• İstanbul 12 °C
  • Ankara 11 °C

Bir Kopuşun Romanı: Tutsak

Önder SAATÇİ

Uzun bir zamandan beri Emine Işınsu’nun romanlarından, en azından birini veya mümkünse birkaçını okumayı aklıma koymuştum.

 Bilhassa onun Türkiye dışındaki Türklere dair romanları vasıtasıyla okuyucularının hayal ve gönül dünyalarına neler ektiğini çok merak ediyordum.  Geçenlerde, Hasbihâller kitabında Zeynep Uluant’ın, onunla yapmış olduğu röportajı okuduktan sonra artık Tutsak romanını okumak farz oldu. Ne de olsa Tutsak romanında Işınsu Irak Türklerinin çilesine de yer veriyordu.

 Romanda “tutsak” kavramı geniş bir çerçevede ele alınmış, diyebiliriz. Romancıya göre, 50’lerin Türkiye’sinde Menderes kendi iktidarının, Türkiye’dekiler kendi sınırlarının, Irak Türkleri ise Arap idarelerinin tutsağı. Ancak ben romanda daha başka meselelerin de iç içe geçmiş olduğunu düşünüyorum. Bu tutsaklığın bir kopuşla birlikte daha da koyulaştığı kanaatindeyim. Bu, öyle bir kopuş ki maddi hırsların ve siyasi sınırların insanı tutsak etmesi git gide kişileri hem kendi özünden hem de tarihin ve coğrafyanın ona yüklediği hayatın gerçek anlamından kopmasını beraberinde getiriyor.

  Romanda baş kahraman Ceren’dir. Ceren bir ressamdır da. Onun kocası Orhan ise bir müteahhit ve Erbilli bir ailenin oğludur. Tarık ise onun Kerkük’ten gelen amcaoğlu. Ceren evliliğinde mutsuzdur; çünkü kocasından gerekli ilgiyi ve desteği görmemektedir. Orhan da iş hayatında, hedefe varmanın bütün yollarını mubah gören biridir.  Orhan ve Ceren sık sık aile dostlarıyla bir araya gelip eğlenceler düzenleseler de Ceren çevresindeki bu hayat tarzından hiç hoşnut değildir. Tarık’ın Türkiye’ye gelip o yıllarda (1950’li yıllar) Irak Türklerini bir dernek çatısı altında toplamaya çalışması ve bu uğurda sarf ettiği insanüstü çaba Ceren’i fazlasıyla etkiler. Ancak Tarık iki kez Türkiye’ye gelip derneği de kurdurduktan sonra Kerkük’e dönmüş ve 14 Temmuz (1959) hadiselerinde feci şekilde katledilerek şehit edilmiştir. Romanda Tarık çoklukla geri dönüşler vasıtasıyla yer alır. Tarık Türkiye’de iken bir taraftan dernek kurma çalışmalarını sürdürür bir yandan da Ceren’le, onun resim atölyesinde uzun uzun sohbetler eder. Bu sohbetler sırasında Tarık Ceren’e Kerkük’ü oradaki hatıralarını ve Irak hükûmetlerinin Irak Türklüğüne karşı takınmış olduğu zalim tutumu anlatır. Tarık’ın bu anlatımlar sırasında söylemiş olduğu Kerkük hoyratları ve Tarık’ın idealizmi Ceren’i âdeta çarpar ve onun sosyal çevresine olan güvensizliği iyice artar. Tarık, sohbetleri sırasında Turan mefkûresini de Ceren’in duygu dünyasına katmış olur. Ona göre, Irak Türkleri ancak Turan mefkûresine inandıkları ve bu uğurda mücadele ettiklerinde gerçek hürriyete kavuşurlar.

  Romanın bir kopuşu anlattığını söyledik. Orhan aslında Türkçü-Turancı fikirlerle bir dönem haşir naşir olmasına rağmen iş hayatı ve para kazanma hırsı onu dış dünyadaki Türklerin ızdıraplarını düşünmekten alıkoymaktadır. Böylece, soydaşlarından kopmuştur. Tarık’ın gözünden bakılınca o devirde milliyetçiler de sloganların arkasına sığınmışlar ve bu da kopuşun bir başka türüdür. Romanda “Kudretli Albay” olarak anılan ama aslında Alparslan Türkeş olduğu sezdirilen kişi gerçekçi çözümler üretmekte ve Turan davasına, Irak Türklüğüne ümit ışığı olmaktadır. Siyasi ortam ise o yıllarda fazlasıyla gergindir. İhtilalin ayak sesleri Ceren’in ilkokul çağındaki kızının kulaklarına kadar gelmektedir. Bu yüzden hükûmet de Irak Türklüğünden bihaber ve kopuktur. Öyle ki Tarık derneğin kuruluşu sırasında Menderes’e bir telgraf çekmek ister; ancak çevresindekiler bunun zamansız bir girişim olacağını söyleyerek onu engellerler. Bu da kopuşun nerelere vardığının bir başka göstergesidir.

 Romandaki kopuşlar böyle sürüp giderken hem bir süredir psikolojik sorunlar yaşayan hem de sanatını icra etmeye kendinde yeterince güç bulamayan Ceren, Tarık’ın ölümünden sonra da onun ideallerine tutunarak içinde bulunduğu tutsaklıktan çıkmaya gayret eder. O, sanatçı duyarlılığı ile fikrî idealler bir araya getirildiği takdirde hayatın anlam kazanacağına inanmaya başlar. Ceren romanın sonunda kocasından ayrılmak üzere boşanma davası açar ki bu onun artık yaşadığı çevredeki tutsaklık zincirlerini kırmaya başladığını gösterir.

 Bütün bu değerlendirmelerden sonra romanın bazı aksayan yönlerine de temas etmek gerekir kanaatindeyim. Benim elime geçen nüsha, Bilge Kültür Sanat yayınlarından 2018’de çıkmış çok yeni  bir baskı. Hâlbuki romanın ilk baskısının yayın tarihi 1973.  Kitabın dilinde ve anlatımda, geçen zaman içinde herhangi bir yeniden düzenleme yapıldı mı bilmiyorum. Ancak, romandaki bazı hususlar devir-dil meselelerini az da olsa bende kaşıma dürtüsü uyandırıyor. Mesela, Akdeniz bölgesi için “Güney” ifadesinin 70’li yıllarda çok da yaygın olmadığı kanaatindeyim. Ayrıca romanda,  Orhan’ın müteahhitlik çalışmaları kapsamında, o yıllarda, “Güney”de bir “tatil köyü” inşaatına girişmek üzere olduğu da bir başka dil-devir çelişkisi bence. Zira, tatil köyü kavramının 80’li yıllarda, turizmdeki gelişmelerden sonra dilimize girdiğini düşünüyorum. Ancak, ilk baskıda da bu ifadeleri görebilirsem yanıldığımı kabul ederim.

 Romanda dikkat çekici bir husus da Irak Türklüğünün sorunlarının anlatım biçiminin romana yeterince yedirilemediğidir. Irak Türklüğünün meseleleri romanda daha çok bir retorik (hitabet) hâlinde geçiyor. Bazı yerlerde bir tarih kitabı, hatta Irak Türklerinin yaşadığı bölgelerden bahsedilirken sanki bir coğrafya kitabı okuyorsunuz. Ancak buna rağmen yazarın Irak Türklüğüne bir eserinde yer vermesi Türk okuyucusunun ilgisini bu meseleye çekmek açısından önemli. Hatta, onun Çiçekler Büyür ile Bulgaristan Türklüğünün, Azap Toprakları ile Batı Trakya Türklüğünün ve nihayet Tutsak ile Irak Türklüğünün acılarını, ızdıraplarını romanına konu etmesi Türk romanında küçümsenmeyecek bir adım. Böylesi romanların çoğalması ve Türkiye’deki okuyucunun dikkatlerine ve gönül dünyasına sunulması gerekli. Yeni nesil romancıların dış Türkler meselesine bir ideoloji meselesi olarak değil bir millî mesele veya en azından bir insanlık meselesi olarak bakmalarını temenni ediyorum.  Böylece Türk milletinin, birbirinden koparılmış evlatları edebiyatın kucağında yeniden bir araya geleceklerdir.

  Kardeşlik (Bahar -2022)

 


 Emine Işınsu, Zeynep Uluant’a verdiği röportajda Dış Türkler hakkında Alparslan Türkeş’ten bilgi aldığını ve adını değiştirerek onu romanda konuşturduğunu belirtiyor (Hasbihaller, s. 200).

Bu yazı toplam 544 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim