• İstanbul 13 °C
  • Ankara 13 °C

“ Gelişiniz Güle Güle, Gidişiniz Güle Güle, Her İşiniz Güle Güle Olsun.

Mahmut ERDEMİR

Evliyalar şehri Kastamonu; dağları, ovaları, tarihi eserleri, doğal güzellikleri ve mukaddes mekânları ile Karadeniz Bölgemizin önemli bir şehri.

Yolumuz Kastamonu'ya düşüyor…

Kastamonu denilince; ilkokul 5. sınıfta  “kıyafet devrimi” bahsinde öğretmenimden duyduğumda çok üzüldüğüm “Şapka giymemek suçundan idam edilen İskilipli Atıf Hoca”, daha sonra da, “Ilgaz Anadolu’nun sen yüce bir dağısın…” şiiri  gelir aklıma.

26 Eylül 2018 Perşembe günü otobüsle yola çıkıyoruz.

Şehre gidiş sebebimiz;  “Tarihi Yaşatmak-Şehri Yaşatmak Sempozyumu

1-072.jpg

Kastamonu Milli Mücadele döneminde büyük kahramanlıklar göstermiş.

Türkiye Yazarlar Birliği 40. Yılı dolayısıyla yıl içinde yapılacak faaliyetleri planlarken şehir, kültür ve tarihi eserlerin restorasyon çalışmaları için ayrı bir başlık oluşturmuştu.

Etkinliği, Kastamonu Belediyesi, Kastamonu Üniversitesi ve Vakıflar Genel Müdürlüğü iş birliğinde üniversitesinin Bilgehan Bilgili Merkez Kütüphanesi Konferans Salonu'nda düzenleyeceğiz.

Otobüste, Şeref Başkanımız D. Mehmet Doğan, Genel Başkanımız Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan, Genel Başkan Danışmanları İbrahim Ulvi Yavuz, Ferhat Koç, yönetim kurulu üyeleri Ahmet Fatih Gökdağ, Mehmet Kurtoğlu ve Yunus Emre Aydınbaş, TYB Gençlik biriminden üniversite öğrencileri var.

Güzergah belli; Ankara, Kalecik, Çankırı, Ilgaz ve Kastamonu…

İç Anadolu’dan Karadeniz’e doğru yol aldıkça etkileyici bir ormanla karşılaşıyoruz. Uzun meşe ağaçları çok sık ve gözle görülen her yeri kaplamış,  

Bölünmüş asfaltlı yolları, bakımlı köprüleri ve alt-üst geçitleriyle Ankara’dan Batı Karadeniz'e yolculuk gerçekten çok rahat ve keyifli.

Şimdi de, daha önce televizyon haberlerinde izlediğim “Türkiye’nin en uzun tüneli" unvanını alan “Ilgaz 15 Temmuz İstiklâl Tüneli”nden geçiyoruz.

Önceden 40 dakika olan geçiş süresi tünelin yapılmasıyla 8 dakikaya inmiş. Otobüs tünelden geçerken biraz da ürperdim doğrusu, yol hiç bitmeyecek, gök yüzü görünmeyecek hissi veriyor.

Geniş ferah yollar, köprüler, tüneller, hava alanları bir bakıma ülkemizin geldiği noktayı da gösteriyor…

Ilgaz Dağı Milli Parkı

2-065.jpg

Eylül ayında Ilgaz Dağı’nda kar yağıyor...

4.5 saatlik bir yolculuktan sonra, akşam saatlerinde, “Ilgaz Dağı Milli Parkı” nın içinde bulunan Tarım Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı’na ait sosyal tesislerindeyiz.

Hava soğuk.

Eylül ayı olmasına rağmen karla karışık yağmur var.

Sempozyumda konuşacak, farklı üniversitelerden gelen akademisyenler, bilim adamları ve şehir tarihi üzerinde çalışmalar yapan uzmanlarla birlikte sosyal tesiste 20 kişiyiz.

Dışarısı soğuk ama odaları sıcak ve rahat.  Akşam yemeğini hep birlikte yiyoruz.

Bir yandan çaylarımızı yudumlarken diğer yandan da sabah Kastamonu Üniversitesi’nde başlayacak olan programın ayrıntılarını konuşuyoruz.

Sempozyumun konuşmacılarından biri olan ve sohbetimize katılan Sakarya’nın Taraklı Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman oldukça renkli bir kişilik.

Özkaraman, Osmanlı evleriyle ünlü Taraklı’nın 5 yıl önce yolu bile bilinmezken; tarihi eserlerin onarılması ve yoğun tanıtım çalışması sonucunda, ilçenin kaderini değiştirdiğini ve kültür turizminin gözdesi olduğunu söyledi.

Sabah erken kalkıp çevreyi biraz dolaştım.

Geceye oranla hava daha ılık.

Kış turizmi açısında ülkemizin önemli merkezlerinden biri olan “Ilgaz Dağı Milli Parkı”nın içinde otellerin yanı sıra, Ankara Üniversitesi’nin, Türkiye Kayak Federasyonu Başkanlığı’nın  ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de konaklama  ve eğitim tesisleri de  var.

Etrafı orman ve zengin bitki örtüsüyle  çevrili Ilgaz Dağı, kış sporlarının yapıldığı bir tesise dönüşmüş.  

Sosyal tesis görevlisi ile bir süre sohbet ettim;  Milli Parkın içindeki Karasu Deresi üzerinde alabalık üretme istasyonları ve avlanma göletleri hizmete açıkmış. Park, dört mevsim hem ülkemizin farklı illerinden gelen hem de yurt dışından gelen misafirlerini ağırlıyormuş.

Bu kadar yoğun orman olduğuna göre mutlaka yabani hayvanda vardır. Görevlinin söylediğine göre, kurt, tilki, ayı ve yaban domuzu en çok görülen hayvanlar arasındaymış.

…..

Sabah kahvaltıdan sonra, otobüsle sempozyumun yapılacağı Kastamonu Üniversi’tesine doğru yola çıkıyoruz.

Kastamonu buraya yaklaşık 40 km.

Otobüs döne döne iniyor. İndikçe daha iyi anlıyorsunuz Ilgaz Dağının yüksekliğini.

Şehre yaklaştıkça, o yoğun orman yerini daha seyrek ağaçlara bırakıyor.

2006 yılında kurulmuş üniversite, şehrin dışında.  Kampüs yeni yerleşim alanının yakınındaki Kuzeykentte.

Sempozyumdan önce, Kastamonu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Seyit Aydın, Kastamonu Belediye Başkanı Tahsin Babaş, Taraklı Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman  ve TYB yöneticileri resim sergini birlikte açtılar.

Sergide; Kastamonu ve Taraklı’da bakımsız ve harabe iken restorasyonu yapılarak hizmete açılan tarihi binaların fotoğrafları var.

3-015.png

27 Eylül 2018 günü başlayan ve iki gün devam eden “Tarihi-Yaşatmak-Şehri Yaşatmak Sempozyumu” oldukça başarılı geçti.

Konuşmacılar, restorasyonu yapılan- yapılmayan, yarım kalan ya da aslına uygun olmadan yapılan tarihi binalardan örnekler verdiler.

İki gün süren programda şu gerçeği gördüm:  

Türkiye’nin hemen hemen her yerinde tarihi miras olarak bugünlere kadar gelen binalar, kutsal ve dini mekanlar, antik kentler, hanlar, hamamlar, köşk, konak, kervansaray, köprü ve kale surları çok ihmal edilmiş. Kimi yıkılmış, kimi yağmalanmış bir çoğu da kaderine terk edilmiş.

Ancak son yıllarda, Turizm ve Kültür Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve yerel yöneticiler tarihi mirasın korunması konusunda büyük gayret göstermişler.

Tarihi binaya PVC pencere

Bu gayret ve çabalar elbette takdire şayandır.  Ancak, restorasyon çalışmaları beraberinde birçok sorunu da gündeme getirmiş.

Mesela, TYB Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan konuşmasında belirtti; 800 yıllık tarihi binanın onarımında “güzel görünsün” diye binanın dış cephesi  yağlı boya ile boyanmış, bazı binaların  kapı- penceresi PVC den yapılmış.

Bu konuda çalışmalar yapan akademisyenler ve şehir tarihi uzmanlarının verdikleri olumsuz restorasyon  örneklerini duyunca çok şaşırdım.

Bir çok tarihi yapı kendi dönemine uygun şekilde restore edileceği yerde, günümüzdeki inşaat malzemeleri ile  bugünün mimari anlayışla resmen yeniden yapılmış.

Doğan, restorasyonu aslına uygun yapılan binaların kullanım amaçlarının da aslına uygun olması gerektiğine dair bir konuşma yaptı ve  tarihi eserlerin ilk yapıldıklarında hangi amaç için yapılmışlarsa bugün de o amaçlar için kullanılmasının daha doğru olacağını söyledi.

Bu yapıların,  otel,  alışveriş merkezi, çay bahçesi, kahve  olarak değil de sosyal ve kültürel amaçlarla kullanılması elbette daha bir anlamlı olur.

Şehirler manevi mimarlar tarafından inşa edilir

TYB Genel Başkanı Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan ise, bir şehrin inşaatçılardan daha çok manevi mimarlar tarafından inşa edildiğini ve Anadolu’nun tüm şehirlerinde şehri ayakta tutan manevi  mimarların varlığına dikkat çekti.

Kastamonu Üniversitesi’nde iki gün devam eden sempozyumda, ülkemizin tanınmış sanat tarihi uzmanları, akademisyenler, yerel yöneticiler, bilim adamları; tarihi binaların ve eserlerin korunması, gelecek nesillere bir miras, değer ve hazine olarak bırakılması için yapılması gerekenleri konuştular.

4-047.jpg

Kastamonu hatırası: İbrahim Ulvi Yavuz, D. Mehmet Doğan, Mahmut Erdemir

İlk kez ve büyük bir heyecanla geldiğim şehirde sempozyumum sonunda kültür gezisi de düzenlendi.

Kastamonu’nun tarihi

Şehrin 7000 yıllık bilinen tarihi var.

Hititler, Frigyalılar, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Danişmentliler bu topraklarda hüküm sürmüşler.

 Kastamonu'nun ilk defa Türklerin eline geçmesi Ahmet Gazi'nin Oğlu Gümüş Tekin devrinde 1105 yılında gerçekleşmiş.

Şehir, Fatih Sultan Mehmet'in 1460 yılında Candaroğulları beyliğini ortadan kaldırmasından sonra da Osmanlı Devletine katılmış.

Kastamonulular, İstiklâl Savaşı sırasında büyük kahramanlıklar göstermişler. Ordunun silâh, cephane ihtiyacının nakledildiği İnebolu – Kalecik- Ankara - İstanbul güzergâhının güvenliğini de sağlamışlar.

Şehrin isminin nereden geldiğine ilişkin ise şu anlatılıyor: Kaşka kavminin burada yaşadığı dönemde  buraya “Kaşkalar’ın şehri” demek olan “Gastumanna” denmiş. Daha sonra bu isim Kastamonu’ya dönüşmüş.

Moni, Türk komutana aşık olur

Kastamonu’nun ismiyle ilgili şu efsane de anlatılıyor:

Türkler tarafından Kastamonu Kalesinin fethi sırasında; Bizans Tekfur'unun güzel kızı Moni yakışıklı Türk komuta aşık olur. Dadısı vasıtasıyla aşkını haber verdiği komutan bu aşka karşılık verir.

Moni, bir gece yarısı kalenin anahtarını komutana verir.

Günler süren kuşatmayla alınamayan kalenin fethi bir günde gerçekleşir.  Durumu anlayan Bizans Tekfuru, Moni’yi kale burcundan aşağıya atar.

Olayı gören Türk askerlerinin Tekfura söyledikleri; "Kastın ne idi Moni'ye" sözü kulaktan kulağa yayılır. Daha sonra da halk dilinde önce “Kastamoni” sonra da Kastamonu şeklini almış.

Şehirde farklı medeniyetlerden kalan çok sayıda tarihi eser var. Diğer yandan bu kadim şehirde, bir çok manevi şahsiyet,  kültür, sanat ve edebiyat insanı da yetişmiş.

Evliyaları Anma Haftası

Selçuklu, Candaroğulları ve Osmanlı dönemlerinden kalan bir çok cami, türbe, medrese, dergah binası ziyaretçilerin ilgi odağını oluşturuyor.

Evliyalar Şehri” olarak ün kazanan şehirde  her yıl, 3-5 Mayıs tarihleri arasında “Şeyh Şa’ban-ı Veli ve Kastamonu Evliyaları Anma Haftası” etkinlikleri yapılıyor. İlçe ve köylerden gelenlerin yanı sıra çevre illerden gelenler manevi iklimi birlikte yaşıyor.

Kur’an-ı Kerim, dua ve ilahilerin okunduğu etkinlikte Tasavvuf Müziği Konseri de büyük ilgi görüyormuş.

Artık Kastamonu’yu gezme zamanı…

 700 yıllık Mahmutbey Camii

5-031.jpg

D. Mehmet Doğan ile birlikte incelediğimiz cami hiç çivi kullanılmadan yapılmış ve en büyük özelliklerinden biri de tavan kısmı, geometrik ve bitkisel motiflerle süslenmiş.

Önce, minibüsle Kastamonu'nun Kasaba köyündeki Mahmutbey Camii’ne gidiyoruz. Köy, Şehir merkezine yaklaşık 20 km uzaklıkta.

Caminin kitabesinde yazılanlara göre, 700 yıllık tarihi cami Candaroğulları Beyliği döneminde Mahmut Bey tarafından 1336 yılında yaptırılmış.

Dışarıdan bakıldığında çok sade kesme kare taşlarla yapılmış olan cami, iç mekanda ise muhteşem bir ahşap işçiliği var.

Tavan kısmı geometrik ve bitkisel motiflerle süslü, görevlilerin verdiği bilgiye göre iç mekanda şimdiye kadar hiç tamirat yapılmamış.

Ahşap sütunları da ilk yapıldığı haliyle duran camide tek bir çivi bile kullanılmamış.

Türkiye’deki ender eserlerden biri olan caminin en önemli öğelerinden biri de Ankaralı Nakkaş Mahmut oğlu Abdullah tarafından yapılan kapısı. Tarihi eser kaçakçıları tarafından yurt dışına kaçırılmak üzereyken son anda yakalanan orijinal kapı güvenlik nedeniyle Kastamonu müzesinde korunuyormuş.

Görevlinin anlattığına göre; UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alınan Mahmut Bey Camiinde, yangın riski nedeniyle elektrik tesisatı bulunmuyormuş.

Mimar Vedat Tek Kültür ve Sanat Merkezi

Kasaba köyünden ayrılarak Kastamonu’ya geliyoruz; şimdi de Mimar Vedat Tek Kültür ve Sanat Merkezi’ndeyiz. Adına kültür evi kurulan Mimar Vedat Tek; İstanbul, Ankara ve Kastamonu başta olmak üzere bir çok şehrimizde yapılan binaların mimarı.

Şehirde gezilecek yerlerden biri olan, geçmişe bir başka açıdan ışık tutan, bahçe içerisine kurulmuş kültür merkezinde eski yıllardan bugüne izler taşıyan çok sayıda tarihi eşya var.

 Türkiye'deki ilk ve tek şapka müzesi, Atatürk sergi salonu, dantel müzesi, silah müzesi ve çeşitli el yapımı bebeklerin sergilendiği bebek evinin olduğu kültür merkezinde çok sayıda tarihi ev eşyaları da var.

Müzede dikkatimi silah müzesi çekti. Tarihi değeri olan silah, mermi ve kasaturaların yanı sıra günümüzde üretilen son model  silahlar, Milli Mücadelede askerlerimizin giydiği askeri kıyafetler,  postal, sırt çantaları ve silahlar  da müzede sergileniyor.

Ayrıca, müzede dünyanın farklı ülkelerinden gelmiş çeşitli renk, desen ve modelden oluşmuş yüzlerce şapka yer alıyor.

 Bunların arasında eski Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in ünlü şapkalarından biri ve yine eski Başbakanlardan Bülent Ecevit’in kasketlerinden biri var.

Ve yüzlerce örneği bulunan danteller.

Her bölgeden, her şehirden gelen bu el işlemesi danteller en çok da kadın ziyaretçilerin dikkatini çekiyor.

6-026.jpg

Şeyh Şaban-ı Veli Türbesi’nde; cami, kütüphane, dergâh evleri ve şadırvanlar var

Şimdi de; Anadolu'nun "Dört manevi direğinden biri" olarak gösterilen Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerinin huzuruna varıyoruz. Gümüşlüce Caddesi üzerinde bulunan külliye; cami, kütüphane, dergâh evleri, şadırvan ve türbeden oluşuyor.

Külliyenin girişinde, levha üzerinde yazılı  Hazreti Şeyh Şaban-ı Veli’ye ait olan:

 “ Gelişiniz güle güle, gidişiniz güle güle, her işiniz güle güle olsun” sözünü okuyup, selam vererek içeri girdik…

İlk adımda insanın içine huzur veren manevi bir hava var.

Hz. Pir, Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinin Çakırçayı köyünde doğmuş.

Tarihi kayıtlara göre doğmadan önce babasını, üç yaşında iken annesini kaybeden Hz. Pir’i, hayır sever bir kadın yetiştirir ve o’nun ilim yapmasını sağlar.

Öğrenim yıllarında güzel ahlâkı, ağırbaşlılığı ve çalışkanlığı ile hocalarının teveccühünü kazanır. Kur’an, hadis, tefsir dersleri alır ve ömrünü  irşatla geçirir, 1568 yılında vefat eder.

Külliyenin ortasındaki bina müzeye dönüştürülmüş; burada Şeyh Şaban-ı Veli’nin özel eşyaları ile birlikte kandiller, el yazmaları, halılar ve hatlar sergileniyor.

Önce, camide namaz kıldık, türbede dua ettik ve sonra da  özel eşyaların sergilendiği dergah evini gezdik…

Buraya gelmeyi düşünenlere mutlaka bir rehber eşliğinde ziyaret etmelerini öneriyorum. Çünkü Hz. Pir’in ve külliyedeki her yapının ayrı bir hikayesi var. Bu rivayetleri, bu hikayeleri uzmanından dinlemek gerçekten ufuk açıcı oluyor.

Şifalı “Asa Suyu”

Külliyenin avlusunun içinde, dikkatimi bir kayadan akan suyun önünde sıraya girmiş insanlar çekti.

Ben de girdim sıraya ve  önümde bekleyen kişiye suyun sırrını sordum.

Efsaneye göre Hz. Pir’i kıskananlar, şeyhin mucizesini göremediklerini kulaktan kulağa yayarlar. Dedikoduları duyan Hz. Pir, müritlerini ve talebelerini etrafına toplayarak asasını bu kayanın dibine vurmuş, vurduktan sonra buradan su çıkmaya başlamış.

Efsaneyi anlatan kişi;  “Asa Suyu, şifalıdır, içmeden gitme” dedi.

İki avuç içtiğim suyun tadı aynı zemzem. Bunu hissediyorsunuz.

Bu manevî iklimden ayrılmak gerçekten zor…

Ama daha ziyaret edilecek cami ve türbeler de var.

7-003.png

Tarihi Cem Sultan Bedesteni restoran olarak hizmet veriyor.

Öğlen yemeğini “Tarihi Cem Sultan Bedesteni” içerisine kurulmuş restoran da yiyoruz.

Bedesten; Kumaş, mücevher, silah ve benzeri değerli eşyanın satıldığı kapalı çarşı anlamına geliyor. Bu bedesten 1479 yılında Kastamonu Sancak Beyi Şehzade Cem Sultan tarafından yaptırılmış.

Görevlilerin söylediklerine göre, ahşap ve taş ustalığının nadir örneklerinden olan kültürel miras çok iyi korunamamış;  yıllardır ihmal edilmiş bakımsız kalmış. Daha önce yangın nedeniyle büyük bölümü kullanılmaz hale gelen eser  halk arasında “Karanlık Bedesten” olarak da tanınıyor.

Bugün iyi bir restorasyon çalışmasıyla bina güzel bir görünüm kazanmış. Oldukça etkileyici mimari yapısı var.

Restoran ortam olarak çok iyi ve yöresel yemeklerinin yanı sıra  tarhana çorbası ve hindi eti  harikaydı.

Nasrullah Camii

Şimdi de; Cem Sultan Bedesteni ’ne yakın olan Kastamonu’nun en büyük camisi Nasrullah Camisi’ndeyiz.

Kitabede yazılanlara göre, camii, II. Beyazıt döneminde 1506 yılında Nasrullah Kadı tarafından yaptırılmış.

Cuma Namazını bu camide kıldık.

Şehrin en büyük camisi olmasına rağmen  zor yer bulduk. Dışarda kimi seccade üzerinde kimi de büyük halıların üzerinde namaz kılıyor.

Şadırvandan su içenler 7 yıl sonra tekrar bu şehre geliyormuş

Cami, medrese, şadırvan ve türbeden oluşan  külliye günün her saatinde kalabalık oluyormuş.

Caminin önünde büyük bir şadırvan var. Cami ile aynı tarihte yapılmış ve aradan geçen bunca zamana rağmen hala ayakta.

Halk arasında ki söylentiye göre bu şadırvandan su içenler 7 yıl sonra tekrar Kastamonu’ya geliyormuş.  Ben de içtim, umarım 7 yıldan önce tekrar buraları görmem kısmet olur…

Milli Şairimiz Mehmet Âkif  Ersoy da, milli mücadeleyi destekleyen konuşmalarından birini bu camide yapmış. Konuşma o kadar etkiliymiş ki; daha sonra çoğaltılıp askeri birliklere gönderilmiş. Anadolu’daki diğer camilerde hutbe olarak okunmuş.

Yılanlı Külliyesi

8-002.png

1837 yılında çıkan yangında Yılanlı Külliyesi büyük zarar görmüş. Yangının izleri taç kapıda hâlâ görülüyor.

Kastamonu’da gezilip görülmesi gereken çok yer var.

Önceden yapılan plan gereğince şimdi de, “Yılanlı Külliyesi”ni ziyaret edeceğiz.

Kitabesinden öğreniyoruz ki; külliye Anadolu Selçuklu Devleti’nin son dönemlerinde 1273 tarihinde yapılmış. Buraya “Yılanlı” denmesi hakkında çeşitli rivayetler var.

Rehberimizin anlattığına göre, külliyenin bulunduğu alan vaktiyle yılanlarla doluymuş. Abdülfettah Velî bu yılanları kerametiyle bir torbaya doldurup Gaybılar Deresi’ne atmış. Bu olay nedeniyle külliye “Yılanlı Külliye” olarak anılmaya başlanılmış.

Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde “Darü’ş-Şifa” olarak hizmet veren bina hem hastane hem de uygulamalı tıp eğitiminin verildiği bir okul olarak planlanmış.

Daha içeri girmeden, külliyenin giriş kapısında toplu fotoğraf çektiriyoruz. Taş süsleme ile yapılan kemerde yangın izleri var. 1837 yılında çıkan yangında külliyenin içindeki şifahane ile birlikte kapı da yanmış.

Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olan, içinde; Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin torunu Abdülfettah-ı Veli Hazretleri ve torunlarına ait sandukaların bulunduğu külliye;  Cami, türbe, şadırvan ve taç kapıdan oluşuyor.

Rehberimizin anlattıklarına D. Mehmet Doğan’da ilaveler yaparak, külliye ile ilgili bilgiler verdi.

Şehrin manevi mimarlarının mekanlarını her ziyaret edişimde aynı duyguya kapılıyorum; sanki onlar yaşıyor ve ben de karşılarındaymışım gibi hissediyorum.

Makamlarında, adımlarımı daha yumuşak atıyorum. Daha sesiz konuşuyorum.

Türk kadınının kahramanlık timsali: Şerife Bacı

9-001.png

Milli Mücadele sırasında, askerlerimize silah ve mühimmat taşırken soğuktan donarak vefat eden Şerife Bacı’nın heykeli.

Şehrin bir çok alanına, Kurtuluş Savaşı'nın kadın kahramanlarından olan Şerife Bacı’nın heykelleri dikilmiş.

Şerife Bacı’yı sizler de duymuşsunuzdur.

Kastamonu'daki cephanelerin Ankara'ya götürülmesi sırasında fırtına ve tipi yüzünden yolunu kaybetmiş.

Kağnının üstündeki cephaneler ıslanmasın diye kazağını cephanelerin üstüne örten Şerife Bacı henüz 21 yaşındayken donarak hayatını kaybetmiş. Mekanı cennet olsun inşallah.

Kastamonu’da kaldığım iki gün dolu dolu geçti.

Önce; şehir, şehir tarihi, tarihi mirasların konuşulduğu “Tarihi Yaşatmak, Şehri Yaşatmak Sempozyumu”,  daha sonra şehrin manevi mimarlarının huzurunda durmak, şehrin önemli ibadethanelerini ziyaret etmekten mutlu oldum…

Evliyalar şehri Kastamonu’ya umarım bir gün yine gelirim. Hem de umarım 7 yıl olmadan önce.

https://www.anadolugazete.com.tr/adim-adim-anadolu-4594yy.htm

 

 

Bu yazı toplam 2910 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim