• İstanbul 18 °C
  • Ankara 21 °C
  • İzmir 22 °C
  • Konya 18 °C
  • Sakarya 21 °C
  • Şanlıurfa 27 °C
  • Trabzon 17 °C
  • Gaziantep 27 °C
  • Bolu 21 °C
  • Bursa 20 °C

Mustafa Miyasoğlu'ndan: Kimlik meselesi ve Batılı kalıplar

Mustafa Miyasoğlu'ndan: Kimlik meselesi ve Batılı kalıplar
Her sanat ve edebiyat faaliyeti kendi kültüründen kaynaklanır.

Dünü olmayanın yarını olmadığı gibi, edebiyat geleneği olmayan bir kültürün eseri de yoktur...

ÇAĞDAŞ İSLÂMÎ EDEBİYAT

İslâmî edebiyat, geçmişte olduğu gibi bugün de büyük atılımlara imkân verecek kaynaklara sahip. Bu edebiyatın kaynakları, İslâm kültürünün kaynaklarıdır. Dolayısıyla, ilk önce onlara yönelmek gerekir. Bunu daha önce gerçekleştiren sanatçılar ve kültür eserleri, bizim yaklaşımımızda örnek olacak nitelikleri kimlik olarak ortaya koymaktadırlar. Onların bilinen nitelikleri, bizim için ulaşılmış seviyedir. İşe o seviyeden başlayabilmek için de onları tanımak gerekir.

Eski edebiyatımızın konuları ve meseleleri, bizim için yaşanan hayat kadar hareket noktası olabilir. Bu yakınlık kurulmadıkça, geçmişle ilgimiz ya hamâsî mahiyette kabul ve red görünümünde, ya da turistik bir ilgi seviyesinde kalmaya mahkûmdur. 1960'lı yıllardan beri yazılanlar arasında, özde ve biçimde geleneğe yönelme eğilimi, İslâmî edebiyatın çağdaş bir zeminde daha rahat gelişmesine imkân vermiştir. Bu alanda özellikle Büyük Doğu ve Diriliş dergilerinin öncülüğü son derece önemlidir.

Günümüz edebiyatının genel görüntüsü dışında teşekkül eden ve yeni dönem sanatçılarının Müslüman duyarlılıklarından cesaret alan çağdaş İslâmî Türk edebiyatı, ilk örneklerini ortaya koyarken bile klasik ve evrensel değerlerin peşinde olmuştur. İlk olmanın tedirginliklerini, tereddütlerini taşımasına rağmen, bir dünya görüşünü benimseyen sanatçıların elinde yüz ağartıcı sonuçlar ortaya koymaktadır. Bunun gelişmesi, kaynaklara daha ciddî bir tarzda yaklaşılmasına ve geçmişin estetik değerler açısından yeniden gözden geçirilmesine bağlıdır. Buna bir idrâk yenilenmesi de diyebiliriz.

Türkiye dışında, 20. yüzyılın ikinci yarısında bağımsızlık kazanan öteki İslâm ve Türkî devletlerde şuurlu bir İslâmî edebiyat anlayışının olmadığı görülüyor. İran, Mısır ve Malezya gibi İslâm ülkelerinde yeni yeni karşılaşılan bilinçli tavırlar bir yana, bağımsız düşünce alışkanlığını kazanan öteki ülke sanatçılarının pek çoğu bu şuuru taşımıyor. Bir kısmı da sanat başka, İslâm başka şeylerdir gibi düşünüyor ve parçalı bir zihinle ve batılı akımların etkisiyle eser vermeyi sürdürüyor.

Dünyanın çeşitli ülkelerinde Müslüman kimliğini benimseyerek eser veren sanatçılarla kültür adamlarının yaptığı toplantılar bunları aydınlatırken, bunların yanında münafık zihinlerin fitnesi bazı ruhları kamaştırıyor ve hatta Batılılara kendilerini beğendirmek için tarih ve toplumla birlikte her türlü geleneklerini küçümsüyorlar.

İslâm kültür ve sanat faaliyetlerinin kıyamete kadar oluşturacağı devam zincirinde, o niteliklere uygun bir halka olabilmek, kimlik ve kişilik sahibi olmaktır. Bu yüzden, öncelikle Osmanlı sanat verimlerine, edebî eserlerine yönelmemiz, ardından kendi içimizde, sonra da öteki İslâm ülkeleri aydınlarıyla sağlıklı bir diyaloga girmemiz gerekir. Edebiyatın dünya görüşüyle kopmaz bağları, sosyal bir dinamik ve estetik bir çıkış olması, bunları zorunlu kılıyor. Gücümüz ve etkinliğimiz bunlara bağlı.

ORTADOĞU SANATÇISI VE KÖKSÜZLÜĞÜN ACISI

Kimlik, şuurla seçilip benimsenen bir kavramdır. Ortadoğulu sanatçı, istese de istemese de İslâmî kim-likle hesaplaşmak zorundadır. Çünkü bu bölgenin en yakın ve en canlı kültür mirası, İslâm medeniyetinden kaynaklanmaktadır. Kaynak ve kimlik meselesini ciddiye alan, sömürge aydını veya köksüz sürüngen olmak istemeyenler, er-geç bunu mesele edineceklerdir. Yahya Kemal, A.H. Tanpınar ve Kemal Tahir bunu kendilerine göre yaşadılar ve sonunda resmî ideoloji destekli batıcı kültür politikasının oluşturmaya çalıştığı köksüzlüğe cephe aldılar. Cemil Meriç ve Attila İlhan bunu daha farklı boyutlarda yaşamak zorunda kaldılar. Fakat eski alışkanlıklarından da zaman zaman kurtulamadılar.

Mehmet Âkif'ten sonra ortaya çıkan Necip Fazıl ve onun oluşturduğu şuurla çağdaşlarından farklı bir dil geliştiren Sezai Karakoç ile genç sanatçılar, İslâmî dünya görüşüyle eser verdi, dergiler yayınladı. Böylece yaşadığımız bölgenin gerçekleri, doğru bir tavırla ve tutarlı bir kimlikle ortaya koyulmuş oldu. Bunlar arasında edebiyat geleneğimize özde ve bazen de biçimde sahip çıkan sanatçılar pek çok alanda dikkati çektiler, batılı ideolojilere karşı yerli ve İslâmî bir dünya görüşünün estetik örneklerini geliştirdiler.

Kültür meselesine yaklaşımda kendine göre "Doğu-Batı sentezi" çabasına giren ve eserlerinde hep bu sentez arayışının "tereddüt"lerini yaşayan kahramanlara yer veren Peyami Safa yanında, "İslâmî dünya görüşünün bu toplumun sanatçısı için şart olduğunu" savunan ve 1980'den sonra, hep Küçük Ağa'nın sorumluluk duygusuyla eser veren Tarık Buğra, daha samimi ve yerli bir kimlik peşindedir. Son romanlarıyla yakın tarihimizi doğru değerlendirmeyi sürdürmüş ve Osmancık'la da "Devleti kuran irade"yi anlatma çabasıyla eserler vermiştir.

Tarık Buğra'nın yanı başında, onun gibi birer kasabalı olan şu üç şahsiyetin Anadolu'da yaşayan yerli kültürün aydınlar katında ve yeni nesiller arasında benimsenmesinde hoca, yazar ve dergi yayıncısı olarak çok önemli katkıları görülmüştür: Mehmet Kaplan, Ahmet Kabaklı ve Mehmet Çınarlı... Yerlilik ve gelenekten büsbütün kopmamak, hatta ondan yararlanarak yeni eser vermek, bunlar için vazgeçilmez bir gereklilikti. Anadolu insanının mistik ve metafizik temeli olan köklü değerleri, bunların milliyetçiliğine esas olmuştur.

Öte yandan, politik ve ideolojik tartışmalarda tarafsız görünmeye çalışan Tanpınar, Behçet Necatigil¸ A. Turan Oflazoğlu da eserlerinde bu kimliğine sözcüsü olmak zorunda kalırlar.

Sezai Karakoç'un, İvo Andriç'in Osmanlı'yı anlatan eserlerinden yola çıkarak geliştirdiği "kasaba edebiyatı" kavramı, belki de batılılaşmanın yoğun etkisine maruz kalan şehirlerin kozmopolitliğine karşı masumiyeti savunma gibi de telâkki edilebilir. Fakat yanlış kentleşme ile televizyon kanallarının yaygınlaşması yüzünden, bu tür bir savunma da artık mümkün görünmüyor.

Osmanlıcı Namık Kemal ile onun yanı başında bu tavrı sürdüren Ahmet Mithat Efendi ve Muallim Naci, geleneği toplumun kimliği için bir güç olarak gördükleri gibi, kendi sanatçı tavırlarının ifadesinde de önemli bir unsur olarak değerlendirmişlerdir. Köklerinden kopmadan yenileşmek, tarihi kimliği benimseyen Osmanlı tavırlı sanatçı tipinin şiarıdır...

Yalnız Türkiye'de değil, öteki İslâm ülkelerinde de İslâmî gelenekten faydalanarak eser veren yazarlar, sanatçılar yeni yeni seslerini duyurmaya başladı. Bunların dilimize çevrilmesi, dilimize çevrilenlerin ortak bir edebiyat dilinin oluşturulabilmesine katkıda bulunabilmesi için incelemelere konu edinilmesi gerekir. Bazı eserleri dilimize çevrilen Mısır ve İran sanatçıları yanında, Pakistan ve Malezya sanatçıları ve eserleri bu bakımdan önemli. Türkiye'nin ulaşabildiği bu ülkelere, ortak kültür değerlerimizi yansıtan eserlerimiz de çevrilmeli...

Böylece, Müslüman kimliğini taşıyan sanatçıların yerel renkleri üstündeki ortak kültür ve medeniyet değerleri ortaya çıkabilir. Bunun sonucu olarak da benzer inançların ve değerlerin sözcüsü olan, aynı kaderleri paylaşan insanlar birbirini daha iyi tanıyıp daha etkili siyasi birlikler kurabilir.

Arap kültür ve sanat adamları arasında İslâmî edebiyat kavramını benimseyenler de var. Bunlar arasında, Osmanlı tarihi ve edebiyatı konusundaki yayınladığı yazı, kitap ve konuşmalarla dikkati çeken Mısırlı Muhammed Harb yanında, Suudlu edebiyat eleştirmeni Süheyla Zeynelabidin de dikkati çekiyor. S. Zeynelabidin'in her platformda savunduğu şu görüş de gerçekten önemli:

"Batılı ideolojilerin sanatçıyı pek çok alanda sınırlamasına karşılık, semavi dinlerdeki kesin haramlar dışında sanatçıya kısıtlama getirmeyen İslâmî edebiyat telâkkisi, alabildiğine özgürlükçüdür. Müslüman sanatçı, öteki ideoloji mensuplarından her bakımdan daha bağımsız ve özgürdür."

Köksüzlüğün ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yalnızlığın acısını derinden hisseden ve eserlerinde yansıtabilen insanlar her zaman sanatçılar olmuştur. Ortadoğulu, bu arada Türk insanı öteki ülkelerin insanlarına göre farklı bir derinlik ve zenginlik taşır. Tabii bunu yaşayıp fark edenler için böyle...

21.10.2012 Milli Gazete
Bu haber toplam 647 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim