• İstanbul 15 °C
  • Ankara 24 °C

A’râf’da bir aydın: Ahmet Hamdi Tanpınar

Ahmet Doğan İLBEY

“Beş Şehir” kitabında Anadolu’daki Türk şehir örneklerinin en güzel Türkçeyle anlatıldığı inkâr edilemez. Ahmet Hamdi Tanpınar bu eserinde Cumhuriyet Dönemi şehir edebiyatımızı yazanlara yol açmıştır.

D. Mehmet Doğan’ın ifadesiyle “Beş Şehir bizde yaygın bir şehir edebiyatını doğuran ana kitaptır. 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, ilim ve edebiyat târihimizde benzeri olmayan bir şaheserdir.” (‘Beş Şehir’ şehir edebiyatını doğuran ana kitaptır, Tyb.org.tr., 15 Ocak 2022)

Edebiyat mütefekkiriydi

Cumhuriyet Döneminin millet değerlerine lakayt, menfaatçi ve binbir yüzlü bürokrat ve aydınını hicveden “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanı sahasında tesirli bir kitaptır. Batılılaşma karşısında klâsik mûsikî gibi köklü değerlerden vazgeçmeyen aydınlarla yozlaşmış “seçkinlerin” dünyasını anlatan “Huzur” romanının aydınlatıcı olduğunu söyleyebiliriz. Hülâsa ifadeyle Türk ve Batı edebiyatına vâkıf biriydi. 

Recüliyeti yoktu, yâni adamlığı eksikti

Cemil Meriç’in Hilmi Ziya Ülken için kullandığı ifadeyle “recüliyetini kaybeden tefekkürdü” Tanpınar. Recüliyeti, yâni adamlığı, cesareti yoktu. “Allah’a inanıyorum. Fakat tam Müslüman mıyım, bilmem. Fakat anamın, babamın dîninde ölmek isterim ve milletimin Müslüman olduğunu unutmuyorum” diyen Tanpınar ne tam inandığını, ne tam inanmadığını söyleyemeyen cesaretsiz, kararsız, yâni a’râf’da bir aydındı. A’râf’da kalan insan “Cennete veya cehenneme girmeyi gerektirecek durumu belli olmayan, cennettekilerin de, cehennemdekilerin de ne tam kendilerinden saydığı, ne de olumsuz yargılarda bulunduğu” kişi demektir ki, Tanpınar yukarıdaki sözleriyle sanki kendini târif etmiş.

Cumhuriyet inkılâplarını “târihin sürekliliği” içinde değerlendiren ve geçmişten bugüne taşınması gereken değerleri Batılılaşma şeması içinde seküler bir zemine oturtan Tanpınar, İslâm’a ait değerleri Mehmed Âkif gibi kucaklayamadı.

“Mehmet Âkif’le yol arkadaşlığı, asla…” sözü ne kadar talihsiz söz... Batılılaşmaya karşı değildi. Müslüman Doğu’yu da reddetmedi. Ölene kadar bir ayağı Batı’da, bir ayağı Müslüman Şark’ta oldu. İslâm medeniyetine bakışı eklektikti. Bâzı yönlerini zayıf bulur, Batı medeniyetiyle karşılaştırırdı. Müslüman Doğu’ya bakışı inanç noktasında değil, seküler ve edebîydi. Dinî değerlere bağlılığı îmanî bir bağlılık değil, estetik ve sanatla ilgiliydi. 

Kararsız inancından vicdan azabı duydu

Tanpınar tereddütlü bir zihne sahipti. Vicdan azabı duyarcasına zaman zaman fikirlerinde değişme görülür: “Din meselesi ihmal edilmeyecekti. Kanalize edilecekti. Biz halkımızı kendi elimizle câhil kuvvete teslim ettik. Dîni bir cenaze gömme meselesi yaptık. Türkiye Müslüman’dır; bu hakikati unuttuk. Laikliğimizi ilân ettik; fakat laik olamadık. Gizli ate'lik yaptık ve en sersem, yâni her şeyi tesadüfe bırakarak. Bu sûretle münevver köksüz kaldı. Her şeyi, yerine yenisini koymadan zedeledik. İşte Halk Partisi'nin macerası! (…) Allah Türkiye'yi korusun. Ben Orhan Gâzi'nin mübarek eliyle kurduğu bu terkibin devam etmesini, yıkılmamasını istiyorum. Târihî Türkiye'nin peşindeyim. Onun devamını istiyorum ve insan ıstırabına dahi bu iş için göz yumuyorum.” (Prof. Dr. İnci Enginün / Prof Dr. Zeynep Kerman, Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, s., 145, Dergâh Yay.)

Ölene kadar mutaassıp bir Chp’liydi

Vicdan azabı ara sıra yoklasa da, Kemalist Chp’yi ölene kadar destekledi, fakat Chp’li siyasetçilerle entelektüel mânada anlaşamadı. Şeyh Gâlib’i ve Osmanlı Şark edebiyatının öne çıkmış ediplerini yazdığı için Chp’lilerce yalnız bırakıldığını söyler. “Halk Partisi’nin kabahatleri” yazısındaki tenkitler “gel-git” leri yaşayan kişiliğinin bir başka yüzüdür: “Hakikat şu ki biz sadece abeste ısrar ettik. Küçük emr-i vâkileri inkılâp ve ilerleme sandık. Din derslerinin, Arapça ve Acemcenin mektep programlarından kimsenin haberi olmaksızın çıkarılması gibi... Arkasından dil inkılâbı, arkasından münevver enflasyonu ve bütün bir konformizm... Kadrosuzluk...” (a.g.e., s. 141)

Kemalizm’in şeflerini ilâhlaştıran yazıları utanç vericidir 

Zihin dünyası istikrarsızdır. Bir müddet sonra Chp’nin iki şefini ve inkılâpçı icraatlarını övücü yazılar yazdı. Mustafa Kemâl ve İsmet İnönü’yü göklere çıkaran yazılarının edebiyat târihçiliğine gölge düşürdüğünü söylemek insafsızlık olmaz. Mensup olduğu milletin medeniyet değerlerini tasfiye eden, dilini ve lügatini soy kırıma tâbi tutan, İslâm dînine değil, pozitivizme inanan inkılâpçı “önder” in yanlışlarına dair bir çift söz edemeyen Tanpınar ezik ve âciz bir karaktere sahipti. Mübalâğanın son sınırlarını aşan şu satırları Kemalist Tek Parti Dönemi’nin “bahşişleriyle geçinen” en müptezel aydınlar bile yazmadı. Fakat nasıl oldu da Tanpınar Kemalist önderin hak etmediği yazılar yazdı. Söylediğimiz gibi onda eksik olan recüliyetti, yâni adamlıktı…                                                

 “Mucizeli Bir ölüm” yazısında geçen Atatürk, sevgi meleğinin doğar doğmaz alnından öptüğü adamdı. Onun içindir ki daha hayatta iken tarihle destan onu paylaşamıyordu. Hakikat budur ki, O gözümüzün önünde ve şüphenin esas olduğu bir asırda bir efsane kahramanı olmuştu ifadeleriyle Türk edebiyatının usta mütefekkiri sıfatına kendi eliyle darbe vurmuştur. (Yaşadığım Gibi, Dergâh Yayınları, s.103)

“Atatürk’ün Hayatı” yazısında Millî Mücadele’deki “Vatan-ı İslâmiyye”ci anlayışından 1924’den sonra vazgeçerek Batıcı inkılâpları tepeden inme yürürlüğe sokan M. Kemâl’e tarafsız baktığını söylemek çok zor: “Gerçekten Atatürk’ün hayatı, vazife duygusunun, memleket ve millet sevgisinin, îmanın ve iradenin beraberce ördükleri bir kumaşa benzer.” (a.g.e., s.108) 

Ona göre M. Kemâl “gölge tarafı olmayan yekpâre bir aydınlıktır”

M. Kemâl için “yekpâre bir aydınlıktır” diyordu. Acaba doğru mu? Kemalist inkılâplardan canı yananlara göre yanlış. Son derece indî kanaatlerle dolu “Kahraman ve Ölüm” yazısı da gerçeği yansıtmayan ve ilâhlaştırılan M. Kemâl medhiyesidir: “Atatürk öldü… Hayır, ebedî deha için ölüm yoktur. Cemiyet hayatı gölge tarafı olmayan yekpâre bir aydınlıktır. Kendi mukadderatını bu kadar kuvvetli bir şekilde milletinin mukadderatına bağlayan insanlar ölmez. Ölmedi; bütün cenk meydanlarından kendisine yol arkadaşlığı yapanlar gibi milletin geleceğinde çoğalmak için gitti. Ölen onların fâni varlığıdır.” (a.g.e., s.106)

İnönü için “îman alevinin yandığı bir kandil”   demişti                                                                                       

İsmet İnönü’ye “îman alevinin yandığı bir kandil” diyen Tanpınar’ın zihin sağlığı nasıldı? “Büyük Şef” dediği İsmet İnönü sevgisi hiç eksilmedi onda. Hiç görmediği bir Anadolu şehrinden tepeden inme milletvekili yaptığı için İsmet İnönü’ye tapardı. Parasız kaldığı zamanlar naz yapar ve küserdi İnönü’ye. Edebiyatçı kişiliğini bilip aydın tavrını bilmeyenlere Türk edebiyatının usta isminin bu halleri şaşırtıcı gelebilir. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra İsmet İnönü’yü yücelttiği “Gelecek” şiiri “Bursa’da Zaman” şiirinden siyahla ve beyazın farkı gibi farklıdır. “Bursa'da bir eski câmi avlusu / Küçük şadırvanda şakırdıyan su / Orhan zamanından kalma bir duvar /(…)Yeşil türbesini gezdik dün akşam / Duyduk bir mûsikî gibi zamandan / Çinilere sinmiş Kur'ân sesini…” mısralarını yazan Tanpınar, “Biz 30 sene sonra gençliğin kafasını Allah ve peygamber gibi boş laflardan ve kavramlardan kurtarmış olacağız (…)  Harf devrimin temel gayelerinden biri yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyası ile bağları koparmak ve dînin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı...” diyen İsmet İnönü’yü ilâhlaştıran şu mısraları yazdığında inanç bunalımı yaşıyordu: “Geleceğin kapısında / Şimdi yalnız sen varsın / Alnında çelengi / Doğmasını hazırladığın güneşin / Ve kucağında / Dipçik ve çizme altında inleyerek / Ve arkanda kalabalığı ölen gençler... / (…) Ölmemiş bir damar arıyorsun / Usta ellerinde 24 milyonun kalbinde / (…) Şimdi geleceğin kapısında / Yalnız sen varsın / İman alevinin yandığı bir kandil olmuş / Küçücük vücudunla / Ve yetmiş altı yaşınla…” (Ahmet Hamdi Tanpınar / Bütün Şiirleri, s.164, Dergâh Yay. Yayına haz. Prof. Dr. İnci Enginün)

27 Mayıs darbesinin şakşakçılığını   yaptı                                                                                                                                                           

Chp’nin “Pravdası”, yâni resmî gazetesi olan Ulus gazetesinde (25 Eylül 1962) yazdığı “Tarih ve İnönü” yazısı Kemalist yazarların bile mübalâğalı bulduğu görüşlerle dolu: “Eskiler uzun ömürlü iyi insana ilâhî sıfatını verirlerdi. İnönü’nün ömrü böyle oldu. Hayatını her safhasında mânalaştırmasını bilen bu büyük adamda basamaklar çok yüksek ve istisnai bir talihe doğru yükseldi. (…) İnönü'nün hayatını o kadar mucizeli yapan meziyetlerin başında Mustafa Kemal mektebinin şiarı olan bu ahlâk ve vazife fikri gelir. (…) İnönü bu yeni ahlâkın adamıydı. (…) Bunun için 1950’de yıkılmadı. Ayakta durdu, hergün biraz daha büyüdü, üstünleşti. Bir ahlâk haddi, bir seciye irtifaı oldu. Ve bunun içindir ki İkinci Cumhuriyetin eşiğinde kendisini milletimizin en büyük ümitlerinden biri olarak selâmlıyoruz.”                                         

Nefret derecesinde Menderes düşmanıydı  

Menderes ve Demokrat Parti’ye nefret edercesine düşmandı. 27 Mayıs 1960 darbesini gerçekleştirmek için Ordunun içindeki Kemalist subayların hazırladığı “Harbiye Nümayişi” ni öven yazı yazdı. 27 Mayıs 1960 darbesinde Paris’tedir. Otel görevlisi kendisine askerî darbeyi haber verdiğinde çok sevinir ve defterine şu cümleleri yazar: “Sabahleyin iner inmez otelci Türkiye’deki askeri hareketten bahsetti. Bu adamlara minnettarım. Demokrat Parti ejderhasından bizi kurtardılar. Vatan temizlendi. Vatana ak yüzle dönebileceğiz artık. Kurtulduk!” (Prof. Dr. İnci Enginün / Prof Dr. Zeynep Kerman, Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, s. 46, Dergâh Yay.)                                                                                                                                                                      

Chp destekli Kemalist 27 Mayıs darbecilerini “kanlı bir ihtilâl yapmamış” olmalarından dolayı tenkit etmesi garabet üstü garabet: “MBK (Milli Birlik Komitesi) idealist çıktı; fazla ürktü. Fazla çekildi. Kansız ihtilâl yapmaktansa hiç yapmamak evlâdır. Risksiz hayat olamaz. Kansız ve tasfiyesiz ihtilâllerin sonu budur. Şimdi bir çıkmazdayız.” (Enginün ve Kerman, a.g.e. s. 47) Daha talihsiz bir ifadesi var ki Tanpınar hayranları alınmasınlar. Menderes ve Demokrat Partililerin Yassıada duruşmaları uzayınca, “Yetti artık. Fatiha okunacak yerde hatme başladık” diyecek kadar politikti: “Dâva bitti. Mahkûm oldular. Büyük bir geçidi atladık. (…) Çoktan beri adalet elinde olduklarını bildiğim için hiçbir kinim kalmamıştı. İdam cezalarını yâni adaletin o kadar beklediğim haklı tecellisini yazık ki bu yüzden sevinçle karşılayamadım. Sadece hak verdim. Aksi olsa belki üzülürdüm. Fakat ölümleri, cezaları neye yarar? Hangi zararımı telafi eder. Soğuk adalet beni tatmin eden şey değil.” (Enginün-Kerman, a.g.e., s.47)                                                                                                             

“Politikanın Batağında Bir Şair”                                                          

Tanpınar’ın politika koridorlarında edebiyatçı şahsiyetini zedelediğini yalnızca biz söylemiyoruz. Edebiyat Dünyamız.com sitesinin, Tanpınar’ın talebesi olan Prof. Dr. Orhan Okay’a “Bir Hülya Adamının Romanı Ahmet Hamdi Tanpınar” adlı kitabından hareketle sorduğu sorulardan biri de şuydu: “Politikanın Batağında Bir Şair adlı bölümün sonunda, ‘Bu bahis bir şairin, şair ruhlu bir Türk aydınının başarısız siyasî takviminin bir özetidir’ diyorsunuz.”                                                                                                                     

