Mehmed Âkif’in büyük oğlu olan Emin Âkif (19081967) babasıyla ilgili hâtıralarını kaleme almış, İstiklâl Harbi’ne onunla birlikte Anadolu’yu dolaşarak iştirak etmiş, fakat askerliğini yaptığı sırada yaşadığı talihsiz bir vaka neticesinde hayatının kalan kısmını büyük oranda perişan bir biçimde geçirmiş bir şahsiyettir. Millet gazetesinde on beş bölüm hâlinde yayınlanan hâtıralarında babasıyla geçirdiği İstiklâl Harbi yıllarına dair birçok ayrıntı vermiş ve hem yakın tarihe, hem de Mehmet Âkif biyografisine katkıda bulunmuştur.
Emin Âkif’in hayatı
Mehmed Âkif’in üç oğlu dünyaya gelmiştir: İbrahim Naim, Emin ve Tahir Ersoy. Büyük oğlu İbrahim Naim bir buçuk yaşında iken ölmüştür.[1] Emin ortanca oğludur. Küçük oğlu Tahir (1916-2000) ise babası Tahir Efendi’nin (ö. h. 1305) adını taşır.
Âkif’in hayatı hakkında bilgi veren kaynaklar çocukları hakkında doyurucu malûmat vermezler. Bu hususta en başta damadı Ömer Rıza Doğrul (ö. 1952)’un Safahat neşrinin başında verdiği malûmat oldukça yetersizdir. En yakın arkadaşlarından Hasan Basri Çantay (ö. 1962)’ın Âkifnâme’sinde ise “Mehmed Âkif’in Doğumu ve Âilesi” başlıklı bir bölüm olmasına rağmen burada yalnızca anne ve babası hakkında bilgi vardır.[2]
Emin Âkif’in hayatı hakkındaki ayrıntılar ise daha çok Reşad Ekrem Koçu ile M. Ertuğrul Düzdağ’ın eserlerindedir. Düzdağ’ın verdiği malûmata göre Emin Âkif 1908’de İstanbul’da doğmuştur.[3] Mehmet Âkif’in İstiklâl Savaşına katılmak üzere İstanbul’dan yola çıkarken yanına aldığı Emin o sırada 12 yaşındadır. Ailesinin diğer fertlerini bir müddet sonra Kastamonu’ya getirtip orada bir ev kiralayan Âkif, Emin’i de Kastamonu’ya göndermiş ve mektebe kaydettirmiştir. Fakat Emin Kastamonu’da fazla duramayarak babasının yanına, Ankara’ya kaçıp gelmiş ve Âkif’le birlikte Taceddin Mahallesinde kalmıştır. Âkif, bir müddet sonra eşi ve çocuklarını Ankara’ya getirtmiştir. Fakat başkentin Kayseri’ye taşınma tartışmalarının yaşandığı İstiklâl Harbi sıralarında eşini ve çocuklarını Kayseri’ye göndertmiş, yanında yalnızca Emin’i alıkoymuştur. “Benim öldüğüm yerde oğlum da ölsün” diyerek baba-oğul cepheleri dolaşmışlar, halka ve askere moral verip düşmanın çıkardığı yangınlara su taşımak gibi fedakârlıklarda bulunmuşlardır.[4]
Emin Âkif, hâtıralarında babasının kendisini yanında alıkoymasından iftiharla söz eder, bunu biraz da onu diğer kardeşlerinden daha fazla sevmesine bağlar.
Mehmet Âkif, uzun süreli ve belki de dönmemek üzere gitmeden önce de birkaç kez Mısır’a gitmiştir. 1923 ve 1924 kış aylarını geçirmek üzere Abbas Halim Paşa’nın davetlisi olarak Kahire’ye gitmiş, 1924 ve 1925 baharlarında İstanbul’a dönmüştü. Fakat Mısır’da kaldığı ilk iki kış döneminde İstanbul’da bulunan Emin Âkif, haylazlık yaptığı için çok üzülmüş ve 1925 sonlarında uzun süreli olarak Kahire’ye giderken onu da yanında götürmüştür. Âkif daha sonra eşini ve küçük oğlu Tahir’i de yanına aldırtmıştır.
Âkif’in Mısır’da iken Emin sebebiyle ne kadar tedirgin olduğunu, Kahire’den dostu Fuad Şemsi İnan (1886-1974)’a yazdığı mektuplar yeterince gösterir.[5] Gerek Fuad Şemsi’ye, gerekse diğer dostlarına yazdığı mektuplarında Emin’le ilgili birçok husus dile getirilmiştir.
Mektuplarda bir baba olarak Âkif’in oğlu hakkındaki endişelerini bütün açıklığıyla görürüz. Onun İstanbul’da iken okula devamsızlık vb. davranışlarından duyduğu üzüntü; Mısır’da iken de Arapça ve İngilizce öğrenmesi için gösterdiği gayret ve teşvik, bu hususta yeterince gayretli görmediği oğlu hakkında esprili bir üslûpla dile getirdiği şikâyetler, eğitimiyle ilgili gelişmeleri takipteki hassasiyeti, güreş ve yüzme gibi spor dallarında gösterdiği kabiliyetten duyduğu memnuniyet ayrıntılı bir biçimde mektuplarından takip edilebilir.
Âkif’in mektuplarında Emin Âkif
Mektuplarda Emin Âkif’le ilgili bölümleri kronolojik sırayla iktibas edersek şöyle bir manzara ortaya çıkar:
“İki gözüm Fuat,
Bizim Emin çok haylazlık ediyormuş; müdavim bulunduğu Üsküdar Sultanisinden savuşup çarşılarda, pazarlarda dolaşıyormuş. Annesi, ben başa çıkamıyorum diyor. Dünden beri kafam alt üst oldu.
Artık mektebe kadar giderek derece-i devamı hakkında tahkikat icra edersin, sonra bizim eve de uğrayarak validesiyle konuşursun. Oğlanı azarlamak, döğmek, türlü cezaya çarpmak salâhiyyetin dâhilindedir. Benim avdetime kadar sen velisi olacaksın, anladın mı? Kat’iyyen ihmal etmeyeceğinden emin olduğum için sana yazıyorum. Kuzum kardeşim, icabını icrada terâhî gösterme!
Gelecek posta ile annesine de yazacağım; çünki şimdi vakit yok... Hatta bu mektubu bir gidenle Port-Said yolundan göndereceğim.” (Fuad Şemsi İnan’a, 3 Mart 1341 (3 Mart 1925).[6] [7]
“İki gözüm Fuat,
Geçen hafta kemal-i isti’cal ile yazıp gönderdiğim mektubun vusulünden emin olamadığım için tekrar yazıyorum.
Evden gelen son mektupta bizim Emin’in mektebe canı isterse gittiği, canı istemediği surette ...7 sıvışıp sokak sokak dolaştığı, verilen nasihatların, edilen tevbihle- rin, ihtarların müessir olamadığı bildiriliyor. Ben bu hâli zaten seziyordum. İş’ar-ı ahir, olanca aklımı başımdan aldı. Avdetime kadar çocuğun vazife-i velayetini ifa edecek dostumu, zihnen bir hayli taharriden sonra seni buldum. Enişteleri, sonra sana şifahen bildireceğim esbabdan dolayı, bu işe ehil değillerdir. Kuzum kardeşim, bizim ev Üsküdar’da, Selimiye’de, eczahaneye muttasıl Şevket Paşanın evidir. Acele ile, öbür mektupta tarif etmesini unutmuştum. Oğlanın mektebi de Üsküdar Sultanisidir. Geçen sene Çengelköy’deki Havuzbaşı Numune Mektebinin beşinci senesini zor zar geçebilmişti. Numuneler’in altıncı senesinin kaldırılması üzerine bu mektebe vermeğe mecbur olduk.
Oğlan ahmaktır. Senelerden beri uğraştığım hâlde yalan söylemekten vazgeçi- remedim. Yarım saat sonra meydana çıkacak yalanlarla işini görebileceğine kani olan sersemlerden! Doğrusunu söylemek şartıyle birçok kusurlarını bağışladığım ve bu tabiatim hakkında kendisine itimat verdiğim hâlde bir türlü o huyundan vaz- geçiremedim.
Her neyse kardeşim, eve uğrar, mucib-i şikâyet olan ahvalini validesinden öğrenirsin; tabiî mektebine de giderek müdüründen, müdür muavininden lâzım gelen malumatı alırsın! Selimiye’de bizim Miralay İsmail Hakkı Bey isminde bir dostumuz vardır ki pek mübarek bir adamdır. İstersen, onunla da konuş! Hâsılı, tekdir ile, ihtar ile, dayak ile, tazyik ile, murakabe ile bu sersem çocuğu yola getirmeğe çalış! Ahval, beni canımdan bîzar etmişti; bu hâdise, yıkık maneviyatım üstüne tüy dikti!
Çoktan beri yazamıyor, imâte-i vakt için okuyordum. Şimdi aynı satırı kırk defa okusam bir şey anlayamıyorum. Bu vazifeyi muvakkaten sana devretmekle azıcık teselli duyuyorum. İleride mektebini değiştirmek, leylîye kalbetmek icap ederse düşünür, birlikte kararını veririz. Arzu edersen daima murakabe edebileceğin bir mektebe geçiririz.
Âh, kendi yumurcağını terbiyeden aciz babaların mürebbi-i ümmet geçinmesi ne ayıp şeymiş! Bu hafta validesine yazdım; senin icraatına kat’iyyen müdahale etmemesini sıkı sıkı ihtar ettim. Hani sen zengin olacaktın da beni şair edecektin. Ondan vazgeçtim. Şu çocukla biraz meşgul olursan beni cidden minnettar edersin. Dirîğ-ı lutf etmeyeceğinden eminim. Cenab-ı hak tevfik versin!
Onun küçüğü Tahir var ki daima kendisinden beyan-ı memnuniyyet ediyorlar. Tabiî neticeye ait bana malûmat verirsin!
Baki kemal-i iştiyak ile gözlerini öperim, kardeşim Fuadım.” (Fuad Şemsi İnan’a, 8 Mart 1341 (8 Mart, 1925) Pazar).[8]
“Bizim aptal oğlanla ne yaptın? Çağırdın, tekdir, yahut nasihat etmedin mi? Herifte adamlık kabiliyeti görüyor musun? Her hâlde vazife-i vesayeti kemal-i ciddiy- yetle ifa etmelisin!
(...) Allah sağlık verirse, 29 Nisan’da İskenderiye’den vapura bineceğiz. Şu hesapça, bir ay sonra görüşürüz. Allah’a emanet ol, kardeşim! Oğlanın işini ihmal etme ha! (Fuat Şemsi İnan’a, 12 Ramazan, 1343 (6 Nisan 1925) Pazartesi).
“Fuat,
Seni taltif için, hayli zamandır bir vesile arıyordum; kısmetin açık imiş ki iki tane birden zuhur etti.
1. Bizim Tahir, galiba, ağabeyi Emin’in bir buçuk iki sene evvelki mesleğini tuttu. Zannediyorum o daha çabuk yola gelecek kabiliyettedir. Onlar şimdi Beylerbeyi’nde, Havuzbaşı’nda, Ressam Halil Paşanın köşkünde, Ömer Rıza ile beraber oturuyorlar. Önceden Rıza’yı haberdar ederek bir cuma günü lütfen gider, tahkikat-ı lâzimeyi icra ve tenbihat-ı muktezıyyeyi fîsebilillah i’tâ edersen, ben hazretlerini hizmetinden memnun olmak cihetine biraz imaleye muvaffak olursun.” (Fuat Şemsi İnan’a, 2 Recep 325 (6 Ocak 1927) Perşembe).[9]
“Tahir için validesine yazdım. Hiç karışmayacak, tamamiyle sana bırakacak. Emin’i buraya getirdiğimden dolayı o kadar memnunum, o kadar doğru bir iş gördüğüme kaniim ki sorma!
Evet, “Secde”den sonra bir şeyler yazmak isterdim amma, tercüme işini ikmal etmeden şairliğe kalkışmağı doğru bulmuyorum.” (Fuad Şemsi İnan’a, 8 Şaban 1345 (10 Şubat 1342 / 1927) Perşembe).[10] [11]
“Emin Arapça ile, İngilizce ile hiç iyi değil. Zaten onun oyundan başka arasının iyi olduğu bir şeyi henüz göremedik! Mamafih, buraya getirdiğim çok isabet oldu, mütalâasındayım.
Hâ! Kuzum evlâdım, Zihni Efendi merhumun el-Müşezzeb diye bir risalesi vardır ya, onu lütfen bana yollayıver. Hatırımda kaldığına göre onun sarfiyle nahvi aynı risalededir. Bunu Emin’e okutmak istiyorum. Gündüzleri mektebe gidiyor, ellerinizi öper. Kardeşi Fahir’e de arz-ı hürmet eder. Kemal-i iştiyak ile gözlerini öper, cümlenizi sıyânet-i mevlâya emanet ederim. Ferit’i, Hayri’yi görürsen, unutma, ikisine de selâmımı söyle.” (Mahir İz’e, 25 Kânûnusânî 1342 (25 Ocak 1926)11
“Kitaba çok memnun oldum. Bakalım, bizim Emin’e onu okutmak istiyorum. Lisan hafıza işi, oğlanda ise o meleke, ötekilerden de berbat! Ramazan’ın başından beri çalıştığı Tebbet Yedâ sûresini Kadir Gecesi dinletebildi, o da dört yanlışla! Sonra da bana, “Baba, beni hafız mı etmek istiyorsun?” demesin mi! “Oğlum, böyle bir şey aklımdan geçmedi. Zaten, baksana; maazallah öyle bir tasavvurum olsa, bu gidişle ömr-i beşer değil, ömr-i beşeriyyet bile yetişmeyecek!” dedim.
Mamafih, çocuğun gayet iyi bir hâli var: Kendisinden son derecede memnun. Şu hakkını da unutmayalım ki Ramazan’ı tamamiyle oruçlu geçirdi. Senin Fahir ne yaptı? Vakıa o, zannederim, geçenlerde bir hastalık atlattı. Tabiî zayıf düşmüş, oruç tutamamıştır.” (Mahir İz’e, 29 Ramazan 1344 (12 Nisan 1926).[12]
“Emin hâlinden, bermûtad, pek memnun. Rüyalarını bile Arapça görüyormuş! Bizim dairenin kapıcısı, Elbasan köylerinden Kâzım Ağanın, Emin’den bir yıl evvel Mısır’a gelen, o yaşlarda bir oğlu var. İşte bizim mahdûm-ı mükerrem, ondan tashih-i lügat ile meşgul!
“Var kıyâs et vüs’at-i deryâ-yı rahmet nidüğün!”
Mamafih, getirdiğim çok isabet olmuş. Bilhassa ellerinizden öper.” (Mahir İz’e, 1345, Perşembe (30 Haziran 1927).[13]
“Emin geçen sene Hilvan’da hususi bir mektebe gidiyordu. Bu yıl Mısır’a gidecek. Terakkisi gayet yavaş, mamafih fena değil. Mahsus, ellerinizden öpüyor, kardeşi Fahir’e de selâm ediyor.” (Mahir İz’e, 20 Safer 1346, 18 Ağustos 1343, Perşembe (1927).[14]
“Emin düşe kalka gidiyor. Avamın konuştuğu dili çoktan öğrendi. Lisan-ı fasihi öğrenmesine, bilmem, ömr-i tabiî kâfi gelecek mi?” (Mahir İz’e, 17 Muharrem 1347, 5 Temmuz 1344, Perşembe (1928).[15]
“Emin ile Tahir ellerinizi öpüyorlar. Emin, Fahir’e birçok selâmlar gönderiyor. Geçen kış, onlarla birlikte bir resim aldırmıştık. Altına şu kıtayı yazdım:
“Ne odunmuş babanız, olmadı bir baltaya sap!
Ona siz çekmeyiniz, sonra ateştir yolunuz.
Meşe hâlinde yaşanmaz, o zamanlar geçti;
Pek de incelmeyiniz, sâde biraz yontulunuz.” (Mahir İz’e, 15 Recep 1348 (17 Aralık 1929).[16]
İnşallah ben de size Emin ile kardeşi Tahir’in resimlerini aldırır, yollarım. Tahir, biz Hâil’de iken dünyaya gelmişti. Şimdi on dört, on beş yaşlarında! Zaman ne süratle ilerliyor değil mi? Üç kızımın üçü de müteehhil. İkisi İstanbul’da, birisi Milas’ta. Şimdilik iyiler. Biri erkek, mütebakisi kız olmak üzere beş torunum var. Biz Mısır’da iki çocuk, bir de anneleri olmak üzere dört kişiyiz. Hamdolsun geçinip gidiyoruz. Emin Arapça’yı bir fellâh gibi söylüyor. Tahir de fena değil. Mekteplerine gidiyorlar. Şimdilik hâllerinden memnunum.
Mısır’da ikamet tabiî daha iyi olur. Ancak memleket çok pahalıdır. Üç yüz elli lira ile, o kadar ferah geçinmek kabil olamaz. Evet, bundan daha az bir para ile de yaşamak mümkündür. (Kuşçubaşı Eşref Sencer’e, 18 Ağustos 1346 (1930) Pazartesi).[17]
" . . , . . ... ....................................................................................................................
Emin idmancı oldu. Kuvvetinin zararı yok, vücudu biçimli, güzel yüzüyor, iyi bisiklete biniyor, atlaması, güreşmesi yolunda. Küçüğünün[18] spora çokluk hevesi yok. İnşallah ilk fırsatta aldıracağımız resmi takdim ederiz. Hayli zamandır görmediğiniz kardeşinizi epeyce ihtiyarlamış bulacaksınız. Mamafih sıhhatim yolunda. İhtiyarlık, vücud sağlam olduktan sonra büyük bir keder değil...” (Kuşçubaşı Eşref Sencer’e, 3 Cemaziyelevvel 1349 (25 Eylül 1930).[19]
Görüldüğü üzere 3 Mart 1925 - 15 Eylül 1930 arasında kaleme alınmış bulunan bu mektuplar, kronolojik olarak Emin Âkif’le ilgili birçok gelişmeyi yansıtmaktadır. İlk zamanlar yanında bulunmayan oğluyla ilgili aldığı haberler onu telâşlandırmış, üzmüş ve bu hususta sert ve otoriter mizacıyla tanınmış bulunan dostu Fuad Şemsi’den yardım istemiştir. Emin’i yanında Mısır’a götürdükten sonra eğitimi ve terbiyesiyle bizzat ilgilendiğini de bu mektuplardan anlıyoruz. Gelişmeleri yine kendisi takip etmiş ve duyduğu memnuniyeti de dostlarıyla paylaşmıştır.
Sadece bu mektuplar bile Mehmet Âkif’in ailesiyle yakından ilgilenen ve onlarla ilgili her babanın duyacağı endişe ve memnuniyetleri duyan bir şahsiyet olduğunu gösterebilir.
Mehmet Âkif’in ölümünden sonra Emin Âkif
Kaynakların bu hususta verdiği bilgilere göre Emin Âkif, 1934’te askerliğini yapmak üzere Mısır’dan Türkiye’ye döndü. Askerliğini Kırklareli’nde er olarak yapmaktaydı. Fakat bu dönemde koğuştaki arkadaşlarına Kur’an okuyup tefsir ettiği gerekçesiyle Divan-ı Harbe verildi.
Bu bilginin kaynağı Ali İlmî Fanî’nin Rıza Tevfik’e gönderdiği bir mektuptur. 14 Ekim 1935 tarihli söz konusu mektup Emin Âkif’in Bereketzâde Cemil Bey’e gönderdiği bir mektuptan iktibaslar ihtiva etmektedir. “Kırıkhan’da mevkuf şair Mehmed Âkif Bey’in mahdumu Emin” imzalı mektuptan iktibasta şu ifadeler yer almaktadır: “Kırklareli’nde vazife-i askeriyemi ifâ ediyordum. Arapça bildiğim için ara sıra arkadaşlarıma Kur’an okur, âyetleri tefsir ederdim. Bu hareketim irtica mahiyetinde görüldü. Divan-ı Harb’e tevdi olundum ve tevkif edildim. Tevkifhâneden şimdi benimle beraber bulunan çavuşumun delâlet ve himmetiyle firar ettik. İstanbul’a geldik, oradan bir vapura atladık. Mersin’e çıktık. Mersin’den yaya olarak Antakya’ya gelirken yoldaki karakolhanedeki jandarmalar hâlimizden şüphelendi, pasaportlarımız olmadığından her ikimizi de Kırıkhan kazasına gönderdiler. Şimdi bizi Türkiye’ye iade edecekler. İmdadımıza yetişiniz.”[20]
Bu hadise vuku bulduğunda Mehmet Âkif sağdır ve Mısır’dadır. Hadiseyi duyduktan sonraki tavrı hakkında ise bir şey bilmiyoruz. Tutuklandıktan sonra cezasını çektiği ve askerliğini bitirip terhis olduğu anlaşılmaktadır.
Terhisi sonrasıyla ilgili bilgiler ise Reşad Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’ndedir. Buna göre Emin Âkif terhisi sonrası kendini içkiye verdi ve yakınlarıyla irtibatsız bir biçimde perişan bir hayat sürdü. Sabahçı kahvehanelerinde ve hamamlarında barındı. Yalın ayak dolaşarak şarap, ispirto ve esrar parası için hamallık yaptı. 1939’da İstanbul zabıtası tarafından bir esrarkeş olarak yakalandı ve akıl hastanesine sevk edildi. Bir müddet cezaevinde kaldı. Bu arada kendisine ulaşan bir baba dostu tarafından Bursa’da Atatürk Çiftliği harasına kâhya olarak yerleştirildi. Evlendi ve mazbut bir hayat sürmeye başladı. Fakat bir müddet sonra (1963-1964) işinden çıkartıldı. İstanbul’a döner dönmez tekrar esrara başladı. 1966 başlarında eşi vefat edince yine kimsesiz kaldı. Kendisini âdeta intihar kastıyla içkiye ve esrara verdi.
1966 sonlarında birkaç ay akıl hastanesinde kaldı. Hastaneden çıktığında (Kasım 1966) geceleri Tophane’de terk edilmiş bir kamyonetin karoseri içinde yatmaya başladı ve 24 Ocak 1967’de bu karoserin içinde ölü bulundu.[21]
Reşad Ekrem’in nitelemesiyle Emin Âkif “(...) hayat kendi itirafları ve bütün teferruatı ile zabt edilerek yazılabilmiş olsaydı, dünya edebiyatında yeri olan İtalyan yazarı Tullio Murri’nin Kürek Cehennemi isimli eserinin ayarında dehşet verici bir romanın kahramanı olabilecek kara bahtlı bir adam”dır. Hayatıyla ilgili ayrıntıların büyük çoğunluğu yazıya dökülmemiştir.[22]
Emin Âkif’le ilgili bir rivayetin sıhhati
Emin Âkif’in işsiz kaldığı günlerde çeşitli tanıdıklarına; baba dostlarına başvurmuş olması normal karşılanacak bir hadisedir. Kaynaklar bu hususta bize üç isim vermektedir. Nusret Safa Coşkun, Refii Cevad Ulunay (1890-1968) ve Çetin Altan (d. 1927)...
