ve bölgenin karmaşık etnik ve mezhebî haritasına ve yaklaşık yüzyıldır bu haritanın sömürgeciler tarafından bölgeyi karıştırmak, birbirine düşürmek ve bölge üzerindeki kontrollerini sürdürmek için nasıl barbarca kullanıldığına baksınlar lütfen!

Bölgedeki Kürt halklarının haklarının ihlal edilmesinin, hiçe sayılmasının, bu insanların insan yerine bile konulmasının biri görünmez, biri de görünür iki temel nedeni var: Görünmez neden, milliyetçilik, sosyalizm ve liberalizm gibi seküler ideolojilerdir.

Görünür neden de, dünyanın en homojen bölgesini ulusal sınırlarla bölen, birbirinden ayıran ve zaman zaman birbirine düşüren sosyalist, kemalist, baasçı seküler ulus devletlerdir.

 

* * *

Milliyetçilik, sosyalizm, liberalizm gibi seküler ideolojiler, sadece Kürtlerin değil, Türkler de dâhil bölgedeki bütün halkların ruhunu çalmış, kardeşlik ruhunu ve hukukunu yerle bir etmiş, bize Türk milliyetçiliği, Arap milliyetçiliği, Fars milliyetçiliği, Kürt milliyetçiliği gibi bu coğrafyanın en büyük ortak paydasını, hem de derinden sarsarak, sarıp sarmalayarak, hepimiz kardeş kılarak sunan ümmet bilincini, kardeşlik, dayanışma ve etkileşim ruhunu yok eden pagan, ilkel, çatışmacı, ayrışmacı seküler aidiyet biçimleri, ayırım çizgileri ve çatışma alanları armağan etmiştir!

Sekülerizm ve seküler ideolojiler, bölge halklarını önce birbirinden soğutan, sonra birbirinden ayıran, koparan ve son olarak birbirine düşman yapan tohumları eken saatli bomba işlevi görüyor. İyi de, bunu kim görüyor, görebiliyor ki, şu çorak ülkede!

Sekülerizm, etnik, dünyevî, kültürel arızî ayırımları aslî ayırımlar olarak sunan, etnik duyarlıkları, kültürel farklılıkları, yapay sınırları mutlaklaştıran patlamaya hazır bir bombadır.

Bölge, Osmanlı medeniyeti çöktükten sonra un ufak edildi ve seküler ideolojilere mahkûm edilerek muazzam bir şekilde güdüldü!

PKK, Suriye sorunu vesaire birer sonuçtur. Asıl meseleye bakalım. Bu yıkıcı sonucu doğuran nedenler üzerinde kafa yoralım lütfen.

 

* * *

Önce şu yakıcı gerçeği zihnimize kazıyalım öncelikle: Bölge bağımsız değil. İran dışında, bölgede siyasî bağımsızlığa sahip ikinci bir ülke yok. İran'ın sorunu kendiyle... Şii yayılmacılığı açmazı, İran'ın beklemediğimiz ülkeler ve aktörler tarafından kullanılmasına yol açıyor ve bu da İran'ın bağımsızlığına gölge düşürüyor...

Bölgenin bağımsızlığı, sadece teritoryal (toprak) bağımsızlığıdır: Bölge halklarının zihni sömürgeleştirilmiş, seküler ideolojilerle epistemolojik ve ontolojik bağımsızlıkları yok edilmiştir.

 

* * *

Başta Türkiye olmak üzere, medeniyet kimliğini ve ufkunu, iddiasını ve ruhunu kaybettiği için, bölge, yönsüzleşti; yönünü yitirdi: Ya gönüllü olarak, ya da zorunlu olarak seküler ideolojiler tarafından teslim alındı: İkinci Paylaşım Savaşı'ndan itibaren açık ve doğrudan sömürgecilik dönemi -sömürgecilere külfet ve yük getirdiği görüldüğü için- sona erdirildi; ama yerini, örtük ve dolaylı yeni-sömürgecilik biçimleri, zihnî ve kültürel sömürgecilik biçimleri aldı. Yeni sömürgecilik biçimleri açık ve doğrudan değil, örtük ve dolaylı olduğu için kolaylıkla fark edilemiyor; o yüzden öncekinden daha tehlikeli.

 

 

* * *

Türkiye, tam anlamıyla bağımsız değildir: Türkiye'nin bağımsızlığı teritoryal bağımsızlıktan ibarettir. Ekonomik açıdan, Türkiye'nin değil, sadece küresel-kapitalist sistemin çıkarlarını koruyan 350 kişilik tuhaf bir ailenin hükmettiği bir ülke bağımsız olabilir mi?

Entelijansiyası, dolayısıyla sanat, düşünce, kültür ve medya dünyası, toplumun varoluş dinamiklerini dinamitleyen seküler şebek/e/ler tarafından yönlendirilen bir ülke epistemolojik ve ontolojik bağımsızlığını çoktan yitirmiş değil midir?

Bütün kurumları, kendilerini, bu toplumun bugünlere gelmesini sağlayan medeniyet iddialarını ve dinamiklerini inkâr üzerine kurulan ve işleyen bir ülkenin bağımsız olduğunu söylenebilir mi?

 

* * *

Tarihte, bizden başka büyük bir medeniyet yürüyüşü gerçekleştirip de medeniyet iddialarını terk eden, yok sayan, inkâr eden ve kendi dinamiklerini sömürgecilerin işgallerine gerek kalmadan dinamitleyen, sömürgeleştirilemediği hâlde kendi kendini sömürgeleştirme aymazlığına soyunan başka bir ülke var mı? Neden yok?

Yok; çünkü hâkim Batı uygarlığının ürettiği seküler-kapitalist sisteme meydan okuyan sadece bizim ürettiğimiz medeniyet tecrübesiydi: Batılıların bütün dünyayı sömürgeleştirdikleri bir zaman diliminde, çöküş asrının dâhî çocupu Ahmet Cevdet Paşa, o yüzden, 'Osmanlı, insanlığın son adasıdır' derken, ne dediğini çok iyi biliyordu: Hem kapitalist, sömürgeci ve emperyalist Batı hâkimiyetinin önündeki yegâne engel, hem de Batı dışındaki dünyanın yegâne umuduydu Osmanlı, son demlerini yaşarken bile...

Abdülhamid, Güney Afrika'dan Endonezya'ya, Kırım'dan Hindistan'a kadar sömürgeciliğe maruz kalan bütün Müslümanların ve kimsesizlerin umutlanmalarının yegâne sembolü ve aktörüydü. Tamam, Osmanlı en zor dönemlerini yaşıyordu ama yine de yok olmamak için direniyordu: Ta Hicaz'a kadar demiryolu döşüyordu... Japonyalara, Kırımlara, İrlandalara kadar sömürgecilerin pençesinde kıvranan mazlum insanların ve halkların imdadına koşabiliyordu...

 

* * *

Osmanlı yaşadığı sürece, yeniden toparlanabilir ve en azından İslâm dünyasını toparlayabilirdi... Tayyip Erdoğan'ın 'one minute' çıkışının bütün dünyanın en kuytu köşelerindeki kimsesizlerin sesi ve umudu olarak algılanması, bu umudun hâlâ yeşertilebileceğinin bizim dışımızdaki dünya tarafından kavrandığının ve böyle bir çıkışın beklendiğinin en çarpıcı göstergesi/ydi...

 

* * *

Osmanlı durduruldu ve yeni kurulan Türkiye, seküler-kapitalist sisteme itiraz etmemeye ikna edildi. Medeniyet kurucu ve medeniyeti koruyucu iddialarından vazgeçmesi şartıyla, en azından, teritoryal bağımsızlık verildi Türkiye'ye...

 

* * *

Sonunda Türkiye iddialarını, rotasını ve yönünü yitirdi: Yönünü yitirmiş bir ülke, hiçbir zaman ön alamaz, öncülük yapamaz, oyun filan kuramaz.

Öyle bir yön yitimi ki, bu, bu meşum Kürt meselesi dolayısıyla karşılaştığım türlü tuhaf adamlara, 'biz kardeşiz!' diyorum; adam kaptırmış kendisini bir etnik kimlik ve bağımsız devlet sevdasına; 'ne kardeşi?' diyerek ve ateş püskürerek uzaklaşıyor oradan...

Nedir bu? Bitişin adıdır... Kopuşun, savruluşun ve yokoluşun işaret fişeği... Yönünü yitiren insanların önlerini bile göremeyecek kadar birbirlerine karşı körleşmelerinin adı...

 

* * *

Mesele, PKK veya Suriye meselesi değil. Mesele, bizim, bizi biz yapan ruhu kendi ellerimizle delik deşik etmemizdir. Bu ülkede bizim her türlü zorluğa birlikte göğüs germemizi, küffara karşı omuz omuza savaş vermemizi, bin yıl bu topraklarda insanlığa örnek olabilecek yegâne kardeşlik, hakkaniyet, adalet, sulh ve selâmet medeniyetinin temellerini birlikte atmamızı mümkün kılan ruhu yitirmemizdir: Biz ruhunu... Kardeşlik ruhunu... Birlikte varolma ruhunu... Her türlü zorluğa birlikte göğüs germe ruhunu...

Şimdi burada, etnik Türk ve Kürt kimliğini putlaştıran paganlaşmış birileri, seküler ulus devletin bu ülkede yaptığı yıkımı, kıyımı önüme sürmeye kalkışmasın! Bu ülke, bu ülkenin çocuklarının elinde değil hâlâ... İpler bu ülkenin elinde değil bu ülkede... Bu ülke, bu ülkenin çocuklarının yegâne varoluş nedenini oluşturan Müslüman kimliğini, ruhunu, iddialarını yitirme tehlikesini, badiresini, cenderesini hâlâ atlatabilmiş değil ki!

 

* * *

Mesele budur. PKK meselesi de, Suriye meselesi de tali meselelelerdir. Asıl mesele, bu ruhu yeniden donanarak, bölgeye yönünü bulduracak, bölgeyi yeni bir medeniyet fikri etrafında, taptaze bir ümmet bilinciyle, kardeşlik bilinciyle, yakın geçmişte yaşanan ihmallerden, duyarsızlıklardan ders alınarak geliştirilecek birlikte yaşama bilinci ve ruhuyla kuşanarak, yeniden müşterek bir hedefe doğru yürüyecek sinyaller veren ve bunun için bölge ülkelerini harekete geçirmeye kalkışan Türkiye'nin vurulması, durdurulması, burnunun yere sürtülmesidir.

Bölgeyi yeniden ayağa kaldıracak ruhun dirilişinin, ayağa kalkışının, yürümeye kalkışmasının fark edilerek yok edilmeye çalışılmasıdır...

 

* * *

Türkiye, yönünü bulmaya ve bölge ülkelerine de yörüngelerini buldurtmaya çalıştığı, hatta böylesi bir şeye kalkıştığı için vuruluyor...

Önce sorunun asıl nedenini tespit ve teşhis edelim, sonra nasıl çözebileceği meselesi üzerinde daha sâlim ve sâkin bir kafayla kafa yormaya başlamasını da biliriz biz...

Bin yıllık bir çileyle, varoluş iradesiyle inşa edilmiş bir ruh, üç beş yıllık alçaklılarla, pespayeliklerle, şaşkınlıklarla yok edilebilir mi?

 

* * *

O yüzden, ülkedeki Kürtlerin de, Türklerin de, bütün siyasî tarafların da akıllarını başlarına devşirerek nasıl bir felâketin eşiğine sürüklendiğimizi görmeleri ve basiretle, ferasetle, kardeşlik ruhunu, hukukunu ve hakikatini hatırlayarak hareket etmeleri gerekiyor...

İşte o zaman, bu zorlu süreç, yeni bir başlangıcın habercisi olabilir.

Büyük bir sınavdan geçiyoruz çünkü... Ya bu sınavı vereceğiz ve yeniden tarih yapmaya soyunacağız; ya da bencilce çıkarlarımıza, pagan sapkınlıklarımıza yenik düşeceğiz ve tarihe veda edeceğiz. Tam bir yol ayırımın eşiğindeyiz vesselam...

 

* * *

Dünya, seküler-kapitalist sistemin pençesinde kıvranıyor: Görünüşte, Batılılarla iş yapıyoruz. Ama gerçekte, bölgenin kendi kaderini belirleyecek işlere imza atmaya çalışıyoruz. Dikkatli bir göz, arkadan dolaşarak tuş yapmaya çalıştığımızı ama yaptığımız şeyin fark edilmesinden ötürü fena hâlde cezalandırılmaya çalışıldığımızı görür!

Böyle zamanlarda görülebilecek bütün zaaflarımıza rağmen, Türkiye'nin PKK ve Suriye üzerinden vurulmasının tek nedeni budur. Bizim gelişimizi durdurmaktır... Zira biz geldiğimiz zaman, onlar defolup gitmek zorunda kalacaklar ve bölge ancak o zaman gerçek bağımsızlığına kavuşma sürecine girecek...

Bunu biliyorlar, bizden daha iyi biliyorlar... Bizin metamorfoz yemiş salak ve asalak entelijansiyamızdan da, kime ve neye hizmet ettiğini bile bilemeyen salak ve asalak medyamızdan da daha iyi biliyorlar!

 

* * *

Türkiye'nin yaptığı hata, kendisini merkeze yerleştiriyor izlenimi vermesi oldu: Türkiye, İran'ı en az Türkiye kadar önemsediğini, Mısır'ı en az Türkiye kadar önemsediğini gösterebilecek bir hâlet-i ruhiyeye kavuşursa, bölgenin ve dünyanın ruhu olur yeniden...

Bu ruhu, taşıyan ve yaşayan iki adam var: Erdoğan ve Davutoğlu. Erfoğan'ı ve Davutoğlu'nu sığ analizlerimize dayanarak örselemek, bu zorlu süreçte, bu ülkenin ruhu olabileceğini gösteren bu iki insanın önünü tıkamaya çalışmak, inanın çok pahalıya patlar bu ülkeye!

O yüzden, bu ülkenin medeniyet kurucu ve medeniyeti koruyucu ruhunu yeniden diriltecek derûnî bir sükûnetle ve tarihî bir derinlikle hareket etmek, bu ruha yeniden sahip çıkmak, bu insanların da bu ruha daha basiretle, daha zekice ve daha ferasetle sahip çıkmaları çağrısında bulunmak zorundayız...

07.09.2012 Yeni Şafak
Bu haber toplam 389 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim