• İstanbul 18 °C
  • Ankara 25 °C

Harf diliyle değil, hâl diliyle konuşmak

Ahmet Doğan İLBEY

Fakîr harf diliyle konuşup yazan bir âcizdir. Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî’sini ve Dîvân-ı Kebîr’ini okuyunca anladım hurufat ehli, yâni harf diliyle yazıp konuşan biri olduğumu.

Hz. Pîr harf diliyle konuşanları azarlasa da, nasihatlerini ve hâl diline dair söz hazinesinden toplayıp yüreğime tâlim ettirdiklerimi hülâsa ederek hurufata dökmekten kendimi alamadım.   

Hz. Pîr’e göre kâl diliyle değil, harfsiz ve sözsüz hâl diliyle konuşmak lâzım. Medrese ve tasavvuf bilgilerini aktarmak için harflere müracaat etmek mecburiyetinde olsa da harf dilinin taraftarı değildir. Harf dilinin yetersizliğinden, Allah aşkını yeteri kadar ifade etmediğinden şikâyet eder ve sözünün hurufata dökülmesini istemez: “Kalem buraya gelince kırıldı gitti. Harf dilinin işi gücü görüneni anlatmaktır. Halbuki görünen şekil gül yaprağına benzer, su gibi eriyip gidiverir.” Mesnevî’nin harf ve söz kalıplarından sıyrılarak okunduğunda gönüllere yerleşeceğini, harften ve sözden kurtulunca derya olacağını söyler.

Dilsiz, dudaksız konuşmak

“Harfsiz, dilsiz, dudaksız hâl diliyle” yâni “gönül diliyle” konuşun diyor ve “Dilsiz, dudaksız söylemeyi huy edin! Hayat fâni, insan ölünce ne dudak kalır, ne de dil! Dilsiz, dudaksız gönüllerimizden birbirimize seslenelim” diye nasihat ediyor. (Dîvânı-ı Kebîr, s.351-382) Harf diline değer verenleri kabukta görüyor. Harf ve sesle konuşanların dilini gereksiz meşguliyetin kapıcısı olarak aşağılar. Harfsiz konuşanları gönül padişahı olarak tavsif eder.

Harfsiz konuşmasını tavsiye ediyor yol oğlu olanlara. Harfle konuşanlara

“Susun! Hâl diliyle konuşanlara kulak kesilin; harfsiz söz söyleyin de bu söz insanların sözü, yâni kitaplarda yazılmış söz demesinler” diyor. Ona göre harf de, söz de dünyadandır. Harf diliyle Allah’ın katına varılmaz. Aşk ehli olanlar meleklerin konuşması gibi dilsiz sözle konuşmalı; sözden, harften geçip de su gibi olmalı. Harfleri aşıp, sükût eri olmak evlâdır. Harflere dökülen dil değil, hâl diliyle konuşmak daha değerli. Elest Meclisi’nde harfsiz konuşuluyordu. En güzel şiir dudaklardan dökülen değil, gönülde duyulan şiirdir. Sözden, harften öte bir dil ile şiir söylemek gerek.(a.g.e., s.383)

“Dişleri çıkmayan çocukların harcıdır harf dili”

Mânayı hâlle değil de, harflerle anlamaya çalışmak, “Dişleri çıkmayan çocukların harcı” olduğunu söyler. Harf dilinde ısrar edenlere kızar: “Dişleri çıkmayan çocukların harcıdır mânayı harflerle emmek, er iseniz harflerden mânaya atlayın.” (Mesnevî / 3)

Kâl ehli insan üreten kalpsiz modernizmden darbe yiyen nesil bu nasihatleri muhakkak ki tutmalı. Necip Fâzıl’ın “Uyumak İstiyorum” şiirinde geçen “Harfsiz ve kelimesiz düşünmek Yaradanı” mısraının ağırlığında çok ağır bir tavsiye bu. Tutabilene selâm olsun. Demek ki harf dili sûret, hâl dili sîretmiş. Her muhitte modernlikle malûl olmayanların sayısının bir elin parmaklarını geçmediği bu konuşkan çağda harf dilini terk etmek evliyalık olsa gerek. Etrafımızı harf diliyle konuşan âlimlerin, vaizlerin, hocaların sardığı bu zamanda harf dilinden kurtulmayı düşünen ve denemeye çalışanlara ta’zimde bulunmalı.

Kâl dilinden hâl diline geçmek

Ruhsuz, bencil ve çenesiz modernizm hepimizi kâl ehli yaptı, durmadan konuşuyoruz. Hz. Mevlânâ’ya göre “kâl ile tebliğ” değil, “hâl ile tebliğ” evlâ… Bundan böyle bize düşen hâl dilini kullanmak…  Hâl dili derûnumuzda yaşananları harf diline ihtiyaç duymadan sözsüz hâlimizle bildirmektir. Mânevî sanatın kendisi olan hâl dilinde seziş ve duyuşlar öne çıkar, kelimelere ve sanata ihtiyaç duyulmaz. Hâl üzere yaşayanlar, hâl dili makamındadır. Söyleyeceklerini hâl diliyle ifade ederler.                                                                                                                                              

Kâl dili, hâli anlatmaya yetmez

Kâl dili, yâni harf dili, “hâl” i anlatmaya yetmez. İnsanın söz bilmemesi mühim değil; derdini anlatmaya başka kapı var. Susarak hâl diliyle de konuşur. Rüyada nasıl dilsiz dudaksız konuşuyorsa, uyanıkken de aynı şekilde konuşur.

Yaprak ve ağaçtan onun türü veya mevsimler nasıl okunuyorsa, insandan da sessiz sözsüz çok hâller okunur. Gönlün sözü dile gelmeyen, söze sığmayan dilsiz de söylenir.     

Harfsizve sessiz söz olmaz diyenler yalan söylüyor. Çünkü sözle, sesle, harfle örülmemiş dilsiz söz de var. Ağzımız söylemiyor, dudağımız yok ama baştanbaşa sözüz. Mânalar ve derûnumuzdakiler söz kalıbına, harf diline sığmaz. (Divan-ı Kebir /2)

Hâl dili olgunluktur, doluluktur

Hâl dili, yani sükût, insanı adam eder. Sükût şifadır, olgunluktur, doluluktur. Söz söylemek çocukluk; susmak ise adamlıktır. Sükûtun zıddına, söz, insanı itibardan düşürür. Gönül göğe benzer, dilse yeryüzüne... Yeryüzünden göğe varmaya çok konaklık bir yol var. Çocuk, câhil, gâfil, ham, mukallit ve sûret ehli olanlar hâl dilini okuyup anlayamaz. Hâl geldikten sonra lafın ne gereği var. İnsanlar, mânasız ve ruhsuz kelimeler tüketiyor. Sözler, cümleler bir yığın ruhsuz harflerle donatılsa da gönülleri inşa edemiyor. Hâl diline âşina olamıyoruz, çünkü çok konuşuyoruz. Halden hâle geçiyoruz ama hâl diline geçemiyoruz. (a.g.e. /3)                                       

Söze, bize verilen emanet nazarıyla bakabilsek, ama söylemesek, hiç cevap yetiştirmesek, hiç sözün sözünü etmesek, sükûtu dost dili hâline getirebilsek, sükûtta sükût olsak, hâl dilinde birleşsek ne güzel olur. Dil, hangi hâl için verildi bize? Dil mi söze, söz mü dile emanet? Hâl ehlinden sorup öğrenmek lâzım. Fakat nasıl? Hâl ehli önünde hâl lisanı lâzımdır.

Niyazî-i Mısrî’nin “Kâl ehlinin ahvalini terk eyle Niyazi / Şimden gerü hâl ehlinin ahvali göründü” (Niyazî-i Mısrî Dîvânı) mısralarının mânasını modernizmin dalgalarına kapılanlar anlayamıyor.  “Dilim senden çektiğim bir zulüm” diyen hâl ehlinin hâlini bilen kaç kişi çıkar kâl asrının konuşkan insanlarından.

“Bir hâl dilimiz vardı”

Ali Yurtgezen hocanın T. Ziya Ergunel müstearıyla yazdığı Bir Hâl Dilimiz Vardı” (Semerkand dergisi/ Ağustos 2012) yazısını kaç kişi dikkatle okudu? Çağdaş çenesizlik ve lafçılık! “Hâlimizi” anlatan değerli yazıları bile okuyup anlamaktan âri düşürdü. Yazıdan hülâsa ettiğim birkaç satırın, hâl diline hasret duyanların gönlüne su serpeceğine inanıyorum:   

“Her kimin kim hâli vardır kıyl ü kâli n’ider / Çün kanâat tadın aldı şekker ü bâli n’ider. (Kemâl-i Ümmî) Kanaatin tadını alanların şekere bala itibar etmemesi (gibi), hâl sahibi kimseler de boş ve lüzumsuz konuşmaya itibar etmezler. Eskiden, bize mahsus bir hâl dilimiz vardı. Lafla değil, hâlleşerek anlaşırdık. Hâlimiz vaktimiz yerli yerindeydi o zamanlar. Hâl üzere yaşar, şimdiki kadar çok ve lüzumsuz konuşmazdık. Hâl dilimiz gönül diliydi. Harfsiz, hecesiz, sessiz sohbetler, muhabbetler eder; böylece birbirimize dost ve sahip olurduk. Zamâne, hâl dilimizi ‘beden dili’ ne çevirdi. İnsanı bedenden ibaret gören bir zihniyetin, muhatabını kıstırmak niyetiyle zaaf avcılığına dönüştürdüğü beden dilini aldık, hâl dilini unuttuk. Bu nisyan gönlümüzü, aşkımızı, hâlimizi de aldı götürdü. Nitekim hâlden anlayanlarımız azaldı. Zelil oluşumuz halsiz düşmekten; anlayışsızlığımız, hoyratlığımız, cedelciliğimiz hâl dilimizi kaybetmektendir.”

“Hâlimize” tercüman olan bu dokunaklı yazı lâf ü güzaf peşinde koşan kâl çağının toplumunun ne hâle düştüğünü anlatıyor: “Hâl dilini anlamak; hâlden anlamak, anlayışlı olmaktır. Zihnî bir anlamadan daha yüksek, daha öte, kalbî bir idrâktir bu. Hâl sârîdir, geçişlidir. Kalpten kalbe sirayet eder. Allah dostlarıyla ülfet edilerek muhatap olunan güzellikler, cilalanan kalp aynasına yansır mutlaka. Söz fuzulidir, kıyl ü kâldir. Kıyl ü kâl bugün anladığımız gibi sadece gıybet manasına dedikodu demek değildir. Faydası olmayan, gereğinden fazla uzatılmış her söz, her iddia ve izah çabası kıyl ü kâldir. Halbuki hâl yaşamak, olmak yahut tatmaktır. Bir hâli yaşıyorsak onu söz ile iddiaya, izaha, nakletmeye ihtiyaç yoktur.”

Şimdi anladım, Ali Hocam’ın niye az konuştuğunu ve sükût ettiğini… (ilbeyali@hotmail.com)

Bu yazı toplam 131 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim