Köyün tek okuma yazma bilen kadını olan babaannemin kerpiçten tek odalı evinde köyün çocuklarına anlattığı masalları hayal ediyorum. Minderlere bağdaş kurmuş
çocukların, gaz lambasının titrek aydınlığında dinledikleri masallarda geziniyorum.
Zöhre Nine'den (aslında Zühre) masallar dinlemişler, yeleğinin cebinden çıkardığı şekerlerle ve dualarıyla uğurlanmışlardı. O geceki uykuları heyecanında kaldıkları masalın süslediği rüyalarla donanmıştı.
İşte Esrârnâme'yi de babaannemden dinler gibi okuyorum.
Bu masal avuçlarının içine alıyor sizi
Aslında her şey bir rüyayla başlıyor. Keloğlan rüyada bir yol kat ediyor ve siz de ona eşlik ediyorsunuz. Hem dünya hayatı bir rüyadan ibaret değil mi? Bu sırrı da kalbimize ince ince işliyor Aycın.
Keloğlan oluveriyoruz; onun saf yanı bir çomağın derdine düşüyor, biz de peşinde... Ayağı bir taşa takılsa biz de düşüyoruz.
Dervişe yâren oluyor, her şerrin ardındaki hayrı biz de görüyoruz.
Rızık endişesinden uzak, tevekkül etmeyi,
nasibinin elbet peşinden geleceğini,
türlü heveslerin aslında hakikatten uzak yollara sevkettiğini,
ahir zamanın yüreği daraltan telaşesini bir Müslümanın samimi dilinden okuyoruz.
Masal bu ya... Herkes payına düşeni alıyor. Masal ile uyuyup, sır bohçasının çözülmesiyle etrafa saçılan hakikat ile uyanıyoruz.
Bu fakir de masaldaki elleri kınalı Nur Nine'nin duasına âmin diyor.
"Abdest aldım, üç yudum su içip niyetlendim.
- Ya Rabbi cennet taamıyla iftar etmeyi nasib et, diye de dua ettim."
Meryem Verâ yazdı
www.dunyabizim.com































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.