“Zamanın molası yoktur, bizi de heybesine doldurup gidiyor.”
Zamanın molası yoktu, akıp gidiyordu, tabii içinde ben de vardım. Takvimler 1980 yılına işaret ederken imam hatip lisesi bitmiş ve imam hatiplik sınavını da kazanmış on yedi yaşında bıyıkları yeni terlemiş bir gençtim. Necip Fazıl’ın tarifindeki kadar değilsem de adım genç/hazineydi işte.
İlçe müftüsü aile dostumuzdu, imam hatiplik başarı belgemigötürdüm. Görev talep ettim. Bana, “Tamam, seni Karadut’a imam yapalım ama senin yaşın memuriyet için uygun değil, mahkeme kararıyla kaza-i rüşt belgesi alman lazım” dedi. Karadut ilçeye uzak bir köy, oralara gitmeyi ve imamlığı gözümde büyütüp tereddütler içindeyken Konya‘da miting varmış, babam “Yıldırım da gitsin” demiş. Ne yapacağına karar veremeyen bir genç için iyi bir teneffüs olacaktı. Maraş’tan gelen otobüs bir gece yarısı beni de Göksun’dan alıp yola revan oldu. Babam Rahmetli Erbakan’ı çok severdi, bize de sevdirdi tabii. Otobüste biraz konuşmalar, biraz uyuklamalar; nihayet sabah güneşiyle Konya’ya, Mevlânadiyarına ulaştık.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.