Öyle ki birçoklarımızın daha a harfine geçmeden önce öğrendiğimiz ilk isim Fahri Kaya idi. Onun ismi üzerine inşa edildi eğitim hayatımız, onun alfabesiyle başladı bilgi serüvenimiz.
Otuz üç yıldır tanıdığım büyük ve değerli bir isim Fahri Kaya. Ve daha sonra edebiyat, yardımcı ders kitaplarıyla daha da abideleşen bir simâydı. İlkokul yıllarımızda okulumuzun yanı sıra toplumumuzun geleneksel ve prestijli etkinliklerinden biri de edebiyat saatleriydi. Üsküp’ten gelen şair-yazarlar arasında Fahri Kaya olur ya da Fahri Kaya’nın da mutlaka şiirleri olurdu. Bu yazımda kendisiyle ile ilgili teorik ve tekrarlanan bilgilerden ziyade, Fahri Kaya’yla ilgili şahsi izlenimlerimi, anılarımı, görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Kafamda kesin net bir tarih yok ama rahmetli üstad ile tanışmam savaş ardından gazetecilikle uğraştığım 1999 sonrası yıllara denk gelir. Üstadla önce ulusal ve uluslararası edebiyat buluşmalarında, akabinde de Türkoloji sempozyumlarında bir arada olduk. 2008’den sonra ise Üsküp Üniversitesinde doktora yaparken, dört-beş yıl boyunca Üsküb’e yaptığım yolculuklarım vesilesiyle yakinen bir arada olma fırsatını yakaladım. Fırsat buldukça yamacına demir atmaya çalıştım Fahri üstadın.

Üsküb’ün bilgesi, saygın ve asil duruşlu beyfendisiydi Fahri Ağabey. O bilgelik o dik duruşu hak ediyordu, o bilgeliğe o duruş da yakışıyordu. Her defasında öyle bir duruşla karşılardı beni Fahri Ağabey. Ağabey diyorum çünkü o bir o kadar engin mütevaziliği yüzünden genellikle kendisine ağabey dememizi isterdi.
Şiir okumaya geçmeden önce muhtevası derin bir girizgâh yapar, şiiriyle yücelir, sonrasında kapanış konuşmasıyla hepimizde hayranlık bırakarak inerdi kürsüden. Girdiği her ortamda saygınlığı, etrafına dostlarını toplayan güçlü bir iletişimi vardı. Düşüncelerinin, kelimelerinin hiçbiri kesinlikle tesadüfi değildi. Sanki günlerce üzerinde düşünülmüş, hazırlanmışlardı.
Hatıratı güçlü, zekâsı net ve keskin, yeri geldiğinde sözünü korkmadan esirgemezdi. En çok da bu özelliğini sevdim Fahri Ağabeyin. Savunduğu görüşler, ileri sürdüğü tezlerin hepsi gerçekçiydi. Retoriği güçlü olsa da romantik bir entellektüel değildi.
Sempozyumların tartışma bölümlerinde, kahve molalarında yapılan değerlendirme, tartışmalarda eleştirileriyle etrafına bizleri toplayan, bütün katılımcıların olduğu gibi hepimizin sevgisini kazanmış bir Türkologdu. Tenkidlerini hiç çekinmeden tek tek rahatlıkla ortaya koyardı. Beklenen cevap gelmez ise ortaya atılan muammaları yerden yere vururdu. Bu sefer Fahri Ağabeyi daha da sevmeye başlıyorduk, çünkü doğruları söylerken cesurca bir tavır da takınır, bu tavır ona çok yakışırdı. Savunduğu doğruları sayesinde göğsümüz kabarırdı.

Kenara çekildiğinde, “Taner buraya gel!” derdi, “Bunların hiçbiri bir şey bilmiyor, hepsi cahil, öne sürdükleri yalan!”. Öyle ki ben bu özgüvenli tavrı İlber Ortaylı’dan önce Fahri Ağabeyimde tanıdım. Üsküp muhiti her ne kadar seçkin bir ortam olsa da onun bu üstün tarih, edebi, siyasi, toplumsal bilgeliği, ona kendini her nedense hep yanlız hissettirdi. Sebebini de Üsküb’e gidip geldikçe sanırım zamanla kavrar oldum.
Leyla ile Köprü Dergisi 2007 yılının Şubat-21’inci sayısında ilk mektuplaşmamız ardından Üsküp – Prizren arasında başlattığımız ilk edebiyat buluşmamıza koşarak gelen Fahri Ağabey, o gün de yaptığı o konuşmada ülkelerimiz arasına yeni sınırlar girse de edebiyat topluluğu olarak kopmamamız gerektiğini tembihlemişti bize. Bugün bu tembihin her konuda ne derece anlamlı ve önemli bir tembih olduğunu daha da fark eder oluyoruz. Kimin nasıl, neresiyle algıladığı bilinmez, lâkin her daim savunduğumuz birlik mücadele kavgamız, hep o kopmayın mefkuresinin izinden gitmek, onu korumaya çalışmak oldu hep.
2015 yılının Kasım ayında kendisine 65. sanat yılı ve 85 yaşı nedeniyle Prizren’de düzenlediğimiz saygı gecesinde inanılmaz mutlu olmuştu. Makedonya’ya gerçekleştirdiğimiz edebiyat yolculuklarının birçoğunda ilk durak noktamız Fahri Kaya’nın yanı olurdu. Böyle bir ziyaretimizde Fahri Ağabeyle Kosova ve Makedonya Türklerinin güncel durumunu sohbet ederken, o Sancak Boşnaklarını örnek gösterip, ‘Gelecekte Rumeli Türkleri olarak bizlerin de içerisinde bulundukları devletler bünyesinde Sancak Boşnakları misali kendimize “kültürel otonomi” sağlamamız gerekliliği görüşünü ortaya atmıştı. Kaya’ya göre, böyle “kültürel bir otonomi” ancak soydaşımızı eğitim ve kültür anlamında rahatlatabileceği gibi, uzun vadeli asimilasyon tehlikesine de karşı koruyabilmesi mümkün olabilirdi. Böyle bir görüşü dile getirdiğinde doğal olarak etkilenmemek mümkün değildi. Lâkin, Kaya’ya göre bunu gerçekleştirmek için güçlü siyasetçilere, birlik beraberliğe ihtiyacımız olduğunu yinelemişti. Lâkin Fahri Ağabeye göre şu an, onun ortaya attığı bu ülkünün gerçekleştirebilmesi için maalesef güçlü bir siyasetçi kadromuz yoktu. Dolayısıyla Kaya, sadece tarihle, geçmişle yaşayan biri değil, gelecekle de yaşayan, geleceğe yön, ışık, yol vermek isteyen bir devlet adamı ufkuna da sahipti.

Birlik, Sesler, Sevinç, Tomurcuk gibi yayınlar kapanınca, Türkçe gazetecilik ve edebi yayıncılık geleneğini sürdüren gençlerin yanında olduğuna birebir tanık oldum. Özellikle “Yeni Balkan” ve “Köprü Dergisi” etrafında toplanan gençleri yazılarıyla, fikirleriyle, önerileriyle destekler, yön verir, tavsiyeleriyle, etkinliklerine iştirakıyla hep yanlarında olurdu. Onları sever, onlar da Fahri Abilerini sevmiş olmalı ki yaşamdayken, ona vefa borcu olarak adına özel dergi çıkardılar, hayatını, eserlerini, çalışmalarını ele alan yayınların gün yüzünü görmesine vesile oldular. O sadece 2000’li sonrası kuşağa değil, İkinci Dünya Savaşı sonrası Kosova’dan Hasan Mercan, Nusret Dişo Ülkü, Nimetullah Hafız, Enver Baki gibi birçoklarına sahip çıkan, destekleyen isimlerden biri olmuştur.
Değerli bir büyüğüm olarak Fahri Ağabeye olan derin saygı ve sevgim olduğu gibi, onun da bana sevgisi mukabildi. Her gördüğünde, kollarını açarak “Taner gel buraya!” der, o an kafasındaki konuya direk koyu bir muhabbetle birlikte geçerdi. Benle uzun uzun sohbet etmeyi severdi. Vefatından bir önceki (20.03.2016) buluşmamızda: "...Tanerciğim sen şairler içerisinde siyasetçi, siyasiler içerisinde şairsin..." diyerek sevgisini dile getirmişti. Üstad ile son kareyi 20 Mart 2016 tarihinde Üsküp KÖPRÜ Derneğinde çektirmişiz. "Katıksız ve dostane dertleşebildiğim, muhabette ortak dili paylaşabildiğim insan çok az Üsküp'te..." diyerek yine dert yanmıştı son görüşmemizde. Değerli bir edebiyat tarihçimiz olarak Fahri Ağabeyin, 2015 yılında yayımlanan doktora tez kitabımla ilgili övgülerine de bu görüşmede nail olmuştum. Çalışmamı baştan sona okumuş, çok da beğendiğini vurgulamıştı. Onun bu değerlendirmesi benim için çok kıymetliydi. Üsküp edebiyat muhitiyle aramızda öyle bir yarış olmasa da, "Edebiyatımızın önderliğini siz Kosovalılar yapıyorsunuz" diyerek, sürdürdüğümüz çalışmaların altını takdirle çizmiş, övgüsüyle bizi teşvik ve motive etmeye çalışmıştı.

Merhum Fahri Abiyle en son, 24.08.2016 tarihinde Gostivar’da düzenlenen bir sempozyum dönüşü, vefat haberini aldığımız şair Fahri Ali’nin cenazesinde buluşmuştuk. Yanında bulunan BİRLİK gazetesi arkadaşlarını geride bırakarak, sanki umut ışığına koşar gibi, sohbete susamış, uzun uzun muhabbet etmiştik üstadla İsa Bey Camii avlusunda ki çınar altında. Sadece tenkidi değil, önerilerini de beraberinde getirirdi her sohbetinde. Sorunların kısırdöngü tenkidçisi değil, çözüm üreticisiydi de aynı zamanda. Hafızasının berraklığına, tarih ve güncel meseleleri analiz kabiliyetine hayrandım. Öğle sıcağı olmalı ki yine karşımda sendeler olmulştu o gün. Hemen koluna girip, “Merak etme Taner, bir şeyim yok, yine şekerim düştü herhalde” diyerek, kendini o an hemen toparlamıştı.
Derin, samimi muhabbetine, bilgisine, ağabeyliğine, sevgisine nail olmuş biri olarak Fahri Ağabeyin terk-i diyar eyleyişi derinden üzdü. İstanbul’da sadece aile yakınlarının iştirakiyle toprağa verildi. Koronavirüs giribi salgını yüzünden alınan geniş önlemleri yüzünden sanki sessiz sadasız, bir başına gidivermişti aramızdan. Yine bir şeylere küsmüş, bir şeyleri eleştirerek terk eder gibi.

“Seni böyle uğurlamak olmadı üstad! Bizim de diyecek birkaç sözümüz daha vardı. Dizelerimiz yaslı, kelimelerin hüznü var bugün” demiştim son vedası ardından.
Bu sağlık önlemleri yüzünden vefatının hemen ertesinde herhangi bir toplantı yapamamıştık. Fakat görev yaptığım Yunus Emre Enstitüsü tarafından, kurumdan arkadaşlar yanı sıra edebiyat ve akademi dünyasından dostların iştirakıyla birlikte 1 Nisan 2020 tarihinde Fahri Kaya’yı dijital ortamda, TBMM Başkanı Mustafa Şentop, T.C. Kültür Bakanı Yardımcısı Serdar Çam, Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş’in himayelerinde anma toplantısı düzenleme imkânımız oldu. O yayını karlı bir günde Prizren Yunus Emre Enstitüsü’nün terasında dalgalanan Türk bayrağı görüntüsüyle noktalamıştık.

“Dünyadan facebookta 7800, tweeter'da da 20.000 binin üzerinde izleyici kişiyle birlikte Fahri Kaya'yı anarken, kurumumuzun çatısından Prizren'e yağan kar ve hilâl manzarası, merhum azizin hatırasına çok güzel yakıştı... Güle güle Fahri Abi, sana yakışan bir uğurlamayla şimdilik güle güle, bugün seni binlerin iştirakiyle gerçekleştirdiğimiz telekonferans anma programıyla gönüllerimize uğurluyoruz!” cümleleriyle veda ederken, bir miktar da olsa onun aziz hatırasına layık olmanın huzuru düşmüştü yüreğime.
Edebiyatımız bir yaprak dökümü daha yaşadı, yaslıyız. Balkan Türklüğü, Balkan Türk edebiyatı, kültür-sanat, basın-yayın, eğitim ve siyaset dünyasının büyük ismi, değerli klasiğimiz Fahri Kaya'yı kaybetmenin derin üzüntüsü içerisindeyim. Camiamızın başı sağolsun. Mekkânı Cennet olsun. Sevenlerine, aile efradına sabırlar dilerken, bir şair daha eksiğiz, sesimiz biraz daha kısık bugün.
Dr. Taner Güçlütürk


































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.