• İstanbul 17 °C
  • Ankara 19 °C

Hadi Güzel ile Son Buluşma

Önder SAATÇİ

Ilık bir kış günüydü… İzmir’e son gidişimden bu yana belki yirmi sene geçmişti. Nedense bir başka severim İzmir’i, her ne kadar çok az misafiri oldumsa da… İşte bir kere daha kapısından  giriyordum bu şehrin; yalnız bu sefer kırk yılı aşkındır görmediğim Hadi Güzel Hoca’mı ziyarete gitmekteydim. Bu ziyaret hem yıllar sonra bir değerli hocamı görüp elini öpmek için hem de Kardaşlık dergimiz için onunla bir görüşme yapıp kendisinin hatıralarını derlemek içindi.  

Telefonda hocamla anlaştığımız yerde servis aracından indim. Bir süre yürüyüp onunla buluşacağımız yere geldim. Kendisi de uzaktan belirdi. Her ne kadar eski hâlini andırmasa da gönüller bir olunca gözler de hemen birleşiyordu. Hadi hocamla sarılıp kucaklaştıktan sonra bir yandan yürüyüp bir yandan hâl hatır faslını icra ediyorduk. Kısa bir yürüyüşten sonra bana yolumuz üzerindeki bir pastanede kahvaltı ikram etti. İzmir’in meşhur poyoz böreği menümüzün başındaydı. Garson bir de yumurta arzu edip etmediğimizi sordu, biz almadık. Meğer İzmirliler poyozu yumurtayla yerlermiş. Onu da öğrenmiş oldum.

Hadi Hoca’mın eşi biraz rahatsızdı -maalesef bundan yedi ay önce onu da kaybettik- Evlerinde Gürcistanlı olsa gerek, bir yardımcıları vardı. Eşinin hizmetine bakmaktaydı. O yüzden hanım teyzeyle fazlaca vakit geçiremedik. Ancak Hadi Hoca’mla bütün bir gün artık bizimdi.

Hadi Bey Karabağlar semtinde oturmaktaydı. Apartman dairesine girince önünüze. İki tarafı fotoğraflar, resimler ve portrelerle dolu enine bir koridor geliyordu. Bu koridor âdeta bir resim galerisi idi. Koridoru süsleyen portreler kimlere aitti diye sorarsanız; Atatürk, İnönü, Enver Paşa, Menderes, vs… Hadi Hoca âdeta bir tarihi bu tasvirlerle evinin duvarlarına işlemişti. Öte tarafta ise evin salonunda çok geniş, duvardan duvara bir kütüphanede edebiyat ve tarih kitaplarının ağırlıklı olduğu bir kütüphane yer alıyordu. Hadi Hocam demek ki bu geniş kütüphaneden zihnine ve benliğine yüklediği bilgileri bize taşımıştı.

Daha sonra Hadi Hoca’nın misafir odasına geçtik. Misafir odasının duvarları da Kerkük’le doluydu... Bir yanda ünlü Kerküklü Şair ve Hattat M. İzzet Hattat’ın “Çobansız kuzunı (kuzuyu) kurt kapar.” yazılı hat levhası, diğer yanda Kerküklü marangoz Muhammet Suphi’ye yaptırdığı, Fuzuli’yi canlandıran ve kabartma sanatıyla bir kez daha ebedîleşen meşhur “Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge / Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı” beytinin işlendiği bir ahşap tablo, öte tarafta ise Kerkük Sarayı… Anlaşılan o ki Hadi Hoca belki bedenen Kerkük’ten ayrılmıştı, ama Kerkük’ü de kalbinde taşıyarak İzmir’e gelmişti yıllar önce. O kadar ki bir ara oturduğu apartmanın adını “Kerkük Apartmanı” şeklinde değiştirmek istemiş, bunun için bir mermer levha bile hazırlamış; fakat komşularını bu hususta ikna edememiş. Hadi Hoca levhayı atmayıp evinin kilerinde, bir köşede muhafaza ediyordu.

Sohbetimize yardımcılarının bize ikram ettiği kahveyle başlamıştık. Hadi Bey’e yöneltmek üzere hazırlamış olduğum uzun bir soru listem vardı. Fakat sohbet öyle bir tatlı idi ki kendimizi birden hatıraların girdabına kaptırdık. Baktım ki sorular işime yaramayacak, o günlerde hazırlanmakta olan 77. sayıda yazacağım yazıya malzeme sağlayabilmek için konuşmalarımızı telefonumla kaydetmeyi daha uygun buldum. O konuştu ben dinledim, o konuştu ben dinledim... Hadi Bey sadece Kerkük’teki vazifesini icra etmemiş, aynı zamanda Kerkük’ün ileri gelen şahsiyetleriyle de yakın ilişkiler kurmuştu. Kerkük’te tanımadığı insan yoktu neredeyse… Yaşı 80’i aşmasına rağmen hafızası pırıl pırıldı. Hem de dergimizde daha önceden yayınlanmış bir fotoğrafta bulunanlardan birinin adının resim altında yanlış yazılmış olduğunu, doğrusunun ne olduğunu bilecek kadar…

Hadi Hoca’m Türkiye’den, önce Bağdat’a gelmişti. Bağdat’taki Türk Kültür Merkezinde bir müddet çalışmış, sonra Kerkük Türk Kültür Merkezine naklolmuştu. Kerkük’te çalıştığı yıllarda Merkez’in müdürlüğünü üstlenmiş, Merkez’de öğretmen olarak görevli bulunan Gülçin Hanım’la da uyumlu bir ikili olarak çeşitli hizmetlere damgasını vurmuştu. Onun zamanında Kerkük Türk Kültür Merkezi gerçekten bir cazibe merkezi hâline gelmişti.  Merkez’de 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekimlerde millî bayramlar kutlanıyor, tiyatro, müzik gösterileri yapılıyordu. O yıllarda bir de Fuzuli’yi anma gecesi düzenlenmiş ki onun davetiyesini dahi saklamıştı ve bana büyük bir zevkle o davetiyeyi göstermişti.

Bu tür faaliyetler elbette o dönemde Ba’s rejiminin dikkatini çekmekte ve Merkez’e gelip gidenler takip ve taciz edilmekteydi. Hadi Hoca bu gibi baskıların da şahidiydi. Bütün bunlara göğüs gererek o yıllarda Türk kültürüne dair çeşitli faaliyetleri sürdürmek her babayiğidin harcı değildi gerçekten. Kendisi bu baskıları atlatmak için emniyet yetkilileri ve il yöneticileriyle de zaman zaman görüşerek onları teskin edip bir bakıma Ba’s yetkililerinin muhtemel bir kısım şirretlerini Türkmenlerin üzerinden bir şekilde defetmişti. Bir ara bahis Irak’taki siyasi meselelerden açılınca da bu sefer edebiyata yöneldik ve Süleyman Nazif’in eski yazıyla basılı olan “Firak-ı Irak” eserini birlikte okumaya koyulduk. Süleyman Nazif’in muazzam nesriyle kâğıda döktüğü hüznü onca yıl sonra biz de yüreklerimizde hissettik.

Hadi Bey Bağdat’ta Türkoloji bölümünün açıldığı ilk zamanları da anlattı bana. Necmettin Hacıeminoğlu Hoca’nın hangi zorluklarla bölümü kurduğunu, bu ilk devrede kendisinin de fakültede, sayısı 10-15 civarında olan ilk Türkoloji öğrencilerine ders verdiğinden de bahsetti.

Kendisiyle en heyecanlı sohbet anlarımız devrin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün Kerkük Türk Kültür Merkezini ziyaretine dair konuşmalarımızdı. Benim de daha on yaşındayken hazır  bulunduğum o günkü kalabalığın nasıl bir heyecanla davrandığını ve çıkan kargaşada bazı gençleri polisin elinden nasıl aldıklarını anlatmıştı. Bunları konuşurken bir taraftan da o günlerde Kerkük Türk Kültür Merkezinde çekilmiş fotoğrafları da gösterdi bana. Bunlardan bir kısmını o anda, hemen oracıkta telefonumla fotoğraflayarak 77. sayıda yayınlamıştık. Sonra o yıllarda bu ziyareti haber konusu eden Türkiye’deki gazeteleri özenle muhafaza etmiş ve ciltlemiş olduğunu gördüm. Gayet özenle ciltlenmiş olan o sayılar gerçekten de birer belge niteliğindeydi.  

Hadi Bey’in zengin sohbet sofrasına bir ara verip bu sefer birlikte, yakınlarda bulunan bir restorana gidip zengin bir sofraya oturduk. Hoca’mın gönül zenginliğini sofrasında da görmüş oldum. 

Hadi Güzel Türkiye’ye döndükten bir süre sonra Mısır’da da bulunmuş, orada da Mısırlıların sıcak ilgisiyle karşılanmış ve oradan getirmiş olduğu bir Osmanlı armasını misafir odasının duvarına asmıştı. Mısır hatıralarına da kulak verdikten ve felekten bir gün çalmışçasına hoşça saatler geçirdikten sonra ayrılık vakti gelip çattı. Hocam akşam yemeğini de teklif ettiyse de otobüs saatimin yaklaşmış olmasından dolayı o sofraya oturmak kısmet olmadı. Zaten, öğlen sofrası iki öğünlüktü desem mübalağa etmiş olmam. Böylece, Hoca’mdan ayrılıp bir taksiyle terminale yollandıktan sonra artık Isparta’ya dönüş yolculuğuna başlamıştım. Hoca’mla o tarihten sonra, birkaç kere, telefonda, âdeta İzmir’deki sohbetimiz devam ediyormuşçasına uzun uzun konuşmuştuk. Beni, her konuşmamızda yazlıklarına da davet etmişti; ancak bir kere daha dünya gözüyle onu görmek bir türlü nasip olmadı. Sonraları sağlığının gittikçe bozulduğunu öğrenmiş ve bir kere daha kendisiyle zor şartlar altında telefonda konuşmuştum. Hoca’mı rahatsız etmemek için bu konuşmamız öncekiler kadar uzun olamadı elbette. Ancak, bugün dahi sesi ve o tatlı esprileri kulaklarımda çınlıyor.

Dopdolu bir öğretmenlik hayatının gerçi, kısa bir bölümü olan Kerkük ve Bağdat’ta geçirmiş olduğu yılları, böylesine dolu dolu geçiren Hadi Güzel bugünün öğretmenlerine de en güzel örnektir. Doğru dürüst bir ders kitabı dahi olmayan bir dönemde Türkiye’den getirtmiş oldukları ilkokul birinci sınıf okuma kitabını zorlukla Kerkük’e taşıtan ve bunlarla biz öğrencilere Türkiye Türkçesini öğreten böyle bir öğretmen modelini şimdi mumla aramaktayız. Bu idealizmi, bu inancı, bu Türklük sevgisini hem yaşayan hem de bize yaşatan Hadi Güzel Hoca’mıza Allah’tan gani gani rahmet diliyorum, ruhu şad mekânı cennet olsun.   

Bu yazı toplam 384 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim