• İstanbul 15 °C
  • Ankara 19 °C

Modern kafayla türkü dinlenilmez

Ahmet Doğan İLBEY

Televizyonlarda “türkü” başlığı taşıyan bir program gördüğümde içime bir sızı düşer hemen.

Şuh kadın ve zübbe erkeklerden oluşan modern-seküler eğlence programlarında süflî bir eda içinde sözüm ona türkü söylenirken yüreğim milletimin yüreğine çarparak derinden yaralanır. Sahnelerde ve televizyonlarda yozlaştırılmış sözde türkülere “türkü” denmesi yasaklanmalıdır. Türkülerimiz türkü âdabını bilen Türkülerimizin asaletine ve âdabına uygun mekânlarda türküdarlarla, yâni ozanların diliyle ve bağlamayla icra edilmeli.      

Milletimizin değerlerine mugayir olan sözde sanatçıların “türkü” adıyla gayr-ı ahlâkî görüntü ve usullerle program yapmaları aziz türkülerimize hakarettir. İrfan medeniyetimizin menşurundan süzülüp gönül evimizde demlenmeyen ve modern-hazcı sesler çıkaran âletlerle yapılan bestelere türkü denilemez Modernist ve seküler sanatçı güruhuna elektrikli, metalik ve boru seslerinden oluşan âletlerle türkü söylenemeyeceğini ikaz etmek lâzım..

Türkülerimizin kimler tarafından ne şekilde icra edileceğine dair gelenekli ölçülerimiz bellidir. Türkülerimizin muhtevasıyla milletimizin gönül kökleri birdir. Bu irfanî sebeptendir ki türkülerimize ve milletimize fikren aidiyet hissetmeyenlerin kirli ağızlarında kirletilmesine müsaade edilmemeli.

Türküler modern-seküler mûsikî değildir

Türkülerimiz Türk milletinin rûhuna aykırı seküler hayat yaşayan ve düşünen insanların dimağına göre bir mûsiki değildir. Anadolu insanının gönlünde demlenir ve yaşayarak dillerde yer alır. Medeniyetine yabancılaşanlar türkülerde demlenen milletin gönül dilini hissedemezler. Usta türküdar Neşet Ertaş boşuna dememiş: “Yüreği yanmayanlar, türkü dinlemeyen ve halka kıymet vermeyenlerdir.”  

“Sana gelmek istiyorum / beni kovma yâr kapısından / gelip görmek istiyorum / beni kovma dergâhından” ve “Bir kararda durmayalım / Gel dosta gidelim gönül / Hasretiyle yanmayalım / Gel dosta gidelim gönül” türkülerinin mânasını modern-seküler zihniyete sahip zümrelerin anlayıp sevmesi mümkün değildir. Gönlü kurumuş modernist bir kafayla bu türkünün zımnında yatan hazret-i insanın kıymetini ve yâr aşkının safiyeti idrak edilemez. Ölüm ve ahrete inanmayan modernist insan ızdırap ve ölüm karşısında bizi dirençli ve îmanımızı kavî kılan şu türkümüzü anlayabilir mi?

“Daha senden gayrı gayrı âşık mı yoktur / Nedir bu telâşın vay deli gönül / Hele düşün devri Âdem'den beri / Neler gelmiş geçmiş say deli gönül / Gördüm iki kişi mezar eşiyor / Gam gasavet gelmiş, boydan aşıyor / Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor / Gelde bu rüyayı yor deli gönül…”

Modernler türkülerimizin diline yabancıdırlar

İçimizdeki modern kafalılar türkülerimizin mazmunlarına bile yabancıdırlar. Modern hangi edebî metin ve mûsiki iki mânaya gelen “sen ağlama kirpiklerin ıslanır / ben ağlayım ki belki gönül uslanır” diyen ve sûreti aşıp ulvî aşktaki teslimiyete ulaşan insanın rûhunu teskin edebilir? “Sen bağ ol ki ben de o bağın gülü olayım” diyen türkümüzde cennet mânasına gelen bağın nadide bir parçası olan gül olmak istiyor âşık. “Sen Efendi ol, ben de kapın da kul olayım” diyen türkünün sözleri modernist kafayla anlaşılabilir mi? Ancak millet mensubiyeti sağlam bir kafayla dinlenirse anlaşılır.

Türküde geçen “efendi, “kul” ve “kapı” kelimelerinin modernistlerin homo-ekonomik anlayıştan ürettikleri “patron-işçi” kavramlarıyla bir alâkası yoktur. “Efendi”, Peygamber Efendimiz’in güzide bir sıfatıdır. Hakikate çağıran mübarek peygamberin duruşudur. Bir başka mânasıyla efendi, ilahî ve beşerî mâşuk (âşık olunan)tur, bir mürşid-i kâmildir, bir dergâhın pîridir. “Kul” un lügat mânası Allah’a nazaran kuldur. Türküdeki mânasıyla gönül ve inanç cihetinden sevgili bir büyüğe, bir ehl-i kâmile bende ve râm olan kişidir. Modernistlerin bakışıyla ezilen ve zorla hizmet ettirilen köle değildir. Peygamberim Efendimiz’in kapısında kul, yâni ümmet olanların vasfıdır.

Modernist zümreler türkülerin mânasını idrak edemiyorlar  

Maalesef içimizdeki modern zümreler “taşralı”, “köylü” ve “geri” dedikleri türkülerimizin mânasını idrak edemiyorlar. “Kapı” ise türküdeki tedaisi ile dergâh, tekke, mânevî bir ikametgâhdır. Medeniyetimizde kapının mânası geniş. Dil Kapısı, Gönül kapısı, Şeriat kapısı, Tarikat kapısı, Mârifet kapısı, Hakikat Kapısı… Gönül ve dimağları pozitivist mantığa göre güdülen modernist zümrelerin bu türküyü anlamaları mümkün müdğr? Modern-seküler bir kafayla bir sevgiliye, bir mübarek kişiye gönülden teslim olan insanın türkülerde dile gelen aşkınlığı idrak edilemez. Şu aziz türkümüze bir daha kulak verelim:

“Hümâ Kuşu yükseklerden seslenir / Yâr koynunda bir çift suna beslenir / Sen ağlama kirpiklerin ıslanır / Ben ağlayım ki belki gönül uslanır / Sen bağ ol ki ben bahçende gül olayım / layık mıdır yanıp yanıp kül olayım / Sen efendi, ben kapında kul olayım / koy desinler bu da bunun kuludur.”

“Hümâ kuşu” nun lügatçesi, “üzerinden uçtuğu kimselere devlet ve mutluluk getirdiğine inanılan kuştur. Tasavvufta, mâna katının yükseklerinde seyr u sülûk eden, enginlere sığmayan sâliki temsil eder. Kimi zaman Hümâ kuşu gibi yükseklerde uçup mağrurlaşan bir hâlin ifadesidir. Türküde söylediği gibi, âşık, Hümâ kuşu gibi yârine sevdasını vecdin en yüksek yerinden, yâni aşkın en derin cihetiyle ifade ediliyor. Yârin ağlamasına gönlü râzı olmaz. Ben ağlayıp niyaz edeyim ki, belki âşık gönlüm felah bulur, rahatlar. Yârine, sen bağ, yâi cennet veya cennetten bir yer ol ki, ben de orada gül olayım. Gül olmak arzusunda Peygamber Efendimiz’e muhabbet var.   

Modern zihniyette “dost” yoktur. “Dost”, bizim medeniyetimizin kavramıdır. Derûnumuzda sevip saydığımız, yokluğunda hasretini çektiğimiz bir gönül insanıdır ki, ona olan meftunluğumuzu ancak şu yanık türküyle anlatabiliriz:

“Bin cefalar etsen almam üstüme oy / Gayet şirin geldi dillerin dostum oy / Varıp yâdellere meyil verirsen oy / Kış ola bağlana yolların dostum dostum.”

Türkülerimizdeki sevgi, gönül dostluğu modernist kafayla anlaşılmayacağı gibi, modern mûsikî ve şiirde türkülerimizin gönlümüze düşürdüğü mânayı bulamayız. Bin cefasına râzı olduğumuz dostumuza, gurbet ellere meyledip dönmezsen “kış ola bağlana yolların dostum” diyerek gönül koymamızın ulvî sızısını modernler kavrayamaz.

Modern kafa “el vurup yâremi incitme tabib” türküsünü anlayabilir mi?

Bin yıllık Türk tasavvufundan beslenen türkülerimizden “El vurup yâremi incitme tabip / Bilmem sıhhat bulmaz hicrâneler var / Dest vurup da yârem eylersin derman / Her can kabul etmez viraneler var / Vay dünya dünya yalansın dünya / Yalan ile yalan olansın dünya...” türküsünü milletimize aidiyeti eksik olan modernist kafa idrak edemez. Çünkü milletimizin irfanından kopmuştur.

Diyor ki âşık: Gönlümdeki hakikat aşkından dolayı oluşan yaralardan, yâni derd-i gamlardan beni kurtarmak istiyorsun, yaralı gönlüme “dest vurup”, el atıp çâre bulmak istersin. Fakat ben derdimden memnunum. Kendini göstermeyen nice gönüllerde iflah olmaz hicrâneler, yâni şiddetli dost ayrılığından dolayı aşk acısı var. Aşk derdinden her canın, ruhun katlanamayacağı virâneye dönmüş, perişan ve harap olmuş kişiler var. Bu dünya yalandan ibaret vefasız bir yerdir.

Modernist kafaya sorun bakalım, ne anlamış bu şerhten? Modern dünyada “tabib” in mâna ve vasıflarını, gönlümüzdeki yaralara merhem olamayan, çatık kaşlı, yalnızca neşter kullanan ve ilaç isimleri bilen “muasır” Avrupa’nın doktorlarına dönüştürdüler. Erbabı bilir ki, “tabib” tasavvuftan beslenen türkülerde mürşit, şeyh ve tabib-i rûhanî mânasındadır. Âşık, türkülerle derdini ona açar, içini döker.

Sevdasından cezbeye kapılmış, sevdiğini dünyanın her nesne ve varlığından kıskanan bir âşık yüreğin dilinden ancak şu türküyü duyabilirsiniz: “Mühür gözlüm seni elden / Sakınırım kıskanırım / Uçan kuştan esen yelden / Sakınırım kıskanırım / Yağan kardan esen yelden / Sakınırım kıskanırım.” Gönlü ve kafası modernizmin kirliliğine bulanmış zavallı insan, hulûs-ı kalple sevdiğine “mühür gözlüm” demeyi akıl edebilir mi? Sevgilinin gözlerinin “mühre” benzetilmesi mânasız değildir. Dîvan Edebiyatı’nda mühür “sevgilinin ağzı ve dudakları” dır. Siyah, kültürümüzde “fena talih ve hüzün” demekse de, âşık dilinde sevgilinin siyah gözlü olması, bakışı sonsuz geceler gibi derûna çekici ve mâverayı hatırlatıcı mânasına gelir.

Sözün özü; türkülerimizin derûnunu bilmeyen modern kafalılar gönülleri kurumuş mutsuz insanlardır. Gönüllerinin açılmasını istiyorlarsa irfan türkülerimizle tâlim yapmalıdırlar.
***** 

AHLÂK VE İSTİKAMET DERGİSİ

Yazar Haki Demir’in idaresinde çıkan Ahlâk ve İstikamet / Aylık Fikir ve Siyaset dergisi” nin (www.ahlakveistikamet.com) Şubat 2022 / 9. sayısında Türkiye’nin siyasî ve fikrî meseleleri üzerine son derece önemli mevzuları ele alınıyor. Her sayısında olduğu gibi,  bu sayıdaki ikaz eden sarsıcı yazılar millet şuuruna sahip herkese tercüman olacak muhtevada yazılardır. Bu sayının kapak konusu: “İSLÂM’IN DOKUNULMAZLIĞI SAĞLANMALIDIR”

Bu önemli sayının mündericatı şöyle:                                                                                                

Takdim /Ali Ergen                                                                                                                                   1. KISIM-İSLÂMÎ MÜCADELE                                                                                                    

İslâmî talepler-2-İslâm’ın dokunulmazlığı sağlanmalıdır / Ebubekir Sıddık Karataş

İslâmî muhalefet fikriyatı-2-Muhalefetin mahiyeti / Hamza Kahraman                                      

KISIM-SİYASÎ MÜCADELE                                                                                                  

Meşruiyet-5-Meşruiyetin çeşitleri-2-Muhtevasına göre tasnif-2-Geçerli meşruiyet-1- / Haki Demir  Siyasi hastalıklar-1-Takdim / Mustafa Karaşahin

3. KISIM-SİYÂSÎ REJİMİN KİMLİĞİ                                                                                       

Masonluk terör örgütü müdür? /Ahmet Selçuki                                                                           

Ülkenin laikleştirilmesi / Ebubekir Sıddık Karataş 4. KISIM-YENİ TÜRKİYE

İttifak ihtimalleri-1-Takdim / Ahmet Selçuki

Peygamberlerimizin dokunulmazlığı yok ama Erdoğan’ın var / Abdullah Tatlı                                   

5. KISIM-AK PARTİ İKTİDARI

Bozgun süreci-2-Bozgunun mahiyeti / Nurettin Saraylı Siyasi patlama dinamiği-5-Yeni siyasî patlama dinamiğinin hedefi Erdoğan’dır / Haki Demir Hassasiyet patlaması-4-Hassasiyet patlamasının sebepleri-1- / Haki Demir Döviz-Faiz operasyonu / İbrahim Sancak

Yahudiler açıktan kutsuyorlar / Alihan Haydar 

Erdoğan etrafındaki fikri savruluşlar / Osman Gazneli 

6. KISIM-MEDYA

Yusuf Kaplan, Müslüman münevverin âcizliği / Fatih Mehmet Kaya 

7. KISIM-FİKRİYAT

Ümmetin bir “Medeniyet Tasavvuruna” ihtiyacı var / Ebubekir Sıddık Karataş Karargâhın önündeki en büyük engel / Alihan Haydar Lider ve kadro arasındaki münasebet ağı / Necip Fazıl Toprak Liderlik ahlakı-kadro ahlâkı / İbrahim Sancak

8. KISIM-ENDERUN AKADEMİSİ

Enderun Akademisi tedrisatında yeni düzenleme / Haki Demir Ocak-2022 dersleri / Haki Demir

(ilbeyali@hotmail.com)

Bu yazı toplam 120 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim