Gerçi Demet Evgar'a "Leyla abla bi imza" diyen ya da fotoğraf çektirdikten sonra "Siz kimsiniz?" diye soran da var ama olsun; kimse şikâyetçi değil!
Bu 'ünlüler geçidi'nin müsebbibi Onur Ünlü. Polis, Güneşin Oğlu, Beş Şehir ve Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi'nden sonra arayı çok açmadan bu kez 'Sen Aydınlatırsın Geceyi' filmi için setini kurmuş Ünlü. Seyircisinin ondan beklediği de bu zaten; fazla özletmemesi.
Bu kez ata topraklarını mesken tutan yönetmen, süper kahramanların hikâyesini anlatıyor. Dikkat buyrun; süper kahramanlıklar değil, süper kahramanların hikâyesi. Kahramanlarımızın kimi uçuyor, kimi zamanı durduruyor, kimi eşyaları yerinden oynatıyor, kimi duvarların ötesini görüyor ama onlar da can! Hem bunlar neticede bizim süper kahramanlarımız; Hollywood'un değil! Onların da derdi tasası, hayat gailesi var. Zaten ne kendileri ne de etraflarındakiler ilgileniyor onların bu özel halleriyle. Yoksa acaba insanı 'kahraman' yapan bu yetenekler değil de aslında onlarsız da ne kadar 'özel' olduğumuz mu? Kafanız mı karıştı; oh ne âlâ! Laf aramızda; yönetmen de bunun peşinde.
Yoksa, hadi her şeyi geçtik diyelim, böyle bir hikâyeyi siyah beyaz çeker miydi? Sahi, niye böyle yapıyor? Her zamanki kalender gülüşüyle "Ya siyah beyaz filme gider mi insanlar! Gitmezler. Dur bakayım, bir de bunu deneyeyim; hâlâ ısrarla benim filmlere o gelenler kimlermiş, onları tespit edeceğim." diyor.
Onur Ünlü'nün karakterleri hiçbir zaman 'normal' olmamıştı zaten ama herkesin bir olağanüstülük taşıdığı bu hikâye nereden çıkmış acaba? "Bir gün ofiste arkadaşlara 'hadi görüşürüz' deyip kendimi camdan atıyormuş gibi yapmıştım. O zaman aklıma gelmişti; hakikaten şu camdan çıkıp uçup geri gelebilsem ya, diye. Polis'ten beri var aslında. Önceden yazdığım bir hali vardı, ondan vazgeçtim. Fırsat bulunca yeniden yazdım, şimdi de çekiyoruz işte..."
"NE ÇANTAYMIŞ ARKADAŞ!"
Şimdi de Akhisar Gençlik Parkı'nda Ali Atay ve Demet Evgar'ın sahnelerini çekiyoruz. Ünlü'nün, kimsenin seyretmeyeceğini öne sürdüğü filminin buradaki seyircisi hayli bereketli. Tam yönetmen sandalyesinin arkasındaki alanı dolduran teyzeler, oturmuş, pür dikkat çekimleri izliyor.
Film, çekim, senaryo, ekip; hepsi bir oyunun içinde gibi. Klişeden "Çok eğlenerek çalıştık" sözünün hakiki anlamını görüyorsunuz sette. Onur Ünlü'den her an, her duruma uygun bir şiir ve şarkı geliyor. Bizim gittiğimiz günün favorisi ise "Toprak olur taş olurum, yoluna yoldaş olurum, istersen gardaş olurum, merak etme sen"di. Kâh Onur Ünlü söylüyor kâh Ali Atay.
O arada yönetmen yardımcısı titizliğini gösterip Atay ve Evgar'ın, taşralı iki mahcup olarak oturup gazoz içtikleri masadaki çantaya dikkat çekiyor; kaldırsak mı daha iyi, masanın kenarında bıraksak mı; acaba sapı sarksın mı? Önerileri değerlendiriyor Ünlü; çanta kaldırılıyor, konuyor, sapı sarkıtılıyor, az yukarı çekiliyor. "Çanta kalsın ya. Kalsın. Çünkü o kadınlıkla ilgili bir şey. O masada olmalı o!" diyor Ünlü sonunda. Yönetmen yardımcısı titizse yönetmen de ne istediğini biliyor; her şeyin hesabı inci ince yapılmış! Yine de 10 dakikalık kararsızlıkla dalga geçmeyi ihmal etmiyor Ünlü; "Ne çantaymış arkadaş!"
BEŞ ŞEHİR'LE UZAKTAN AKRABA
Çantanın sahibini oynayan Demet Evgar, kahkahalar atıyor o arada. Çünkü rol arkadaşı Ali Atay'la ayrı bir muhabbet koyultmuşlar masada. Evgar, filmin, parmağıyla eşyaları oynatabilen kızı. "Bayılıyorum" diyor, "Zaten hep isterdim. Tatlı Cadı gibi..."
Sete gitmek demek, filmi çözmek demek değil maalesef. Yönetmen orada, oyuncular orada, çekimleri görüyorsunuz hatta senaryoya kaçamak bakışlar atıyorsunuz ama yetmiyor. Yine Ünlü'den yardım istiyoruz; en nihayet çok merak edenler için bir ipucu veriyor: "Bu film, Beş Şehir'le uzaktan akraba. Ama uzaktan; böyle düğünlerde falan görüyorlar birbirlerini..."
Haber: Elif Tunca, Zaman 18.06.2012































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.