İhsan Oktay Anar'ın Kitab-ül Hiyel'inin son sayfasına 25 Ağustos 2010 tarihini atmışım ismimle birlikte. Okuyalı nerdeyse beş sene olmuş. Tekrar aldım okudum. Beş sene önce toy bir üniversite öğrencisi iken kahkahalarla okumuş idim, ama şimdi bakıyorum, o ilk okumada kitaptan kalan kahkahadan başkası olmamış. İyi ki ikinci kez okudum.
Böyle söylememin iki sebebi var. Birincisi, İhsan Oktay'ın son iki kitabında (ama daha çok Galîz Kahraman'da) yaşadığım huzursuzluğu niye yaşamışım, onu daha iyi anladım. Bir kere Puslu Kıtalar Atlası da, Kitab-ül Hiyel de, Amat da, Suskunlar da eski İstanbul'da geçiyor, masalsı bir havayı daha iyi teneffüs ediyoruz. Garip ve muzip tiplemeler var, şeyhler, imamlar, yeniçeriler, tellaklar, efendiler, paşalar, çelebiler, sultanlar, şehzadeler, Galata meyhanelerinin sarhoşları, üfürükçüler, divâneler... Biraz oryantalistçe gelecek ama bugünün gerçekliğine biraz uzakta bir dünyaya dahil oluyoruz ve daha 'tılsımlı' olan bu evren her an karşımıza yeni ilginçlikler çıkarabilir, bizi aniden gülme krizine sokabilir, sonra bir anda efkâra da sevkedebilir. Bir yandan zamansız bir diyarda geçiyor gibidir, tarih yoktur, fakat satır aralarındaki göndermelerde biz maceranın hangi dönemde geçtiğini anlayabiliriz. Yani Kitab-ül Hiyel masalsı ama bir masal dünyasında geçmiyor. Üçüncü Selim’in Nizam-ı Cedid ordusunu bir meyhanede Yeniçerilerin hışmına uğrarken görüyoruz pekâlâ, sonra İkinci Mahmud’un yeniçeri kıyımında öldürülüyor bir kahramanımız. Gülhane Hattı da var, Sultan Abdülhamid de, Beyoğlu yangını da. Kitap dolayısıyla Osmanlı modernleşmesinin ilk adımlarına şahitlik yaparak ondokuzuncu yüzyılın sonuna kadar ilerliyor.
Anar’ın bahsi geçen kitaplarında başvurduğu anlatım biçimi, onun edebiyatının çok özgün bir yanına işaret eder ki o da, anlattığı dönemin rivayet, nakil ve menkıbe kültürünü çok iyi yansıtmasıdır. Aslına bakılırsa biz roman kahramanlarının “hal tercümeleri”ni İhsan Oktay Anar adlı yazardan değil, “râviyân-ı ahbar ve nâkilan-ı âsâr”ın muhtelif aktarımlarından okuyor gibiyizdir. Bu da, okuyucuyu bütünüyle o dönemin atmosferiyle kuşatır: Sanki onsekizinci yüzyılda bir Osmanlılı roman yazmış da ortaya bu çıkmış gibi! Bu hayal dünyasını çekici kılan bir başka şey (bu son iki kitabında da alamadığım bir tattır), kurgunun her yerine sinen ipince ayrıntıların ilerleyen safhalarda kesinlikle karşınıza çıkacağıdır. İhsan OktayPuslu Kıtalar Atlası'nda olduğu gibi Kitab-ül Hiyel'de de son noktaya kadar kurguyu ince ince örüyor ve hiçbir boşluğa mahal vermiyor. Bence bu, kitabın özenle ve çok da kısa olmayan bir sürede yazıldığına işaret. Maşallah.
Yazının devamı için: http://www.dunyabizim.com/Manset/19254/kitab-ul-hiyel-teknik-ve-iktidara-nasil-bakiyor.html































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.