• İstanbul 18 °C
  • Ankara 28 °C

Türkiye: 33’lerin Kısa Hikayesi

Rüstem BUDAK

Türkiye bir tasarımlar cumhuriyetidir. Bu tasarım farklı ideolojilerin, etnik yapıların ve güç gruplarının mücadelesi ile şekillenir. Son ikiyüz yılda ortaya çıkan düşünceler, toplum ve siyaset alanını dalga dalga etkiledi. Kurumlar içinde yıkılanlar, ihya ve inşa edilenler oldu. Türkiye imparatorluktan ulus devlete evrilirken birçok yönünü yeniden tanımlamak ihtiyacı duydu. Bu tanımlar doğrultusunda tasarım hareketine girişildi. Bu tasarım hareketinde birey, toplum, kültür ve tarih kodlarıyla oynandı. Her şey bir tekâmülün sonucu olarak evrilmedi. Egemen tasarlayıcıların elinde farklı farklı şekiller aldı. Cumhuriyet tarihi içinde ele alacağımız beş olay; devlet planlaması, müdahalesi ve 33’er cana mal olan bu olaylar yeni tasarım unsurlarının oluşturduğu derin yarılmaları bizlere daha net bir şekilde anlatmaktadır.

“Biz Erzurum’da Otuzüç Kişiydik”

İmparatorluktan Cumhuriyet’e dönüşümde yeni tasarım ortaya konuldu. Yeni insan, yeni toplum için belirlenen değişiklikler art arda uygulamaya konulmaktadır. Öze ve şekle ilişkin bu değişiklikler çok önemlidir. Tasarımcı egemenler elinde şekillenen yeni cumhuriyet için bunların neye mal olursa olsun uygulanması kaçınılmazdır. Modernleşmenin önünde engel olarak gözüken halkın din, anlayış, gelenek ve kültür birikimleri giyim şekline kadar köklü bir değişimden geçirilmeliydi. Giyim şekli cumhuriyetten önce de değişimin ana öğesi olarak görülmüştü. Topluma hazır giyim modelleri üzerinden değişim dayatıldı.  Medeniyet yürüyüşünde bir adım öne çıkabilmek için ilk değiştirilmesi gereken unsurların başında giyim gelmiştir. Yine bir değişim iddiası vardır ve bunu uygulamak için yurt sathında operasyonel mücadele verilmeliydi.

Cumhuriyetin kurucu kadroları toplumsal değişim için öngördükleri değişimlerden biri olan Şapka Kanunu çıkarırlar. 25 Kasım 1925'te şapka giyilmesi hakkındaki kanun çıkarılıp, dini ifade eden giysilerle sokakta gezilmesi yasaklandı. Çıkarılan kanun «Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri ile genel, özel ve bölgesel idarelere ve bütün kuruluşlara bağlı me­murlar ve müstahdemler Türk milletinin giymiş olduğu şapkayı giymek zorundadır. Türkiye halkının da genel başlığı şapka olup buna aykırı bir alışkanlığın sürdürül­mesini hükümet yasaklar.» diyordu. Kanunun TBMM tarafından kabul edilişi ile birlikte halk içinden açık veya kapalı tepkiler yükselir. Halk kendini aşağılayan bu karara karşı sivil diliyle muhalefet eder. Ancak bu sivil duruş bile en ağır cevap ile karşılanmaktan geri kalmaz: “Çarşıda kapatılan dükkânların kepenk sesleri… Heye­canlı bir kalabalık… Kalabalık Vilâyet binasının önünde…
Sesler:                                                                                                                                                         -Şapkayı istemiyoruz! Gâvur kılığına giremeyiz!
Kalabalık süngülü jandarma zoruyla dağıtılıyor. Erzu­rum’da Sıkı Yönetim… İstiklâl Mahkemesi… Başta Gâvur İmam lâkaplı bir hoca ile Hoca Osman isimli bir din adamı, aralarında da bir kadın, sehpada 33 ceset…”(Necip Fazıl Kısakürek - Son Devrin Din Mazlumları Sahife: 80-84)

Biri kadın olmak üzere 33 insan darağaçlarında sallandırılır. Öldürerek var etme geleneği bu toprakların değişmeyen kaderi… Ölenlerin ne için ve nasıl öldürüldükleri bahis konusu bile edilmez. Onlar tarih sayfaları için rakamsal bir değerden başka bir anlam ifade etmezler.

“Kar Palandökenin börkü
Bundan gayrısını giymedik
Giymeyeceğiz dedik
Ve bu söz üzre başımızı göğe, sakalımızı yere
Boynumuzu ipe verdik
Biz Erzurum’da otuzüç kişiydik” (Erzurum /Arif Ay)

Kıyafetin değişiminden bir medeniyet ufku arayanlar halen umutlarını kaybetmediler. Ve yıl 2011…  Halen yasaklar sürüyor. Yüzyıllık acılara yeni acılar katılıyor. Bir halk sürgünlük içinde… Şimdilerde Şapka giydirmekten vazgeçtiler ama giyim tasarımları yapmaktan vazgeçmediler. Kadınların başından örtülerini çıkartmak için ikna odaları kuruldu, sınıflardan yaka-paça dışarı atıldılar, okul kapılarından uzaklaştırıldılar, okullarını sürgünde bitirmek zorunda bırakıldılar, bir yere gidemeyenler bir gün yasağın kalkması umuduyla yeni günlere uyandılar, her gün çalıştığı kamu kurumunun kapısından girerken bir hoyratça uzanıp başlarından örtüyü almaktalar.  

Sınıra Dizilmiş 33 Can

Tarih 30 Temmuz 1943. Tedip (Uslandırma, yola getirme, terbiye etme)  ve tenkil (Uzaklaştırma, herkese örnek olacak bir ceza verme ve düşman veya zararlı kimseleri topluca ortadan kaldırma) düşüncesi yönetimin zihninde yerini koruyor. Van Özalp ilçesinde sınırda karşılıklı bazı sorunlar yaşanmaktadır. 3. Ordu Komutanı olan Orgeneral Mustafa Muğlalı duruma el koyar. Sınırda yaşanan olay için tutuklanıp salıverilen 33 kişi üzerinden halka ders verilmeliydi. Ölüm; yine en büyük ödev ve ders halini almıştır. Ne adil yargılamaya, ne de sorgulamaya gerek vardı.


Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki (33 Kurşun/ Ahmed Arif)

 

Gece yarısı 33 masum can, sınıra götürülür. Sınır kaçakçılığı yapıyor, kargaşalık çıkarıyorlar bahanesi ile bir vadide kurşuna dizilirler. Yere düşen canlar hangi kaosun müsebbibi idiler? Halkına değer vermeyen, onları sınıflandıran, yok ederek var olacağını ve kimsenin hesap soramayacağını düşünen, kanundan bile kendini üstün gören, kendisini kanunun ta kendisi görenler hesap kesmekle meşgul idiler. CHP’nin olayı örtbas etme çabasına karşılık DP’nin baskısıyla 1949’da açılan davada Orgeneral Mustafa Muğlalı 33 kişinin ölümünden sorumlu tutularak önce idama sonrasında ise 20 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. 1951 yılında cezaevinde hayatını kaybeden Mustafa Muğlalı hatırasını diri tutmak için 2004 yılında olayın geçtiği ilçede bulunan kışlaya ismi verilir. Kime, ne için böylesi bir hareketle bir hatırlatmada bulunuluyor? Yani öyle anlaşılıyor ki “biz halen tedip ve tenkil hareketindeyiz, iş başındayız, o ruhu canlı tutuyoruz” iddiasındalar. 

Barış Yoluna Döşenen 33 Can

İnkar edilen suçlar… İnkar edilen toplumlar… İnkar edilen diller… Bu coğrafyaya farklı bir gezegenden gelmişçesine çekilen yabancılık… Bu yabancılıkla toplum ve siyaset mühendisleri ellerine rakamları, istatistikleri, çelişkileri, projeleri almışlar. Sürdürülmesi gerektiği düşünülen düzen için feda edilecek masum canlar yola çıkarılmıştır bile. Tarihler 24 Mayıs 1993’ü göstermekte. Turgut Özal öncülüğünde Türkiye yitirdiği barışını arıyor. Ötekileştirdikleriyle aynileşmeye çalışıyor. Bir yola girilmiştir. Daha fazla kan, gözyaşı köy boşaltma, yağma olmaksızın sorun giderilmeliydi.

Çözüm ve barış yoluna döşenen 33 can… 24 Mayıs 1993’te Bingöl-Elazığ karayolunun Çevrim Pınar mıntıkası… Acemi eğitimlerini tamamlamış, asıl birliklerine gitmek için otobüslere bindirilmiş 90 silahsız erin yolu Bingöl’de kesilir. 33 farklı ilden 33 silahsız asker… Her ilde tepkiler yükselsin, barış gelmesin, kanlar aksın ve intikam yeminleri edilsin diye yurdun dört bir yanına gönderiliyor. Yola düşen canlar, barışa giden yola engel olarak konuluyor. Halen bu kirli savaşın taraflarının kim olduğu tartışılıyor. Bu canlar hangi anlaşmanın ürünü olarak yola bu şekilde gönderildiler. Çekilen acıları belki bu kirli savaşın gerçek yüzü ortaya çıkıp müsebbipleri cezalandırılır, acılar hafifler. Savaşan taraflar içinde beslenen savaş baronlarının halkı feda etme pahasına sürdürmek istedikleri savaş için daha fazla bedel ödenmemelidir.

Sivas’ta Yanar 33 İnsan

Farklılıklardan düşman yaratma sanatını iyi bilir egemenler. Farklılıklar hâkim güçlerin varlığına kayıtsız şartsız itaat için birbirleriyle korkutulmalıydı. 2 Temmuz 1993Sivas'ta Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından organize edilmiş olan Pir Sultan Abdal Şenlikleri düzenlenmiştir. Şenliklere katılmak üzere gelen misafirler Madımak otelindedir. Alevilere Sünni kesimin onları yok etmek isteyecek kadar kin ve nefret ile dolu olduğunu mizansenler oluşturarak kanıtlamak istiyorlardı. Yanacak bedenlerden nefreti alevlendirecek bir düşünce umuyorlardı. Madımak oteli ateşe verildi. Otele sığınmış kişilerden 33 konuk yanarak veya dumandan boğularak yaşamını yitirdi.

Bu yangını planlayanlar Alevi- Sünniler arasında bir çatışmanın varlığını sezdirerek kampları derinleştirmeyi hedefliyorlardı. Alevilerin büyük çoğunluğu bunu Sünnilerin yaptığına kesin bir şekilde inanıyorlar. Halen olayın gerçek yüzünü bulmak yerine devletin plan gereği anlayışlarını esir ettiği insanlar sahte bilgi ve belgelerle oyalanma yerine hakikatin görünür yüzüne kendini çevirmelidir.

“Devlet baba, devlet baba
Ne kötülük ettik sana
Döne döne yana yana
Piştik Sivas ellerinde(Sivas Dramı/ Mahsuni Şerif)

Dersim olayı gibi yapılan katliamların hesabı sorulmamakta, 1980 öncesinde bu sürecin devamı için Maraş, Malatya ve Çorum olaylarının sorumluluğunu Sünni kesime yıkma kolaycılığı yüzleşme sürekli ertelenmiştir. Büyük oyunun planlayıcıları deşifre edilmelidir. Hakikat ne kadar bizi acıtsa da yönümüzü ondan yana çevirmeliyiz.

Başbağlar’da Yatar 33 İnsan

Aleviler ve Sünniler arasında bir çatışmayı umanlar bu defa Sünni bir köy seçtiler. Sivas Katliamının 2 gün sonrasıdır. 5 Temmuz 1993'de, Erzincan'ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar Köyü'nü 100'e yakın pkk mensubu köyü bastı. Ezanın okunduğu sırada camiye giren örgüt mensupları cemaati zorla dışarı çıkardı. 1.5 saat örgüt propagandası yaptıktan sonra tüm erkekler kurşuna dizildi, burada 29 kişi öldü. Daha sonra köy ateşe verildi ve 214 ev, köy okulu, köy camii, halkevi yakıldı. Yakılan evlerde saklanan 1'i kadın 4 kişi de yanarak can verdi.

 

Sivas’ta ölen 33 alevi insana karşılık 33 Sünni insan… Mezhep temelli ayrışmalar çatışmalarla artsın niyetindeler. Kenarda seyrediyorlar. İnsanlar birbirini anlamaya çalışmasınlar, sevmesinler diye ölümlerden medet umuyorlar. Oyunun planlayıcıları amacına ulaşmıştı. İnsanlar arasında aşılmaz duvarlar ördüler. Hep suçlu karşıda arandı. Bu mizanseni kuranlar tesbit edilmemeye çalışıldı.

Canlar canları böyle yakarsa,
Kardeş kardeşe kurşun sıkarsa,
Eğer ok yaydan bir kez çıkarsa;
Bir Sivas ağlar bir de Başbağlar. (Bir Sivas Ağlar Bir De Başbağlar/Tayyar Yıldırım)

Matematiksel hesaplar hangi vicdanı rahatlatabilir? Acıların toplamı, çıkarması, çarpma ve bölmesi olabilir mi? Bunu bile millete reva gördüler. Çıkardıkları yangında kavrulanları ellerini ovuşturarak seyredip, akbabalar gibi leşlere saldırmak için beklediler. Ama hesaplarının sonucunda kendilerinin mahkûm ve yok olduklarını bir gün görecekler mi? Görmeleri için üstü örtülen hakikati ortaya çıkaracak irade ve feraset olmalıdır.

Sonuç:

Planlar, projeler ile şekil verilmeye çalışılan insan, toplum ve devlet tasarımları; tarihsel dayanaktan, insani fıtratın çizdiği çerçeveden, toplumun kültürel geleneğinden, yaşanan zamanın ruhundan ve gelecek ufkuna sahip olmadan yapılanların hiçbir kazanımı yoktur. Kazanımı olmadığı gibi insanın varlığını ve huzurunu tehdit eder, toplumu parçalara böler ve devlet adaletin değil zulmün uygulayıcısı olur. Geriye dönüp baktığımızda oluşan hasarın tamiri yüzyıllar alacaktır. Türkiye’de son yüzyılda çok büyük acılar çekildi. Hedef;  hatırlayarak, hatırlatarak kini, öfkeyi çoğaltmak için değil aynı yanlışların tekrarını önlemek olmalıdır.

.

Bu yazı toplam 15784 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 1
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim