Bazen insanlara yaşadıkları sıkıntılar dünyanın en büyük derdiymiş gibi gelir. Sanki ne kadar dert varsa ardı ardına sıralanmış gibi olur zaman zaman. “Beni mi buldu?” der, derde giriftar olan çaresiz yürek. İşte bizler de toplum olarak tam da o hassas noktadayız. Ardı ardına gelen sıkıntılar, felaketler rahat bir nefes almamızı engeller oldu. Ne zaman ki temiz havayı içimize çekip rahat bir nefes göndereceğiz, o anlarda bazen kendi sınırlarımız içinde bazen de dünya coğrafyasının bir noktasında bir karabasan gelip oturdu tam da huzur denen ülkemizin üstüne.
Ümit Aktaş’ın Okur Kitaplığı'ndan çıkan yeni kitabı “Yüzyıl ve Gelecek”i okurken tam da böyle düşünmeye sevk etti her satır beni. Yirminci yüzyıla şöyle bir göz atacak olursak neler yaşadığımızı, nelerle karşı karşıya kaldığımızı hayretler içinde göreceğiz. Ümit Aktaş, giriş yazısında yirminci yüzyılın genel bir portresini sunuyor bize. “20. yüzyıl, içerisinde yaşadığımız içindir ki belki, bize tarihin en uzun ve bunalımlı çağı hissiyatını verdi.” diyerek başladığı yorumlarını örnek olaylarla destekliyor. Amacını da şu cümle ile ortaya koyuyor: “20. yüzyılda teşekkül etmiş paradigmaların, bir ölçüde de olsa eleştirisi yapılarak bu paradigmanın nasıl aşılması gerektiğine dair mütevazı de olsa bir çaba ortaya konulacaktır.”

Yaşanan sorunlar aslında birbirinin tekrarı
Her şeyden önce yaşadığımız yüzyılı tanımamız ve anlamamız gerektiğinden hareketle İslamcılık üzerinden yüzyılın önemli fikir akımlarını anlatıyor Ümit Aktaş. Batı ve batıyı anlama sorunundan, Batıyı yanlış algılamanın açtığı derin yaralardan, İslamcılık adıyla ortaya çıkan her türlü yanlış yönelişlerden bahsediyor. Ümmet anlayışının yerini alan yeni terimleri sıralıyor: Muhafazakâr, liberal, milliyetçi.
Yazının devamı için: http://www.dunyabizim.com/Manset/17403/kurtulusun-recetesi-nitelikli-birlikteliklerdedir.html































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.