İlk olarak Nusret Safa’nın Memleket gazetesinde çıkan (1947) yazısında Emin Âkif’in böyle bir başvurusundan söz edilmektedir. Bunun dışında Refii Cevad Ulunay’ın da aynı meâlde bir yazısı vardır.[23]
Ulunay’ın bu yazısında Emin Âkif’in Karacabey Harasında çalışırken meydana gelen bir zelzele sebebiyle işsiz kalması hadisesine ışık tutmaktadır. Yazı “İki ay kadar oluyor (.)” diye başladığına ve 30 Ocak 1965 tarihini taşıdığına göre 1964’ün Aralığında vuku bulmuş olmalıdır. Hadise, Ulunay Milliyet gazetesinde çalışırken meydana gelmiştir.
Bir yıl sonra da hemen hemen aynı hadise vuku bulmuş olabilir mi? O yıllarda yine Milliyet gazetesinde çalışan Çetin Altan’ın Sabah, 5 Ağustos 1999 tarihli nüshasında yayınlanan “Enver Paşa’nın Kız Kardeşi ve Mehmet Âkif’in Oğlu” başlıklı yazısında anlattığı şeyler, Ulunay’ın anlattıklarıyla aynı meâldedir. Altan’ın anlattıklarına bakılırsa Emin Âkif bu kez de Çetin Altan’ı ziyaret etmiş ve ondan yardım istemiştir. Yalnız Ulunay’ın yazısında kaybettiği işini tekrar elde etmek için bir tavassut isteği söz konusuyken, Altan’ın yazısında para yardımı söz konusudur.
Ulunay’ın ilgisi sonucu, Emin Âkif Ziraat Bakanlığı tarafından tekrar Karacabey Harasındaki işine iade edilmiş ve fakat kendisine kalacak yer olarak merkeze 7-8 km. ötede Poyrazbahçe koyun ağılı gösterilmiştir.
Her iki yazarın aynı gazetede çalışıyor olması ve hadiselerin çok yakın sayılabile
cek bir tarihte vuku bulması Emin Âkif’in Ulunay’ın yanına bir kez daha uğradığını ve belki de onu bulamadığı için Altan’la görüştüğünü düşündürüyor. Burada kafa karıştırıcı olan şey, Altan’ın Ulunay’ın anlattığı hadiseden tamamen habersiz görünmesidir. Ulunay 1953-1968 tarihleri arısnda Milliyet’te çalışmıştır.[24] Al- tan ise Nebioğlu’nun Türkiye’de Kim Kimdir adlı ansiklopedisine bakılırsa 19611962 yıllarında Milliyet’te çalışmaktadır.[25] Anlattığı hadise için verdiği tarih 1966 olduğuna göre Ulunay’la aynı tarihlerde Milliyet gazetesinde mesai arkadaşıdırlar. Altan’ın olayın vuku buluş tarihi olarak zikrettiği 1966, bir hafıza yanılması değilse Ulunay’ın anlattıklarıyla çok yakın bir tarihte vuku bulmuş olmaktadır. Bu durumda Emin Âkif hem 1964 Aralığında Ulunay’a, hem de 1966’da Çetin Altan’a gelmiş olmaktadır. Altan’ın Milliyet gazetesinde vuku bulan ilk hadiseyi duymamış ve aynı zamanda Ulunay’ın gazetedeki köşesinden okumamış olması mümkün müdür? Hadisenin Milliyet gazetesi merkezinde bir çalkantıya sebep olmaması düşünülemez. Ulunay ile Altan’ın yazılarını yan yana koyduğumuzda iki yazıdan ilkinde bir tavassut dileği, diğerinde ise para yardımı isteği söz konusudur. Fakat Altan, adını vermediği bazı gazetelerde Emin Âkif’in ‘Beşiktaş’taki çöp bidonlarından birinde (...) ölüsünün bulunduğunu’ yazmıştır ki, Emin Âkif’in öldüğünde Tophane’de terk edilmiş bir kamyonetin karoseri içinde yaşadığı bilenmektedir. Dolayısıyla Altan’ın verdiği ve bütün kaynakların ittifakla ondan naklettiği bu hususu doğru kabul etmemiz mümkün değildir. Altan, 1966’da gerçekleştiğini yazdığı bu hadiseden ‘bir ay geçmeden’ ölümüyle ilgili haberi okuduğunu belirttiğine ve Emin Âkif 24 Ocak 1967 öldüğüne göre hadise 1996’nın sonlarında vuku bulmuş olmalıdır.[26]
Altan’ın Emin Âkif’in ölümüyle ilgili yazdıklarının Âkif’in çocuklarını söz konusu eden birtakım eserlerde[27] aktarılmıştır.
Emin Âkif’in yarım kalmış hâtıraları
Söz konusu hâtıraları Millet gazetesinden derlemiş bulunuyoruz. Yazıların tam künyeleri şöyledir:
Emin Ersoy: “Trabzon Mebusu Ali Şükrü Beyle Beraber, Bir Yaylı Araba İle Yola Çıktık-I, Millet, Yıl: III, 12 Şubat 1948, S. 106, s. 16.
Emin Ersoy: “Eskişehir’de Silâhlı Kahramanlar Yolları Doldurmuştu-II”, Millet, Yıl: III, 19 Şubat 1948, S. V/107, s. 16.
Emin Ersoy: “Âkif ve Sarhoş İki İtalyan Şoförü-III”, Millet, Yıl: III, 26 Şubat 1948, S. 108, s. 15.
Emin Ersoy: “Âkif En Ziyade Süs ve Modaya Düşkün Erkeklere Çok Kızardı-IV”, Millet, Yıl: III, 11 Mart 1948, S. 110, s. 16.
Emin Ersoy: “Âkif’in Hayatında Yegâne Görebildiği Toplu Para: 970 Lira İdi-V”, Millet, Yıl: III, 18 Mart 1948, S. 111, s. 17.
Emin Ersoy: “Anlaşıldı ki Mustafa Sagir Bir Hain ve Casustu. Mustafa Kemal Paşa’yı Öldürmek İçin Ankara’ya Gelmişti. Şair Âkif Bir Mektubunu Açınca-VI”, Millet, Yıl: III, 25 Mart 1948, S. 112, s. 15.
Emin Ersoy: “Âkif, Gözyaşları İçinde Yazıyordu-VII”, Millet, Yıl: III, 1 Nisan 1948, S. 113, s. 18.
Emin Ersoy, “Türk Neslinin Günden Güne Bozulduğunu Görmek Âkif’i Çok Üzüyordu-VIII”, Millet, Yıl: III, 8 Nisan 1948, S. 114, s. 18.
Emin Ersoy, “Safahat Şairini Oğlundan Dinleyiniz-IX”, Millet, Yıl: III, 15 Nisan 1948, S. 115, s. 18.
Emin Ersoy, “Pek Sevdiği Ali Şükrü Bey’in Kayboluşu Babama Gözyaşları Döktürmüştü-X”, Millet, Yıl: III, 22 Nisan 1948, S. 116, s. 18.
Emin Ersoy, “Gecenin Issızlığında Top Sesleri Ankara Sokaklarında Duyuluyordu- XI”, Millet, Yıl: III, 29 Nisan 1948, s. 117, s. 18.
Emin Ersoy, “Annem Gözyaşları İçinde Beni Hasretle Bağrına Basmıştı-XII”, Millet, Yıl: III, 6 Mayıs 1948, S. 118, s. 18.
Emin Ersoy, “Büyük Taarruz Başlamıştı, Her Taraftan Gelen Müjdeli Haberler Birbirini Kovalıyordu-XIII”, Millet, Yıl: III, 13 Mayıs 1948, S. 119, s. 18.
Emin Âkif Ersoy, “Mehmet Âkif, Kurtulan Edirne’ye de Gitmişti-XIV”, Millet, Yıl: III, 27 Mayıs 1948, S. 120, s. 18.
Emin Âkif Ersoy, “Ruhu Huzur İçinde, Vatan Topraklarında Yatıyor”, (XV), Millet, Yıl: III, 10 Haziran 1948, S. 122, s. 15 (Birinci kısmın sonu).
Bu yazı dizisinin Millet 'teki bölüm başlığı “Safahat Şairini oğlundan dinleyiniz...” şeklindedir ve ilk bölümün sunuşu şöyledir:
“İstiklal Marşı şairi rahmetli Mehmet Âkif Ersoy’un, Emin Akif Ersoy adlı bir oğlu olduğunu bilir misiniz? Emin Akif, henüz on üç yaşında iken İstiklâl mücadelesine katılan babasıyla beraber Anadolu’ya geçmiş, zafere kadar yanında kalmış, sonra beraberce Mısır’a gitmiştir. Emin Akif şimdi ana vatandadır ve safahat şairinin bilinmeyen taraflarını kucaklayan hâtıralarını Millet’in muhterem okurlarına sunmaktadır.”[28]
Hâtırat tefrikasının bitişinde ise “Birinci kısmın sonu” ifadesi vardır. Dolayısıyla bu hâtıraların devam edeceği okuyucuya bir nevi müjdelenmiş olmaktadır. Emin Âkif’i Millet gazetesini yayınlayan Cemal Kutay konuşturmuş ve hâtıralarını yazıya aktarmış olmalıdır. Bu sebeple hâtıratın ikinci kısmı belki de gazetede yayınlanacak biçimde hazırlanamadığı için on beşinci bölümden sonrası gelmemiş olabilir. Bu sebeple ikinci kısmın Cemal Kutay Arşivinde kalmış olabileceği akla gelmektedir. Elbette müsvedde olarak da olsa hiç kayda geçirilmemiş olma ihtimali de vardır.
Vefatından sonra ne durumda olduğunu bilmediğimiz Cemal Kutay Arşivinde araştırma imkânı bulamadığımız için Nusret Safa Coşkun’un Vakit gazetesinde Emin Âkif’i konuşturarak yayınladığı hâtıralarını[29] da bu çalışmaya ekleme ihtiyacı duyduk.
Böylece Emin Âkif’in yayınlanmış bütün hâtıralarını derleyerek bir araya getirmiş oluyoruz.
Belirtmeliyiz ki Cemal Kutay, Millet’te yayınlanan hâtıratı Necid Çöllerinde Meh- med Âkif adlı eserinde iktibas etmiştir.
***
Emin Âkif’in hâtıralarında Mehmet Âkif’in İstiklâl Harbi’ne iştirak etmek üzere Anadolu’ya geçerken yaşadıkları, takip ettiği güzergâh, âilesiyle ilgili anekdotlar ve yolculuk esnasında ve Ankara’ya geldikten sonra yaşadıkları hakkında birçok ipucu ve ayrıntı yer alır.
Fakat daha hâtıratın başında yer alan “(...) ben onun yegane oğlu olduğum (...)" şeklindeki ifadeyi açıklamak gerekir. Bilindiği üzere Âkif’in iki oğlu vardır. Fakat hâtıratın başladığı tarihlerde Âkif’in küçük oğlu Tahir daha dünyaya gelmediği için Emin Âkif böyle söylemiş olmalıdır.
Emin Âkif’in hâtıralarına göre Mehmet Âkif yola çıktıktan sonra Karacaahmet Mezarlığında Ali Şükrü Bey’le buluşmuş, Geyve yakınlarında bir köyde ise Kuşçuba- şı Eşref’le birleşmiştir. Böylece Âkif’in yol arkadaşlarının kimler olduğunu da Emin Âkif’in hâtıralarından öğrenmiş oluruz. İstanbul’dan çıkıp Anadolu’ya geçtikten sonraki güzergâhı ise Emin Âkif’in ifadelerine göre şöyledir:
Adapazarı-İzmit üzerinden Geyve, Eskişehir, Ankara.
Ankara’ya ulaştıktan sonra da çeşitli şehir ve beldelere yolculukları sürmüştür. Emin Âkif, Ankara’ya yerleştikten sonra ilk olarak Eskişehir’e gittiklerini anlatmaktadır.
Emin Âkif söz konusu belde ve şehirlere uğradıklarında nerelerde misafir kaldıklarını, kimlerle görüştüklerini hatırlamıştır. Eskişehir’de Şefik Bey’in Bakteriyoloji- hanesine uğramışlar ve akşamları da onun evinde kalmışlardır. Emin Âkif’in verdiği ayrıntılardan Şefik Bey’in Pendik Bakteriyolojihane Müdürü Şefik Kolaylı olduğu anlaşılmaktadır. Şefik Kolaylı, Âkif’in yakın dostlarından Neyzen Tevfik’in de kardeşidir. Eskişehir’de 20 gün kalmış ve peşinden Ankara’ya dönmüşlerdir. Fakat bu arada Mehmet Âkif Burdur milletvekili seçildiği için Burdurlular tarafından ısrarla davet edilmektedir. Bunun üzerine Âkif, yanında Emin ile birlikte Burdur’a doğru hareket eder. Kendilerine Antalya Mebusu Süleyman Efendi eşlik etmektedir. Burdur’da bir hafta kadar kalırlar. İstikamet Antalya’dır. Antalya yolu üzerinde Sandıklı ve Dinar’a uğranır. Antalya’da Süleyman Efendi’nin evinde misafir olurlar. On beş günlük bir misafirlikten sonra Ankara’ya dönüş başlar. Fakat seferler sürecek ve bir ay kadar sonra da Eskişehir üzerinden Afyon’a, oradan da Konya’ya gidilecektir. Dönüş güzergâhı da aynıdır.
Bu esnada İstanbul’da bulunan ailesini Ankara’ya getirtmek isteyen Âkif, ailenin eski emektarlarından Halil Ağa ile Ankara’da karşılaşınca ondan ailesini Ankara’ya getirmesini istedi. Âkif, ailesini karşılamak üzere oğluyla birlikte Çankırı, Ilgaz, Kastamonu üzerinden İnebolu’ya vardı. Fakat fırtına yüzünden İnebolu’ya yolcu indi- remeyen vapur, Sinop’a yolcularını indireceği için onlar da Sinop’a gittiler. Âkif, ailesini alarak Sinop’tan Kastamonu’ya götürdü. Âkif dokuz kişilik ailesini Ankara’da Taceddin Mahallesindeki iki odalı bir evde barındıramayacağını anlayınca onlara Kastamonu’dan ev kiralayıp Ankara’ya döndü. Bu kez Emin Âkif annesiyle Kastamonu’da kalmıştı. Fakat babasının yanında olmayı çok isteyen Emin, o sırada Kastamonu’ya gelen Şefik Kolaylı ile Ankara’ya döndü. Aylar sonra Kastamonu’daki aile fertleri de Ankara’ya geldiler.
Emin Âkif’in hâtıralarının yedinci bölümünden itibaren hep Ankara’daki günler anlatılır. Sakarya Savaşı başladığında Yunanlıların Ankara yakınlarına kadar gelmiş olması bir panik havası doğurunca başkentin Kayseri’ye nakli tartışılmaya başlanmıştı. Bu gerçekleşmediyse de birçok mebus, çoluk çocuğunu Kayseri’ye göndermişti. Bu arada Âkif de yanında sadece Emin’i alıkoyarak diğer aile fertlerini Kayseri’ye gönderdi. Ancak Sakarya Savaşı kazanıldıktan sonra Ankara’ya döndüler.
Hâtıratın on üçüncü bölümünde Büyük Taarruz günleri anlatılmaktadır. O günlerde Âkif, Eskişehir, Afyon üzerinden çekilen Yunan ordusu tarafından yakılıp yıkılmış Bilecik şehrine gittiler. Burada yangın söndürme faaliyetlerine katıldılar.
Hâtıratın on dördüncü ve on beşinci bölümlerinde Yunanlıların İzmir’den denizi dökülüşü, İstanbul’dan müttefiklerin çekilişi sebebiyle yaşanan sevinç ve o sırada gerçekleştirdikleri bir Edirne seyahati anlatılır. İstanbul üzerinden Edirne’ye vasıl olan Âkif ve oğlu burada on beş gün kaldılar.
Âkif, Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine Mısır’a gitmeye karar verdi ve Ankara’ya döndü. Burada milletvekilliğinden istifa eden Âkif, 1923 senesi Eylül sonlarında kış mevsimini geçirmek üzere Mısır’a gitti.
Mısır’a bu ilk gidişinden sonra gelişen hadiseler ve Âkif’in ölümünden kısa bir süre önce Türkiye’ye dönüşünü çok hızlı çizgilerle anlatan bir paragrafla on beşinci bölüm bitmektedir. Bu bölümün sonuna “Birinci Kısmın sonu” açıklaması konulduğu hâlde Âkif’in Mısır’a İstiklâl Harbi sonunda gidişinden sonraki hadiselerin tamamen özetlenerek verilmesi, Emin Âkif’in hâtıralarının geri kalan bölümünü de anlattığı izlenimini vermektedir.
Emin Âkif’in yarım kalmış hâtıraları İstiklâl Harbi sırasında Âkif’in hayatını araştıranlara birçok ipucu ve ayrıntı sağlamaktadır. Çok teferruatlı bir Âkif kronolojisi hazırlayabilmek için de bu hâtırat tefrikasının mutlaka görülmesi gerektiği açıktır. Ayrıca Âkif’in İstiklâl Harbine katılma konusunda tereddüt yaşayan Anadolu şehirlerinde etkili hitabeti ve ikna gücü yüksek düşünceleriyle nasıl bir rol oynadığını da en iyi bu hâtırat metni anlatmaktadır.
12-13 yaşlarındaki bir çocuğun gözlemlerine dayalı olarak ileriki yaşlarında hatırladıklarından derlenen bu hâtırat, Âkif’in kişiliği, aile reisi olarak tavırları, Millî Mücadeleye katkısı bakımından müstakil olarak neşredilmeyi hak eden bir metindir.
Hâtıraların Millet’te yayınlanan kısımlarının dışında Nusret Safa’nın Vakit gazetesinde neşrettiği bir bölümlük hâtırat da konuyu bütünleyici mahiyettedir.
[1] Bk. Ömer Rıza Doğrul, “Mehmed Âkif’in Hayatı”, Safahat, İnkılâp ve Aka Kitabevleri Y., 11. b., İstanbul 1977, s. XVII. Âkif’in 1314 yılında İsmet Hanım’la evliliğinden dünyaya gelen çocukları Cemile, Feride, Suad (ö. 27 Şubat 2000) adlı kızları ile bu evlâtlarından sonra doğan oğullarıdır. İsmet Hanım, Âkif’in 1936’da vefatından sonra birkaç sene daha yaşamış, gençliğinden beri pençeleştiği nefes darlığı hastalığı sebebiyle son senelerde daha fazla hırpalanmış ve nihayet 1944 senesinin 19 Nisan günü akşamüzeri vefat etmiştir. Bk. Doğrul, s. XVII. Kızlarından Cemile [Doğul] 1900-1981 yılları arasında yaşamış, Feride 1902’de, Suad 1907-2000’de doğmuştur. Bk. Mustafa Özçelik, Mehmet Âkif Ersoy: Kronolojik Hayat Hikâyesi, Erguvan Y., İstanbul 2009, s. 35-38.
[2] Bk. H. B. Çantay, Âkifnâme (Mehmed Âkif), Ahmed Sait Matb., İstanbul 1966, s. 13-14.
[3] Ayrıca bk. Özçelik, a.g.e, s. 38. Reşat Ekrem Koçu İstanbul Ansiklopedisi’nde doğum tarihini 1904 olarak göstermiştir (Bk. İstanbul Ansiklopedisi-X, İstanbul 1971). Düzdağ’ın da işaret ettiği gibi Emin Âkif’in Millet’te neşredilen hâtıralarında 1920 yılı için “Ben o zamanlar on iki yaşında bir çocuktum” dediğine göre doğum tarihi 1908 olmalıdır.
[4] M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmed Âkif Mısır Hayatı ve Kur’ân Meâli, Şûle Y., 2. b., İstanbul 2005, s. 117-118.
[5] Bk. Yusuf Turan Günaydın, Mehmet Âkif’in Mektupları, Ebabil Y., Ankara 2009, s. 87-89. söz konusu mektupları burada iktibas etmiş bulunuyoruz.
[6] Günaydın, a.g.e, s. 86.
[7] Üzerine vurulan zımba yüzünden bir kelime yok olmuştur.
[8] Günaydın, a.g.e, s. 87-88.
[9] Bu tarihin milâdi karşılığı 11 Ağustos 1907‘dir. Doğrusu: 2 Recep 1345 olması lâzım gelir. Böyle olunca, günün tarihi ile adı da birbirini tutmaktadır.
[10] Günaydın, a.g.e, s. 96.
[11] Günaydın, a.g.e, s. 30.
[12] Günaydın, a.g.e, s. 35.
[13] Günaydın, a.g.e, s. 49.
[14] Günaydın, a.g.e, s. 51.
[15] Günaydın, a.g.e, s. 56.
[16] Günaydın, a.g.e, s. 61.
[17] Günaydın, a.g.e, s. 75.
[18] Mehmet Âkif in küçük oğlu, dedesinin ismini taşıyan Tahir’dir ve Teşkilat-ı Mahsusa Heyeti ile İbn-i Reşit’in yanında, Hail’de bulundukları zaman dünyaya gelmiştir.
[19] Günaydın, a.g.e, s. 77.
[20] Bir 150'liğin Mektupları: Ali İlmî Fânî'den Rıza Tevfik'e Mektuplar, Haz. Abdullah Uçmak - Handan İnci, Kitabevi Y., İstanbul 1998, s. 101-102.
[21] Koçu, a.g.e.-X, s. 5220. Görüldüğü üzere Emin’in ‘bir çöp bidonu içinde ölü bulunduğu’ şeklinde Çetin Altan tarafından yayılan bilgi yanlıştır.
[22] Bu bakımdan Dücane Cündioğlu’nun söyledikleri dikkat çekicidir: “Âkif’in çok trajik bir hayat ve ölümün maruzu olan oğlu Emin hakkında ben de birkaç yazı yazmış ve bazı tanıklıklar aktarmıştım. Ancak elimdeki bazı bilgilerin aktara(a)mamamın bir sebebi de hüzün, sadece hüzün. Hani derler ya yazmak içimden gelmiyor diye işte aynen öyle! Tahassüs işte bu gibi durumlarda ihtisasa galebe çalıyor!”, Âkif’e Dair, Kaknüs Y., 1. b., İstanbul 2005, s. 58. Cündioğlu’nun bu eserinde “Akif’in Çocukları” başlıklı müstakil bir bölüm vardır. Bk. a.g.e., s. 83-103.
[23] Bu yazıya Hece dergisinin Mehmet Âkif Özel Sayısının bibliyografya kısmını hazırlarken Millî Kütüphane’de bulunan Âkif Zarflarından birinde rastladım. Bk. Ulunay, “Mehmed Akif’in Oğlu”, Milliyet, 30 Ocak 1965.
[24] Bk. “Ulunay, Refi Cevad”, Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, -II, Yapı Kredi Y., İstanbul 2001, s. 852.
[25] Nebioğlu, Türkiye’de Kim Kimdir, Nebioğlu Y., İstanbul 1961-1962, s. 56.
[26] Nitekim bu karşılaştırmayı sağlamak maksadıyla iki yazının metnini kitap olarak yayına hazırladığımız Emin Âkif’in hâtıralarının sonunda ek olarak veriyoruz.
[27] Bk. Düzdağ, a.g.e., s. 123; Cündioğlu, a.g.e., s. 90.
[28] Millet, Yıl: III, 12 Şubat 1948, S. 106, s. 16.
[29] Nusret Safa Coşkun, “Mehmet Akif’i Oğlu Anlatıyor”, Vakit - Yeni Gazete, 27 Aralık 1947.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.