Kurallarımıza ve temellerimize uzak düştük. Bu da bakış açımızı köreltiyor. Sabitelerimizin körelmesi hayatımızın her alanını karartıyor. Bunun sonucu dostluk, evlilik, aile ve toplum aşınıyor. Hayatın rengi ve tadı kalmıyor. Emperyalizmin başarısı ise bir sonuç. Direnç ile hükümranlık arasında ayrılmaz bir beraberlik var. Arapça da ‘men’e’ ile ‘menaa’ aynı kökten gelen kavramlardır. Birisi hükümranlık diğeri de direnç anlamındadır. Hükümranlık bünyenin direncine bağlıdır. Sömürgecilik ise bu direncin sökülmesi ve yıkılmasından tevellüt eder. Zamanla yapılmayan ve biriken kademe görevler nedeniyle sömürgecilerle aramıza büyük bir mesafe hatta uçurum açılmış ve kapanmaz hale gelmiştir. Direnç evvelemirde, manevi dirençten ve fikri istiklaliyetten geçer. Bundan dolayı en azından kendi değerlerimizle barışık olmamız iktiza eder. Oysaki akültürasyon nedeniyle kendi kültürümüze ve gök kubbemize yabancılaştık, şaşı bakar hale geldik. Kendi zeminine Batı’dan bakmaya alıştık. Taze bir örnek: Ertuğrul Özkök Mısır ve İsrail hariç Ortadoğu ile ilişkilerimizi kesmemizi ve kendimizi Batı’ya savurmamızı öneriyor. Bu kendisi için her zaman mümkün. Ya milletimiz? Ona göre, Batı’ya fiziki olarak gitmek mühim değil mühim olan Batılı kalmak. ‘IŞİD çıktı, hazırlanın; Batı’ya taşınıyoruz’ diyor. ‘Ortadoğu bataklığından’ kurtulmak için yaptığı teklif bu. Kanunlaştırmada Batı rüzgârlarına ve etkisine karşı Osmanlı’nın son dönemlerinde bulduğu formül Mecelle idi. Cumhuriyet gazetesinden Orhan Erinç okullarda getirilen başörtüsü serbestîsini Mecelle’ye dönmek olarak nitelendiriyor. ‘Hoş Geldin Mecelle(!)’ başlıklı makalesinde indirgemecilik yapıyor. Başörtüsü gereğini İslam’a değil Mecelle’ye atfederek; çaktırmadan zihinlerimizi iğfal ediyor. Kendi ifadesiyle, Hanefi mezhebine göre İslam hukukundaki kuralların yer aldığı Mecelle, 1926 yılında kaldırılmış ve Yurttaşlar Yasası (Medeni Yasa) yürürlüğe girmişti.
*
Mısırlı Mahmut Muhammed Şakir mühim bir ilim adamıdır. Taha Hüseyin gibilerle vaktiyle mücadele etmişti. Fikri atışmalara girmişti. Batılılaşma ile fikren hesaplaşma içine giren nadir mütefekkir ve yazarlardan birisidir. Enver Cündi bu yönüyle belki bir nebze Mahmut Muhammed Şakir ile karşılaştırılabilinir. Sanki Taha Hüseyin’e dolaylı bir gönderme yaparak Risaletün Fi’t tarik ile Sakafetine (Kültürümüze Giden Yolda Bir Risale) başlıklı makalesinde Batılılaşma serüvenimizi anlatıyor.
Fransız Devrimi’nden sonra Napolyon’un askeri hamlesini analiz ediyor. Türklerden ve Batılıların Türk fobisinden bahsediyor. Zira Türkler İslam’ın bahadırıdırlar ve onları yıkarak İslam’ın kalbine ulaşmak istemişlerdir. Sonuç itibarıyla da Osmanlı’nın yıkılmasıyla bu murat ve arzularına kavuşurlar. İslam dünyası paramparça olur. Batı İslam dünyasına yönelik üç boyutlu bir kampanya yürütmektedir. Sömürgecilik, misyonerlik ve oryantalizm. Üçü de birbirini tamamlamaktadır. Oryantalizm düşmanı tanıma, anlama ve ötesinde psikolojik anlamda bir çökertme hareketidir. Şarklı oryantalizm karşısında dinine olan güvenini kaybeder. Veya oryantalizm müminler arasında şüpheler tevlit eder. Zamanla şeytanın yerini ve söylemini kurumsal oryantalizm devralmıştır. Batılılar İslam’ı tanıyarak bu alanda da üstünlüklerini ortaya koymak isterler. Bu durumda Müslümanların kendi dinlerini tanımlama dâhil hiçbir özellikleri ve meziyetleri kalmaz.
*
Oryantalizm içten imha hareketidir. İlmi etkisinden ziyade psikolojik etkisi mühimdir. Batı’nın her alanda üstünlüğünü ortaya koymaya çalışır. Ardından iki şey gelir. Sömürgecilik ve misyonerlik. Oryantalizm/istişrak zemini yumuşatır. Bu suretle İslam’ı da onlar tanımlamaktadır. Buna ehil görülürler. Napolyon’un yaptığını günümüzde Obama yapmakta. Hilafeti bir nevi dünyayı bölmek olarak takdim etmeye çalışmaktadır. Onun dışında terörü ve ılımlı İslam’ı yine kendisi tanımlamakta. İslam’a karşı tam bir dini-siyasi mühendislik icra edilmektedir. Bir taraftan sömürgeciliğe karşı olan İslam anlayışını karalıyorlar ve ona karşı panzehirini üretmeye çalışıyorlar. Buna da ılımlı İslam diyorlar. Mahmut Muhammed Şakir kendi dönemlerinde İslam’a yönelik olarak yapılan karalama kampanyasını ‘tebşiu’l İslam’ adını veriyor. İslam’ı çirkinleştirmek anlamına geliyor. Ilımlı İslam dedikleri şeyle birlikte İslam dünyasına ruhen ve fikren sızıyorlar. İkinci kademede ise İslam’ın kalbini parçalamayı tasarlamaktadırlar. Bunu da becerdiler. Şimdi ise Müslümanların yeniden silkelenmesini engellemeye çalışıyorlar. Durdurulan medeniyetlerin yeniden harekete geçmesine mani olmaya çalışıyorlar. Sürekli tahnit ile bizi mumya haline getiriyorlar.
Fikri merkezimizi ve derinliğimizi kaybettik. Dostumuzu düşmanımızı tanıyamaz hale geldik. Bundan dolayı birliğimizi kaybettiğimiz gibi yabancıların müstebah sahası ve operasyon alanı haline geldik. Hatta Obama gibi şapşalın teki bile bize karşı yerli yabancı Haçlı yığınlarını seferber edebiliyor.
26.09.2014 Milli Gazete































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.