Kuzey’deki Karadeniz komşumuz Ukrayna’da iç savaş provaları yapılırken; dünya yine Türkiye merkezli dönmeye devam ediyor. Kıbrıs, bu bağlamda son dönem Türk dış politikasında “sessiz diplomasi”nin yürütüldüğü dört adresten biri olarak karşımıza çıkıyor. Diğerleri: Ermenistan, İsrail ve Irak.
Bu adresler, bir anlamda Ankara açısından dış politikada yeni bir revizyonun başlatılabilmesi için aşması gereken sorun alanları olarak karşımıza çıkıyor. Bu adreslerin ortak özelliği, bölgesel-küresel çapta çok sayıda yeni aktörün soruna dâhil olması ve haliyle farklı hesaplar, çıkarlar ve yöntemlerin alanda çatışması.
Bu husus, Türkiye açısından sorunun daha da komplike bir hal alması ve pozisyonunu zora sokması itibarıyla önemli. Fakat diğer taraftan, Türkiye’nin manevra kabiliyetini arttırması açısından da göz ardı edilmemesi gereken bir fırsat.
***
Tabi bu husus söz konusu aktörler arasındaki rekabetin devamlılığıyla ilgili. Aralarındaki olası bir paylaşım anlaşması ya da mutabakat, açıkçası Türkiye açısından çok da hayırlı sonuçlar vereceğe benzemiyor. Özellikle de, Batı ve Rusya boyutuyla. Ne de olsa, 9 Haziran 1908 tarihli Reval Görüşmeleri tarihsel hafızamızdaki yerini korumaya devam ediyor.
Hatırlanacağı üzere, Estonya’nın başkenti Tallinn’de İngiltere Kralı VII. Edward ile Rus Çarı Nikola’nın gerçekleştirdiği görüşmelerde Osmanlı’nın dış politikada yürüttüğü denge siyaseti de büyük ölçüde darbe almış ve süreç 2. Meşrutiyet ve İmparatorluğun tasfiyesi ile neticelenmişti.
Dolayısıyla, şu an “değerli bir yalnızlık” ve “zorunlu bir tecrit” politikası izlemeye zorlanan ve tarihsel döngünün bir kez daha işbaşında olduğu süreçte Türkiye açısından benzer bir akıbet endişesi gündemde. Bu da, yukarıda bahsedilen sorun alanlarında önleyici bir diplomasiyi kaçınılmaz kılıyor. Nitekim gündeme getirilen bir takım eleştiriler karşısında yapılan izah da bu yönde...
***
Kıbrıs, ABD’nin öncülüğünde uzunca bir süredir kapalı devre görüşmelerin itinayla/kararlı bir şekilde gerçekleştirildiği sessiz diplomasiye ev sahipliği yapıyor. Öyle ki, bu durumdan Almanya bile rahatsız.
Angela Merkel bu rahatsızlığını Rum Yönetimi Başkanı Anastasiadis’le Berlin’de gerçekleştirdiği görüşme sonrasında yaptığı açıklamada AB adına dile getiriyor.
Merkel’in AB’nin Kıbrıs’ta devam eden müzakere sürecine daha etkin katılımından yana olduğunu belirten bu çıkışı, şeklen GKRY’nin AB üyesi olmasından kaynaklansa da, özü itibarıyla Kıbrıs’ın değişen jeopolitiği ve bunun AB ya da daha yerinde bir ifadeyle Almanya açısından taşıdığı önem bir kez daha ortaya çıkıyor. Bu husus, elbette Türkiye’nin diplomasi hanesine bir artı olarak ileride kullanılmak üzere ilave edilebilir. Muhtemelen buna ihtiyacı da olacak...
***
AB’nin ve bu kapsamda Almanya’nın Kıbrıs üzerindeki artan ilgisinin temelinde, Ada’nın öncelikle Doğu Akdeniz güvenliğinde artan çok boyutlu stratejik önemi yatıyor. Bu önem, yukarıda da kısmen ifade edildiği üzere, Ukrayna-Kırım krizi ile zirve yapan “enerji güvenliği” sorununda yeni/alternatif enerji kaynağı-güzergâhlarına duyulan ihtiyaç ile büyük bir paralellik arz ediyor.
Doğu Akdeniz’deki Kıbrıs merkezli hidrokarbon keşifleri haliyle Kıbrıs sorununun daha da genişlemesi ve derinleşmesi anlamına geliyor. Bölge ve bölge dışı aktörlerin soruna artan ilgisinin temelinde de bu yatıyor.
Kıbrıs’ı ön plana çıkartan diğer gelişmelere gelince, bunlar: 1. Arap Baharı ve bölgesel güvenliğe etkileri; 2. Bu kapsamda Suriye krizi; 3. Rusya’nın bölgeye yerleşmeye başlaması; 4. Bunun Batı’da meydana getirdiği endişe; 5. ABD dış politikasında “öncelikler sorunu” ve Çin’e doğru kaymaya başlayan ilgiyle birlikte bölgede kendisini hissettiren güç boşluğu; 6. İsrail faktörü ve bunun Türkiye boyutu.
***
Dolayısıyla Kıbrıs, aynı zamanda bir “hesaplaşma” ve bu bağlamda “kuşatma” politikalarının da önemli bir adresi olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda, özellikle İsrail’in izlediği politika oldukça dikkat çekici.
Nitekim İsrail’in Kıbrıs politikasının hedeflerine bakıldığında bu husus daha net bir şekilde görülüyor. Bu hedefler: 1. Türkiye’yi kuşatma politikası; 2. Bölge ülkeleri üzerinde güç projeksiyonu yapabilme kapasitesini/yeteneğini arttırma; 3. İsrail’in, başta deniz ve enerji güvenliği olmak üzere çok boyutlu güvenlik arayışları; 4. Doğu Akdeniz’de etkin bir güç olma isteği olarak ön plana çıkıyorlar.
Daha somut bir ifadeyle Kıbrıs, “Büyük İsrail Projesi”nin Akdeniz’deki sabit uçak gemisi olarak düşünülüyor ve tüm adımlar bu doğrultuda atılıyor. Buna, Ada’da toprak alımları da dâhil. Dolayısıyla, Türkiye’nin önüne konulan “İsrail seçeneğinin” ve yeni müzakere sürecinin altında bu husus da yatıyor.
08.05.2014 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.