İran ise 20 binden fazla Müslümanı katleden Esed rejimine destek vererek Suriye halkının büyük çoğunluğunun dostluğunu kaybetti yahut kaybetmek üzere. Suriye halkı "İsrail-Lübnan savaşı"nda 'şii-müslüman' muhacirlere kucak açmıştı. Bugün canlarını kurtarmak için onbinlerce Suriyeli(terörist değil bunlar, sıradan insanlar) Ürdün ve Türkiye'ye rahatça sığınabiliyorlar. Aynı durumu Lübnan için söylemek kolay değil, çünkü Suriyeli muhacirlere Lübnan sınırlarında zorluklar çıkarılıyor, çıkaranlar belli.
Hadi Rusya'yı, Çin'i, Amerika'yı, İngiltere'yi, İsrail'i falan anlayabiliyoruz, Müslüman kanı dökülmesi onlar için önemli olmayabilir ama İran ve Türkiye el ele verseydi Suriye bugün çok farklı süreçlere evrilebilirdi. Böyle yapılamadığı için Suriye'nin geleceği(ve maalesef bütün bölgenin geleceği)yabancı güçlerin eline kalıyor, yazık değil mi, ayıp değil mi?
"Rahmet ayı Ramazan"ın içindeyiz ve "Müslüman Halep" yirmi otuz bin asker, tank ve uçaklarla kuşatılmış durumda. Kofi Annan'ın istifasıyla birlikte eli daha da rahatlayan Esed'i durduracak diplomatik baskı aracı kalmadı. Halep yerle bir olacak, binlerce masum ölecek ama Esed kazanacak mı? Halkının düşmanlığını kazanmış bir rejim uzun süre ayakta kalabilir mi? Halkını katleden bir rejimin dostluğunu kazanan bir İran hakikatte kazanmış sayılabilir mi?
İran İslam Cumhuriyeti yöneticileri neyi kazanacaklarını ve neleri kaybedeceklerini ciddi bir şekilde gözden geçirmeliler. İran bizim hem komşumuz, hem de dinde kardeşimiz, başına bir taş düşse en fazla bizler üzülürüz. Her ne olacak ise o olur, rejimler, hükümetler, liderler değişirler, ama Suriye halkı, Türkiye halkı, İran halkı hep yerinde kalacak. Yarınlarda tutunacak tek dal da Müslüman halkların kardeşliği ve dostluğu olacaktır. Önemli olan bu değilse, hiçbir şeyin önemi yok.
Süfyan-ı Sevri'den güzel bir öğüt..
Gösteriş ve iftihar için verilen yemeklerden yemek günah sayıldığı gibi sadece zenginlerin katıldığı fakirlerin bulunmadığı yemek ziyafetleri de en kötü ziyafet olarak vasıflandırılmıştır. Büyüklerimiz böyle yemeklere katılmamak gerektiğini öğütlemişlerdir.
Sufilerden Süfyan-ı Sevri sohbet meclislerinde fakirleri öne alır ve zenginleri arkada bırakırmış. Bu yüzden onun sohbetlerine katılan zenginler yoksulluğu temenni eder hale gelirler imiş.
Yine büyüklerimiz sırf sahip sadece servetleri yüzünden zenginlere ta'zim etmekten kaçınılmasının önemine dikkat çekmişler, bu tür saygı gösterilerini iman açısından mahzurlu görmüşlerdir.
Öte yandan "gösteriş budalalığı" insanları gereksiz harcamalara sevkediyor. "Göşterişçilik" ve " israf" birbirinin kardeşidir. Ama gösteriş budalalarını azdıran da yine başkalarının iltifatları ve ilgileridir. O ilgiler, iltifatlar olmasaydı gösteriş budalalılığı bu kadar yayılmazdı. "İhya u Ulumi'd-din" adlı meşhur eserinde İmam Gazali bu konuda güzel bir örnek verir:
"Süfyan-ı Sevri Kufe sokaklarında bir arkadaşıyla giderken önlerine çıkan muazzam ve süslü bir konağın(şatafatlı) kapısına arkadaşı(uzun uzun) bakınca: 'Böyle yapma, eğer gelen geçen senin gibi yapmayıp bu binaya bakmasa, adamcağız lüzumsuz bu kadar masrafa girmezdi. Böyle hayretle bakmak, israfta bu adama yardımcı olmaktır' dedi."
Başbakanı Esed'ten hicap duymuş..
Esed'çilere göre Suriye Başbakanı Riyad Hicab görevden alındı. Muhaliflere göre ise Başbakan Hicab ailesini de yanına alarak "Özgür Suriye Ordusu"nun himayesinde ülkeyi terketmiş. Anlayacağınız Başbakan Hacib muhalif saflarına katılmış.
Hicab'ın kaçışıyla birlikte Suriye'nin bir başbakanı olduğunu hatırladık, oysa çoktan unutmuştuk. Çoğu insan içinden "Yahu Suriye'de Başbakanlık var mıydı" diye geçirmiştir muhakkak. Diktatörlük rejiminde Başbakanların hükmü geçmez ama yine de Riyad Hicab'ın Esed'in Başbakanı olmaktan hicap duyarak isyan edip kaçması önemli.
Esed rejiminin saltanat sarayının duvarlarına işlediği 'Sünni tabaka' dökülüyor. Başbakanlar Sünni kökenden olurlar, lakin bakanlık mekanizmasını elinde tutan müsteşar Nusayridir mesela. Bütün mevkiler, makamlar(bilhassa kritik görevler) diktatöre kişisel sadakattan öte mezhep ve aşiret sadakatı dikkate alınarak dağıtılır.
Derin yapının üstündeki tabaka bozuma uğrayınca Esed rejimi kendisine en sadık unsurlarıyla başbaşa kalacak. Zira rejimin Sünni tabakasında yer alanlar (diplomat, subay, bakan vs.) birer ikişer muhalif saflara katılıyorlar. Muhalif güçler ilerledikçe Esed'i terkedenler de artıyor.
Hicab'la birlikte bir iki bakanın kaçtığı, hatta bir bakanın kaçmak üzereyken yakalanıp tıutuklandığı söyleniyor. Doğru olma ihtimali kuvvetli bu söylentilerin. Kaçmak kolay değil, aileni de yanında götüreceksin ve dikkat çekmeden yapacaksın bunu. Esed rejiminin bütün kurumlarında ciddi bir güvensizlik ve şüphe başgöstermiştir, herkesin gözü biribirinin üstündedir ve eller her daim tetiktedir. Şüphe cinayeti tetikler.
Rejim güçleri, sadakatlarını test etmek için pek çok askeri köylerde silahsız sivilleri öldürtmeye zorlamış, emre uymayan asker ve subayları ise kurşuna dizmişti. Askerler kendi halkına kurşun sıkmaktansa ilk fırsatta kaçıp muhaliflere katılıyorlar.. Rejim ordusunda, idaresinde çözülmeler hızlanacak, ortada ne devlet, ne hükümet kalacaktır. Sonrası, meçhul..
08.08.2012 Yeni Şafak






























Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.