Cevap ilginçtir: “Evvelâ milletvekilliğinde çok zavallı, çocukça bir duruma düşüşü hazin. İkincisi zaman zaman takındığı aşırı partizanca tavır. Bir edebiyatçının sanatıyla siyasî hayatı belli bir dengeyi koruyabilmeli. Sanatkârın gazabı ve kini de sanatkârca olmalı. Tanpınar, kitabımda bahsettiğim gibi biraz tahmin ettiğim, fakat daha çok izahta güçlük çektiğim, belki psikolojik, bâzı sebeplerle bu dengeyi adamakıllı bozuyor. (…) 27 Mayıs’ı takip eden üç yazısında tek parti ideolojisine olan saplantısı ve bunun tezahürü olan ifadeleridir. (…) Bu tarafıyla görülüyor ki, o demokrasiye inanmıyor ve tek parti rejimini benimsiyor. Böyle bir tek partinin de sadece CHP olması düşüncesinde. Aslına bakılırsa bu düşüncesi onun dünya görüşüyle, tarih anlayışıyla, Türk milletinde varlığına ve devam etmesi gerektiğine inandığı değerlerle çelişkilidir. Fakat partizanlık pek çok Türk aydınının iflah olmaz hastalığıdır.” (Prof. Dr. Orhan Okay’la Tanpınar Hakkında Mülâkat, Musa İğrek, Edebiyatımız.com sitesi)                                                                              

Orhan Okay’ın mülâkatından Tanpınar’ın kişiliğinin bir başka cephesini de öğreniyoruz: “Tanpınar Zümrüt filminde figüranlık, bir güzellik yarışmasında jüri üyeliği yapmış. Bunlar çoğu okur için şaşırtıcıdır kuşkusuz. Tanpınar'ı bu kadar farklı alanlarda dolaştıran neydi? Doğrusu bu iki hâdise beni de şaşırtıyor.” (adı geçen mülâkat)

Eski Yunan efsanelerine hayrandı

Tanpınar’ın, yazılarında eski Yunan efsanelerine müracaat ettiğini okuyanlar bilirler. Beşir Ayvazoğlu, “Hümanist kültür politikası ve Tanpınar” adlı yazısında “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 1940’ların başında ciddî bir kafa karışıklığı yaşadığı, Maarif Vekâleti Yunan Klasikleri dizisi için Euripides’den çevirdiği üç tragedya ve Henri Lechat’tan Zühtü Müridoğlu’yla birlikte dilimize kazandırdığı Yunan Heykeli (1945) isimli eserden anlaşılıyor” diyor. Ayvazoğlu adı geçen yazısında Tanpınar’ın Yunan “mitolojisine” ilgisine de temas ediyor: “Ahmet Hamdi Tanpınar, bâzı konularda Türk hümanistlerinden çok farklı düşünmekle beraber Yunan mitolojisini iyi bilir, fikirlerini daha iyi anlatabilmek için zaman zaman antik mithos’lara başvururdu. Meselâ  ‘sanatın en karakteristik efsanesi’ olarak gördüğü Orpheus ve Nietzsche’nin sanatı açıklamakta kullandığı Apollon ve Dionysos mithos’larına hususi bir ilgisi vardı.” (Karar Gazetesi, 4 Nisan 2018)                                                

Câminin penceresinden bakıp içine giremeyen aydın                                                                                                                                                             

Câmilere günlük hayatımızın beş vakit bir parçası olarak değil de sanat ve “estetik” yönden bakan, Süleymâniye Câmiini pencereden ağlayarak seyreden, fakat câmiin içine giremeyen ve “bedenimle değil, rûhumla giremiyorum” diyen Tanpınar mensup olduğu milletin inançlarına îman sıkıntısı mı çekiyordu? Allah bilir. Hülâsa-i kelâm; çelişkili zihin yapısı sebebiyle siyasî koridorlarda, edebiyat muhitlerinde sünepe, dağınık, mızmız ve zavallı mânasına gelen “Kırtipil Hamdi” olarak anılan Tanpınar a’râf’da kalan bir aydın olmaktan kurtulamamıştır. (ilbeyali@hotmail.com)                                                                                                                                                            

Bu yazı toplam 81 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim