• İstanbul 17 °C
  • Ankara 22 °C

Anekdotlarda Yaşayanlar

Önder SAATÇİ

Çok değil, bundan yalnızca bir asır öncesine kadar İstanbul’daki semai kahvelerinde âşıklar “atışma”larını sergilerken, Kerkük’te hoyrat çağıranlar “kanşar ba kanşar” horyat okurlardı.

Kerkük’teki bu geleneğin 30’lu, 40’lı yıllardan itibaren gerilediğini ve giderek kaybolduğunu okuyoruz çeşitli kaynaklarda. Bunda önce gramafon sonra da radyonun kahvehanelere girmesinin rolü olsa gerektir.

Dost meclisleri de edebiyatsız olmazdı. Her şeyden önce, kahvehaneler o zamanlar kıraathane idi. Yani, okumaevleri. Gazete ve dergiler masalar arasında dolaşır, herkes bir ucundan bu irfan sofrasından nasibine düşeni alırdı. Tabi, kahvehanelerdeki dost meclislerinin en önemli sohbet konularından biri de fıkralar ve anekdotlardı. Bilhassa, edebiyatçılar hakkında anlatılan, belki biraz da uydurulan bu anekdotlar onların halk arasında tanınmasını da artırıyordu mutlaka. Ne de olsa o devirlerde şimdiki gibi bir medya olmadığından, her türlü anlatı öncelikle dilden dile dolaşır, sonra akılda kalanlar veya iyice dillere sakız olanlar kâğıda dökülür ve bugünlere kadar gelirdi.

Anekdotlar şairlerin, yazarların şöhretine şöhret katarken belki de halkta edebiyat zevkinin de gelişmesine yarıyordu. Çünkü, bu gibi anekdotları duydukça insanlar şair ve yazarların yazdıklarına ilgi de duymuş olabilirler. Hele o devirlerde toplumun zihninin ve ruhunun henüz medya mikroplarıyla tanışmamış olduğunu düşünürsek eminim ki bu tür anlatılar okuma kültürünü de geliştirmiş olmalıdır. Anekdotlarda adı geçen edebiyatçıların, ruhuna okunmuş olan birer fatihanın veya hayır duanın da insanların dillerinden dökülmüş olduğunu düşünürsek anekdotlarla şairlerimizi ve yazarlarımızı anmaya bugün de devam ettiğimizi ve onları gönüllerimizde yaşattığımızı söyleyebiliriz. İşte size Türk edebiyatının kalburüstü şair ve yazarlarından bazılarına ait bir anekdot demeti:

NE  ALIRSINIZ  ?

Yahya Kemal, bir yokuşu çıkıncaya kadar nefes nefese kalır. Yokuşun sonundaki lokantadan bir garson seslenir:

 

          -- Buyurun beyim, ne alırsınız  ?

          Yahya Kemal, tebessümle;

-- Evlât, müsaade edersen, bir nefes alacağım..

 

SÜLEYMAN  NAZİF’İN  YAKINMASI

Meclis-i Mebusan basılıp da devrin mebusları Malta’ya sürgün edildiğinde, zaman geçirmek epeyce müşkül bir hâl almış. Bir ara Süleyman Nazif ve Enver Paşa’nın babasının da içinde bulunduğu mebuslar heyeti, gençliklerindeki çapkınlıklarını anlatmaya başlamışlar. Herkes bir hatıra anlatınca sıra, Enver Paşa’nın babasına gelmiş. Gençliğinde pek asilane bir hayat yaşamış Paşa,

- Gençler beni mazur görün, size anlatacak bir şeyim yok. Zira ben, gençliğimde hiç harama uçkur çözmedim deyivermiş.

Bunu duyan Süleyman Nazif taşı gediğine oturtuvermiş:

  • Ah Paşam, ah! Keşke siz gençliğinizde helale de uçkur çözmeseydiniz. Baksanız a! Başımıza ne geldiyse hep mahdumunuz (oğlunuz) yüzünden geldi.

 

 ŞAİR  EŞREF’İN  VALİYE  TELGRAFI

Ege kazalarından birinde kaymakamlık yapan Şair Eşref dilinin sivriliği ile meşhurdu. Devrin rical (bürokrat)ini hicvetmekten hiç geri durmazdı.

Bağlı olduğu vilayetin valisi ile de hiç geçinemiyordu. Bir ara Vali Paşa kazaları dolaşıyordu. Bunun haberini de kazalara birer telgrafla önceden bildirmişti Eşref de cevap telgrafında şunları yazmıştı:

-- İnşallah, kazaya uğrarsınız.    

 

NEF’İ’NİN   CEVABI

Devrin Şeyhülislamı Tahir Efendi, bir gün Nef’i’den söz ederken onun hakkında kelp(köpek) deyivermiş. Bu söz dedikodularla Nef’i’nin kulağına kadar varmış.Duruma fazlasıyla içerleyen şairimiz, aşağıdaki meşhur kıt’asını yazmış:

Tahir Efendi bize kelp demiş

İltifatı bu sözde zahir(belirgin)dir.

Maliki benim mezhebim, zira

Ve i’tikadımca kelp tahirdir.

 

(tahir: temiz)

(Tahir : özel isim)

 

BİR  ŞARKI  BÖYLE  YAZILDI

Hem edip hem de musıkişinas olan Ahmet Rasim ünlü bestekâr Tatyos Efendi ile pek samimi idi. Her gün, gece yarılarına kadar işret(içki) meclisleri  kurar, zevk u safa ederlerdi. Ahmet Rasim’in karısı ise bu durumdan hiç de memnun değildi. Bir gün kocası evden çıkarken ona sıkı sıkıya, sakın geç kalma, erken gel; diye tenbih eder. Buna aldırmayan Ahmet Rasim karısını alaya alarak onun bu cümlesini akşama kadar tekrar eder durur. Akşam Tatyos Efendi ile bir araya geldiklerindeyse bu cümlenin üzerine birkaç ilavede bulunur ve o meşhur şarkı oracıkta besteleniverir: 

 

Bu akşam gün batarken gel..

Sakın geç kalma erken gel.

Tahammül kalmadı artık

Sakın geç kalma erken gel.

 

Cefâ etme bana mâh'ım,
Sonra tutar seni âh'ım,
Üzme beni şîvekârım,
Aman geç kalma erken gel.

 

  

Bu yazı toplam 534 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim