• İstanbul 14 °C
  • Ankara 14 °C

Modern dünyalılar ölüm karşısında dehşete düşerler

Ahmet Doğan İLBEY

Modern, yâni geniş mânasıyla seküler, pozitivist, agnostik, deist, materyalist zihniyetli insanlar ölüm denince ürperir ve tir tir titrerler.

Çünkü Müslümanca yüreği yok onların. “Ölüm aklıma geldikçe korkuyorum” diyen modern zihniyete sahip olanlara, yâni ahmaklara acıyınız. Onlara ölüm bilgisine sahip olmasını tavsiye ediniz. Hiç ölmeyecekmiş gibi çalım satan modern dünyalılara üstad Necip Fâzıl’ın mısraıyla “Soruversem: Haberin var mı ölümden?”

“Ölümün yüzü soğuk” diyen modern câhiller  

“Ölümün yüzü soğuk” diyenler modernler, yâni câhil ve seküler güruh…  Azrail aleyhisselâmı, Kur’ân ve hadislerden tanıyıp bilmedikleri için ölümün yüzünü soğuk ve korkunç sanıyorlar. Modern dünyalılar ölümü tabiî ve lüzumlu bir ulvî hâdise olarak görmezler. Ölüm mağlubiyettir bunlara göre. Dehşet ve hiçlik duygusudur. Modern bilimin şimdilik güçsüzlüğünden dolayı kaybedilen bir savaştır. İnandıkları felsefe ve bilim onlara böyle öğretmiş ölümü. Hâlâ ölümü uzaklaştırabileceklerine inanıyorlar. Modern bilim ve felsefe onlara “her şeyi yapabilirsiniz, yenebilirsiniz” diyor.    

“Lütfen bana ölümü hatırlatmayın” çığlığı atanlar

“Lütfen bana ölümü hatırlatmayın” diyen modernlere Hz. Mevlâna’nın üslûbunca derim ki: Ey ahmak! Ölümden güzel bir şey var mı? Biz unutsak ta ölüm bizi unutmaz. Vakti saati geldiğinde kapıyı çalar gelir. “O kaçmakta olduğunuz ölüm, işte size mutlaka ulaşacaktır…”  âyetine (Cuma sûresi / 8) inanmıyor musun?                    

Karacaoğlan’ın, dünyasına doymamış, gök ekini gibi taze insanlar için dediği “Var git ölüm sonra gel” mısraları sizi aldatmasın ve kötü gamlara düşürmesin.  Karacaoğlan modernler gibi ölümden korktuğu için figan etmiyor. Ölüme, Azrail aleyhisselâma inanıyor ve hürmet ediyor, fakat biraz fırsat vermesi için dilekte bulunuyor:  “Ölüm ardıma düşüp de yorulma / (…) / Akıbet alırsın komazsın beni / Var git ölüm bir zaman da gene gel / Şöyle bir vakitler yiyip içerken / Yiyip içip yaylalarda gezerken / (…) / Eşimle dostumla buluşamadım.”                                                                                        

“Ölüm, Allah’tan gelen dâvettir”                                                                                      

Müslüman ecdadımız gibi ölüm bizim için gül bahçesine göçmektir diyemiyorsak, Yunus Emre Hz.lerinin yüzüne nasıl bakacağız? “Ölüm dosttan (Allah’tan) gelen dâvete icabettir / (…) /Yunus ölürse ne gam aşk içinde kardaşlar ” diyor. Ölümden ürperenlere onun mısralarıyla derim ki: “Bir gün Azrail / Sana da gelür / Bana da gelür” (…) “Ölüm demez yiğit, koca / Ya gündüz gelir yahut gece / (…) / Hani Ali, hani Osman? / Onlar oldu hepsi yeksan …” 

Tereddüt etmek yakışır mı Müslümanca yüreği olan insana? Bu ulu dervişin mısraıyla “Azrail hamle kılmadan gel dosta gidelim gönül” tâlimi yapalım, derim. Ölüme Müslümanca bakanlar, korku değil, muhabbet hissederler. Ölüme insan-ı kâmiller gibi dost olmak gerek: “Allah’a dost olana ölüm acısı olmaz. Acı olmayınca ölümden korkmak lüzumsuzdur.”

“Gerçeklerden haberli olarak ölen Hak âşıkları, sevgilinin huzurunda şeker gibi erirler. Ötelerden haberdar olanlar, (…) şu insan kalabalığı gibi ölmezler” diyor Hz. Mevlânâ. Var mı aranızda böyle güzel bir ölüme tâlib olanlar? Dostlarımıza onun sözleriyle vasiyette bulunabilme cesaretini gösterebiliyoruz muyuz?  Bunun tâlimini şimdiden yapmalıyız?: “Öldüğüm gün tabutum götürülürken, (…) Benim için ağlama, yazık vah vah deme! (…) Cenazemi gömdüğün zaman firak, ayrılık deme! Benim buluşmam, kavuşmam işte o zamandır.”     

“Geridekilere insan olduğumuzu hatırlatmak için ölelim”  

Ölümü dehşet verici bulanlar İslâm mütefekkiri El Kindî’nin (ö. milâdî:866) sözü üstüne çokça tefekkür etsinler: “Ölüm olmasaydı, insan olmazdı. Ölüm yoksa insan yoktur. Bir insan ölümlü değilse, insan olamaz. Öyleyse geride kalanlara insan olduğumuzu hatırlatmak için ölelim.” 

Kendi devrinde Asya’nın hâkimi olan Gazneli Mahmud gibi kudretli hükümdar bile daha tahtında iken ölümü sevmiş ve “Yoklansın kafası mezarda her ölenin; farkı var mı bakalım, hükümdarla kölenin” demiş. Ehl-i tasavvufun dediği gibi “Hangi güzel yüz ki, toprak olmadı. Hangi güzel göz ki, toprak dolmadı. Dünya hayatı yarımdır, ölünce tamamlanıyoruz.”   

Şair Bahaettin Karakoç’un şiirinde ölüm suali üstüne insan hâlleri anlatılır. Ölümden ürperen modern okusunlar: “… Sordum ki ölümün aslı nedir? / (…) / Hiç ağlamamış bir hâkime sordum bu soruyu / Titredi deri değiştiren bir yılan gibi / Belli ki ölümü hiç aklına getirmemiş/ Herhalde iktidardan düşmek dedi /Açgözlü bir bezirgâna sordum bu soruyu / Bir servetine baktı, bir de dağlara / Ne fırtınalar atlatmıştı bugüne dek / Ölüm, bir iflastı kapkara / Şanlı bir güzele sordum aynı soruyu / Işıklı kanatları aniden buruşuverdi / İlk kez sıkışıyordu zaman aralığında / Ölüm, yaşlanmak dedi ve ıslandı kirpikleri / Umutsuz bir hastaya sordum aynı soruyu / Doktoruna baktı, baktı ve daldı / Doktorsa bir kalbin durmasıdır ölüm dedi…”

Çağdaş, kalkınmış, modern, seküler zümrelerin hâli böyle işte… Sakın onları “adam” sanmayın. Ölümden korkan insancıklardır onlar. 

Modernler için ölüm karanlık bir düşüncedir

Bize örnek olarak gösterilen Cumhuriyetin lâdini büyükleri (!), aydınlar ve ders kitaplarında yazıları ve şiirleri okutulan pozitivist ve seküler edebiyatçıların çoğu ölümden korkan zavallılardır. Onları ölüm karşısında zavallı yapan şey kapıldıkları Batı’nın düşünce ve felsefeleridir, “yaşamak İştahı” dır. Bu zavallı güruha göre ölüm rahatsız edici, hayattan koparıcı ve sonsuz karanlık bir düşüncedir. Cumhuriyet modernleşmesinin bu zavallılara öğrettiği şey: “Ölüm, insanların başarılarından hoşlanmayan tanrıların verdiği cezadır.” Bunların hâlini Necip Fâzıl mısralara çekmiş: “Ölümü sığdıramaz /Akıl daracık koğuk / Ölemez, çıldıramaz /Ağlarlar boğuk boğuk.”    

Ölüm daima gözümüzün önünde olmalı                                                                  

Doğduğumuza seviniyorsak, öldüğümüze de sevineceğiz. Ölüm daima gözümüzün önünde olmalı. Ölüm her an yoklayabilir. Kitap okurken, yazı yazarken, para sayarken, türkü dinlerken, haram mekânlarda eğleşirken, namaz kılarken… Elbette ölüm geldiğinde iyi amel üzere olmak bahtiyarlıktır. (ilbeyali@hotmail.com)

*****

YİTİKSÖZ 

Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesinin yayınladığı, Genel Yayın Müdürlüğünü Duran Boz’un, Yazı İşlerini Müdürlüğünü Duran Doğan’ın yaptığı, yayın kurulunda edebiyat hocaları Prof. Dr. Mehmet Narlı ve Doç. Dr. Selim Somuncu’nun yer aldığı “Yitiksöz-sanat, edebiyat ve düşünce dergisi”nin Şubat-Mart 2022 / 9. sayısı deneme ve inceleme yazıları ağırlıklı bir sayı... Şiirin az olduğu bu sayıda yer alan yazar ve şairler:  Mehmet Solak / Şimdi Balkon, Bünyamin K. / En eski dostum, Âdem Turan / Hâfızın Seyir Günlüğü-7, Cengizhan Konuş / Şifa, Yasin Mortaş / Süvariler için boş bir tuval, Abdulhamit Tokgöz / Özlemek rengi, Mehmet Âkif Şahin / Bitmemiş şiirler, Davut Güner / İlk Kar, Bedrettin Kara / / Kuyu, Hayrettin Orhanoğlu / Anlamsızlık Algısında bir Sezai Karakoç şiiri: Ping-Pong Masası, Bilal Can / Sosyal teori bağlamında Diriliş düşüncesi,  Sercan Ceylan / Unutmaklar çağından Diriliş edebiyatına, Mehmet Özger / Sezai Karakoç’un tarih felsefesi, Metin Kaplan/ Yıldızlar, Selim Somuncu / Diriliş İlkelerinin Arka Plânındaki Külyutmaz Entelektüel tavır, Murat Cıla / Edilgen, İrfan Çevik / Bir Yol açıcı olarak Sezai Karakoç, Ahmet Dağ / Fener’de bir nefer: Sezai Karakoç, Nurettin Durman / Bir Ben miyim, Enver Çapar / Ufukta Bir Diriliş Işığı: Sabah Yıldızı, İbrahim Gökburun / Kararsız Bulutlar, Mustafa Özel / Tanrı, Sıddık Zeynep Bozkuş / Ölmediysem, Konuşan: Ayşegül Özdoğan / Hilmi Uçan ile Mutlu Faniler’den Anlatılarda İstemek Kipliği’ne yazınsal eleştiri ve göstergebilim bağlamında bir söyleşi, Erol Çetin / Hilmi Uçan’ın Mutlu Faniler ile Tereddüt ve tefekkür kitapları üzerine,  Ayşegül Özdoğan / Hilmi Uçan’ın yazınsal eleştiri ve göstergebilim ile görmek/göstermek kitapları üzerine,  Erdoğan Özdoğan / Bir demek öykü: göstergebilim penceresinden yazınsal eleştiriler,  Erhan Akdağ / Batı şiiri ve Tevfik Fikret, Ali Işık / Yusuf’u kuyuda unuttuk,  Mustafa Ruhi Şirin / İstanbul için en iyi, Gülçin Yağmur Akbulut / Güneş, Hasan Keklikçi / Adamların Cesedi, Nadir Aşçı / Ben de gittim bir tavşanın avına, Selim Erdoğan / Sekerek, Yavuz Ahmet Koç / Sihir gücü,  Mehmet Aycı / Düşlük, Rüveyda Durmaz Kılıç / Gün karşı tepeden, Cahid Efgan Akgül / Babamın Dolabı ya da yakmasam deli olacaktım, Yunus Nadir Eraslan / Şiirden ters köşe: Çalıntı hikâyeler, Mehmet Solak / Şair gözüyle kusurlu güzellik,  Fatma Vişne /  Bahane kapısı.

*****         

EVVELÂHİR

Editörlüğünü yazar ve şair Ömer Yalçınova’nın, Yazı İşleri Müdürlüğünü Duran Doğan’ın yaptığı, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesinin “iki aylık kültür-sanat ve şehir dergisi” Evvelâhir’in Ocak-Şubat 2022/ 8. Sayısı “12 Şubat Kurtuluş Bayramı” ve “Maraş’ın Çiçekleri” kapak başlığıyla okuyucu huzuruna çıktı. Önceki sayılar gibi şehri Maraş’ın kimliğini tanıtmaya devam ediyor. Mündericatı şöyle: Mehmet Yaşar / Kalbini Savaşçı Kılan Şair: Osman Sarı, İbrahim Kanadırık / Maraş Harbinin Destansı Kahramanı: Şehit Evliya Efendi, Osman Saydam / Maraşlı Sinanoğlu Abdülhamit Bey ve Halk Sesi Gazetesi, Sezai Karakoç / Maraş Kurtuluş hareketinin anlamı, Dr. Selim Erdoğan: Maraşlılar düşmana öyle bir darbe indirdi ki, sesi tâ Paris’ten duyuldu/ söyleşi: Ömer Yalçınova, Mehmet Işık/  Maraş Harbinde İlçelerin kahramanlıkları, İsmail Nar / Düldül Dağı, Abdullah Aksay / Maraş’ta bir gün-Bir şehir benden yana, İnci Okumuş / Maraş Türkülerinde Yaşanan Hürmetkâr Mânalar, Zehra Karadaş / Dünya edebiyat şehri-Romantik akımın kalbi: Heıdelberg, Nuhan Nebi Çam/ Taşpınarı Yaylası, İlknur Avcı / Lezzetin mekânı- Eli Böğründe(yanyana), Hayrettin Güngör: Kapalı Çarşı, âdeta Kahramanmaraş’ın kalbidir- Söyleşi: Ömer Yalçınova, Dr. Yasin Kozak / Kahramanmaraş’ın Tarihi çarşıları, Ömer Yalçınova / Şehrin Atan nabzı, Hüseyin Yorulmaz-Mustafa Aydoğan / Pulsuz Mektuplar(8), Ayşe Hicret Aydoğan /Maraş Güncesi- Leylek Göçü, Emre Birhan / Andırın yaylalarında Dertli gezen bir âşık, Ferhat Ağca / Maraş’ın Çiçekleri-Maraş Adaçayı, Âkif Taş / Centilmenliğin adresi- Buraların en büyüğü o, M. Enes Anlamaz / Maraş’ta bir köşe: Kardelenin peşindeki seyyahlar

(ilbeyali@hotmail.com)

Bu yazı toplam 70 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim