• İstanbul 13 °C
  • Ankara 10 °C

Muhammed Hamidullah

Mustafa KARA

Şeb-i Arûs Armağanı

Muhammed  Hamidullah

(Hindistan,19 Şubat 1908- ABD,17 Aralık 2002)

*

İSLÂM’IN İNSANLIĞA SUNULUŞU VE   TASAVVUF

*

Mustafa Kara

*

İslâm’a Giriş ve İslâm Peygamberi  başta olmak üzere değişik alanlarda  kaleme aldığı eserlerin çok farklı dillere tercüme edilmesiyle, XX. yüzyıl insanlığına İslâm’ın  huzur veren mesajlarını sunan alimlerden  biri de 1908 Hindistan/Haydarâbat doğumlu  Muhammed  Hamidullah’tır.

Haydarâbat Nizamlığı’nın Birleşmiş Milletlere üye olması için 1946 da oluşan heyetin üyesi olan Hamidullah, yurtdışında iken Hindistan, Haydarâbat’ı 1948’de işgal edince bir daha ülkesine dönemedi. Bir ülkeye de girişi yasaklandı: İngiltere.

Ömrünün büyük  bölümünü bir “garib” olarak Batı’da, daha çok Paris’te geçiren, kütübhanelerinde çalışmak üzere bir çok ülkeye seyahat eden  Üstad Hamidullah’ın  şeb-i arûsu  ,17 Aralık  2002 tarihinde  ABD’nin Florida eyaletinde yeğeninin yanında  gerçekleşmiş , Jacksonille mezarlığının müslümanlara ait olan kısmında defnedilmiştir.

“Fe tûbâ li’l-gurabâ”

Türkiye’ye ilk defa 1932 yılında gelmiş, Süleymaniye kütüphanesinde bulunan yazmalara ve tanıştığı ilim adamlarına hayran olmuştur.1952’den sonra her yıl üç ay İstanbul Üniversitesi,Edebiyat Fakültesi İslâm Tetkikleri Enstitüsü’nde dersler veren Hamidullah, bu hizmetini yaklaşık çeyrek yüzyıl sürdürmüştür. (İstanbul İmam Hatip Okulu’nda 1964-1970 yılları arasında talebe iken bu derslerin bir kısmını takip ettim.) Ülkemizde bulunduğu aylarda Ankara İlahiyat ve Erzurum İslamî İlimler başta olmak üzere Konya , Kayseri, Bursa gibi şehirlerde konferanslar vermiştir.( 1966 da  Bursa’da verilen konferans o günün Millî Eğitim Müdürü Ertuğrul Seyhan tarafından gerçekleştirilmiştir. 1973’te Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü’nde verdiği konferansın şahidiyim, kaçak olarak üstadın  fotoğrafını da çektim. Çünkü fotoğraf çektirmediğini biliyordum.Ona göre vesikalık fotoğrafların dışındakiler israftır. O gün Enstitümüzde kılınan Cuma namazının da hatibi bendeniz idim.)

Onu,Türkiye’nin dinî eğitim ve öğretiminde emeği olan, bilgi  tecrubelerini aktararak ilgililere yol gösteren  alimlerden biri olarak hürmetle anmak bir vefa borcudur.  Üniversitedeki  halka açık dersler için, Fuat Sezgin, Salih Tuğ ve Yusuf Ziya Kavakçı uzun yıllar ona yardımcı olmuştur.

Ülkemizde onun aleyhinde söz söyleyenler, kalem oynatanlar da vardır. Bir insan olduğu için onun da hataları, eksikleri  olabilir. Bundan tabiî bir şey olamaz. Fakat bir alimi tanıtırken/değerlendirirken  bütün artılarını yok sayıp , eksilerini dev aynasına koyarak anlatmak – en hafif tabirle- insafsızlıktan başka bir şey değildir. Bu insafsızlık bir çok kişinin o insandan istifade etmesini de  engellemektedir. Bu da başka bir vebaldir. Büyüklere her zaman saygı duyarız. Bu onların hatasız olduğu anlamına gelmez. Vird-i zebânımız   daima şudur: “Büyükler,Allah’n bize açtığı lutuf kapılarıdır”  “Büyükler hatalarıyla birlikte büyüktür”

Türkçeye tercüme edilen 18 eseri Beyan Yayınları tarafından okuyucunun hizmetine sunulmuştur.

Vefatının 18. Yılında  hocamızı rahmetle anarak İslam’ın insanlığa sunuluşu, gönülleri fethedişi  ile ilgili bazı düşüncelerini, otokritiklerini, şahsi değerlendirmelerini aktarıyoruz.

*

“Benim yetişme tarzım rasyonalisttir. Hukukî çalışma ve incelemeler bana, inandırıcı bir şekilde tarif ve isbat edilemeyen her şeyi reddettirmiştir. Muhakkak ki ben namaz oruç vesaire gibi islâmî vazifelerimi tasavvufî sebeplerle değil, hukukî sebeplerle ifa ediyorum. Kendi kendime diyorum ki: Allah benim Rabbimdir. Sahib’imdir. O bana bunları yapmamı emretmiştir, o halde yapmalıyım. Bundan başka hak ve vazife birbirine bağlıdır. Allah bunları ben istifade edeyim diye bana emretmiştir. Şu halde ben O’na şükretmekle vazifeliyim.

Bat toplumunda ,Paris gibi bir muhitte yaşamağa başladığım zamandan beri hayretle görmekteyim ki Hıristiyanların İslâmiyet’i kabulü,onları İslam’ı kabule sevkeden  ne Ebû Hanife ne de İmam Mâturidî’dir.  Fakat Muhyiddin Arabî’dir. Bu konuda benim de şahsî müşahedelerim olmuştur.

İslâmî  bir konuda benden bir izah istendiği zaman, benim verdiğim aklî delillere dayanan cevap, soranı  tatmin etmiyordu. Fakat tasavvufî  izah meyvesini vermekte gecikmiyordu. Bu konuda tesir gücümü gittikçe kaybettim.

Şimdi inanıyorum ki Hülagu’nun yakıp yıkan istilâlarından sonra  Gazan Han zamanında olduğu gibi ,bu gün en azından Avrupa ve Afrika’da İslâm’a hizmet edecek olan ne kılıç ne de akıldır,fakat kalp ve tasavvuftur.

Bu müşahededen sonra tasavvuf konusunda yazılmış bazı eserleri incelemeğe başladım. Bu benim gözlerimi açtı. Anladım ki Hz. Peygamber zamanındaki tasavvuf  ve büyük İslâm mutasavvıflarının yolu ne kelimeler üzerinde uğraşmak ne de manâsız şeylerle meşgul olmaktır. Fakat insan ile Allah arasındaki en kısa yolda yürümektir. Şahsiyetin (insanı diğer canlılardan ayıran manâda karakter,ahlak ve insanlık) geliştirilmesi yolunu aramaktır.

İnsan  kendisine yüklenen vazifelerin sebeplerini arıyor. Manevî sahada maddi izahlar bizi pek uzağa götürmektedir. Ancak manevî izahlardır ki insanı tatmin etmektedir.”[1]

 

[1] Bu metin Muhammed Hamidullah’ın  27 Eylul 1967 tarihinde Hukukçu İsmail Hakkı Akın’a yazdığı Fransızca mektubun tercümesidir.. Bk. M. Aziz Lahbabî, İslâm Şahsiyetciliği, çev. İsmail Hakkı Akın, İstanbul,1972. 8 nolu dibnot.

Bu yazı toplam 190 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim