Bu kitaptaki şiirler, yirmiye yakın yazma, nüsha ve mecmuanın karşılaştırılması sonucu ortaya çıkmış. Hayatı, eserleri, Türkçesi, sanatı gibi başlıkların yanı sıra Yunus Emre'nin ilk takipçilerinden Âşık Yunus'a şiirlerinin kaynaklarıyla birlikte ciddi bir yer ayrılmış olması da kitabı ayrıcalıklı kılıyor. Onu severek okuyanlar bile 'Dertlü ne ağlayıp gezersin burada/Agladursa Mevla'm yine güldürür/Niçe dertlü kondı göçdi buradan/Agladursa Mevla'm yine güldürür/..." mısralarıyla başlayan ilahinin bizim Yunus'a ait olduğunu sanabilir. Bu ayrıntılı araştırma, bu türden 'yanlış bilinenleri' düzeltmesi açısından da önemli.
en sıradan duygulara dokunan sadelik
Mustafa Tatcı, "Herhangi bir medrese eğitiminden geçmiş olsa bile, Yunus bütün bilgilerini tasavvufi manada ele alır. Şunu da unutmamak gerekir ki; Yunus, Farsçanın edebiyat dili kabul edildiği bir devirde, zahiri ilimler tahsil etmiş olsaydı, Farsça ve Arapça yazar; yahut en azından Türkçe ile bu kadar güçlü eserler vermezdi. Onun büyüklüğü biraz da sistemli eğitimden geçmemiş olmasına, yani ümmiliğine bağlanabilir." diyor.
Doğrusu 417 şiirden oluşan Divan'ını okurken bu tespite benzer bir hissiyatla Yunus'un, insanın en sıradan duygularına dokunabilen sadeliğini düşünüyordum. 13. yy'da din, ilim ve saray dilinin dışına çıkıp yine de büsbütün dışlamadan kendine has yapısıyla fevkalade estetik bir dil oluşturmuş bir şair Yunus. Tatcı, onun asıl dehasını Türkçeyi sanatkarane bir üslupta kullanmasıyla izah ediyor. Tatcı'ya göre bu dil, İslami Türk medeniyetinin o devirde taşıdığı bütün zenginliği içine alan bir özellik taşıyor. Gerçekten de bugün arkaik olan sözcüklerin Yunus şiirinin geniş mânâ ve inanç dünyasıyla buluşup dirilişini gören okur, hayret ve hayranlık hissiyle ürperiyor. Acaba bu sebeple mi Divan'ı herhangi bir yerinden açıp 'Evvel benem ahir benem, canlara can olan benem/Azup yolda kalanlara hazır meded iden benem' diyen beyitle karşılaştığınızda 'zaman ve mekân'ın dünyevi anlamı sözün karşısında önemini yitiriyor. Eğer benim gibi 'asırlar üstü' bir şairin, bizim Yunus'un, İlahi sesine kulak vermeden Türkçenin eksik kalacağını düşünenlerdenseniz, onu bu bahar ve her bahar kendi içinize doğru açılan mânâ kapısında karşılayın. 'Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır' diyen büyük bir şairle 'bir' olmanın kıymeti, varlığının sırrı orada saklı çünkü.
Onu biricik kılan benzersiz sesi
Nerede doğduğu, tahsil görüp görmediği, nereleri dolaştığı, geçimini neyle temin ettiği, tarikatı, mürşidi, aile hayatı bilinmeyen bir şairin bunca sevilmesi, tanınması çok çarpıcı geliyor bana. Adap ve erkânını benimsediği manevi yol hakkında da geniş bilgiye sahip olunamayan bir şahsiyetten söz ediyoruz. Anadolu'da pek çok mezar bırakarak mezarını bile gizleyen, hayatını ancak çok sonraları yazılmış menkıbelerden öğrendiğimiz mutasavvıf bir şairin 'ölümsüzlüğü' için uzun bir liste yapılabilir kuşkusuz. İşin aslı, onu biricik kılanın benzersiz 'sesinde' gizli olması. 'İlm ile hikmet ile kimse ermez bu sırra/Bu bir acayib sırdır ilme kitaba sığmaz..' diyerek sadece iki mısra ile sahip olduğu bilgiyi kalp süzgecinden nasıl geçirdiğini gösteriyor.































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.