Türkiye seferber oldu, hızlı refleks verdi, uzman kurtarma ekipleri, sağlık birimleri hızlı devreye girdi...
Saat 23.30’a kadar ocaktan gelecek iyi haberin beklentisi içindeydim...
Ama... “Mahsur kalan işçilere” bir türlü ulaşılamadığı yönündeki haberler... Yangının bazı galerilerde sürdüğü yönündeki bilgiler... Çıkan işçilerin vardiya değişimi sırasında ocak kapısına yakın noktada bulunanlar olması... Resmi ağızlardan beklenen bilgilerin durması...
Yayıncılığın en zor anı
23.30’da verdiğimiz reklam arasında editör arkadaşlarımla buluştuğumda önce konuşmadan birbirimizin gözünün içine baktık... Gazetecilik, günü geldiğinde böyle bir bela meslek olur...
Anlarsın... Üç aşağı-beş yukarı öğrenirsin... Dilin söylemeye varmaz... Ama en azından toplantıda birinin söylemesi gerekir, kıdemli olan söz sahibidir...
“Büyük bir felaketle karşı karşıyayız, artık her şeye hazırlıklı olun, sanırım o çocukları kurtarma şansımız tükendi” dedim.
Televizyonu yazılı basın ve internet yayıncılığından ayıran ana nokta, kamuyla saniye diliminde yüz yüze olmasıdır... Bu nedenle, herkesi derinden yaralayan, özellikle, bir trajedinin travma yaşayan “yakınlarının” bulunduğu bir ortamda, tahminlere ve yorumlara yer yoktur...
“Resmi makamlar ne açıklama yaparsa onunla gideceğiz, canlı bağlantılarda bilanço tahminleri konuşmayacağım” diyerek döndüm stüdyoya...
Sabah telefonla arayan ablam, “Suratından anladım çok kötü bir şey olduğunu” dedi. O benim ablam, kardeşini tabii ki tanıyor, yüzüme baksa anlar...
Sözün bittiği yer
yazının devamı için:http://haber.stargazete.com/yazar/soma-aci-toprak/yazi-883316































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.