Bir diğer ifadeyle, Rusya’nın “Güneye Doğru” politikasının sınırlarının Karadeniz ve Boğazlardan daha da aşağılara indiği ve Orta Doğu ile Kuzey Afrika ülkelerini de sınırları içerisine dâhil ettiği görülüyor. Nitekim Smilyanskaya, II. Katerina’nın “Büyük Akdeniz” alanında Rus çıkarlarını korumak için başta Yunanistan ve İtalya olmak üzere; Akdeniz, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki yönetimlerle çeşitli diplomatik ittifaklar oluşturduğunu belirtiyor.
Soğuk Savaş döneminde, aynı zamanda dünyanın ikinci büyük deniz gücü olan SSCB’nin Akdeniz’de de etkili olmaya çalıştığı ve bu kapsamda Suriye’de (ve hatta Mısır’da) bir üs bulundurduğu biliniyor. Rusya Federasyonu, SSCB dönemindeki dünyanın değişik bölgelerinde bulunan deniz üslerini kapatırken, ikisini açık tutuyor. Bunlar: Kırım ve Tartus.
Putin’in iktidara gelmesiyle birlikte Rusya’nın Akdeniz bölgesine olan ilgisinin arttığına şahit oluyoruz. Nitekim, Rusya devlet yöneticilerinin resmi olarak “Büyük Akdeniz” terminolojisini ilk kez 2000’li yıllarda kabul edilen “Dış Politika Konsepti’nde” geniş anlamda kullandıklarını ve buna şu bölgelerin dâhil edildiğini görüyoruz: a) Orta Doğu; b) Karadeniz; c) Kafkasya; d) Hazar Denizi ve çevresi.
Bununla birlikte, 2000 yılındaki Dış Politika Konsepti’nde “Büyük Akdeniz” alanının daha çok Rusya’nın ekonomik ve enerji çıkarları çerçevesinde incelendiğine de tanık olmaktayız. Konsept metninde, özellikle bu alanda sağlanacak istikrar ve güvenliğin Rusya çıkarları açısından hayatiyetine vurgu yapılmakta ve alanın enerji kaynaklarının geçecek boru güzergâhları açısından öneminin altı çizilmektedir.
Bu bağlamda Rusya’nın Kıbrıs’a yönelik politikasını “Büyük Akdeniz Stratejisi’nin” bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir diğer ifadeyle Kıbrıs, Rusya’nın Güneye Doğru politikasının ve bu kapsamda deklare ettiği yakın çevre politikasının ayrılmaz bir parçası konumundadır. Bu politikanın, son dönemde gündeme gelen hidrokarbon kaynakları ile birlikte daha bir önem kazandığının da altını çizmek gerekmektedir.
Bu bağlamda Kıbrıs, Rusya açısından jeostratejik bir kütle merkezi konumundadır ve Orta Doğu’ya açılan kapıdır. Kıbrıs, Rusya’nın genel anlamda Akdeniz’deki, özel anlamda ise Orta Doğu’daki etkinliğini sürdürme politikasının önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır.
Arap Baharı ve Suriye krizi bu bağlamda bir dönüm noktası olup, Rusya açısından Ada’nın önemini daha da ön plana çıkartmıştır. Bu bağlamda Rusya’nın Suriye’deki Tartus üssünü askeri anlamda destekleyici bazı ek önlemler aldığına tanık olmaktayız. Rusya bu ek destek işlemlerini Güney Kıbrıs üzerinden yapma hedefini gütmektedir.
Nitekim son yıllarda Güney Kıbrıs’ta bulunan İngiltere’nin iki askeri üssü üzerindeki etkisini azaltmasına paralel olarak Rusya, Ocak 2014 tarihinde Güney Kıbrıs’ta hem hava kuvvetlerinin konuşlanmasını sağlayacak hem de gemilerinin ihtiyaçlarını ve bakımını giderecek ve aynı zamanda Tartus’daki üssün güvenliğini pekiştirecek yeni üsler edinmiştir. Rusya’nın Güney Kıbrıs’ta Arap Baharı sürecinden bu yana elde ettiği üslerin adları: a) Andreas Papandreu Hava Üssü ve b) Limasol Üssü’dür.
Bununla birlikte, Rusya olası her duruma karşı Çin’in desteğini alarak Doğu Akdeniz’de Çin deniz kuvvetlerinin varlığını da sağlamaya çalışmaktadır. Bu kapsamda Ocak 2014 tarihinde iki ülke Doğu Akdeniz’de büyük bir askeri tatbikat yapmışlardır. Tartus Üssü’nün İran savaş gemilerine açıldığını da göz önünde bulundurunca, Doğu Akdeniz’de suların nasıl ısınmaya başladığı net bir şekilde görülmektedir.
Kuşkusuz, Rusya’nın bu nüfuzu ve Doğu Akdeniz’e artan ilgisi AB ile Rusya arasında da yeni bir jeopolitik rekabeti beraberinde getirmektedir. Bu hususu, bir sonraki yazımızda ele almaya devam edeceğiz.
12.05.2014 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.