Sadık Okur: Kayıp kitapların peşinde 4 : Dil Dâvası, İsmail Habip Sevük

Sadık Okur: Kayıp kitapların peşinde 4 : Dil Dâvası, İsmail Habip Sevük
İsmail Habip Sevük’ün Yurttan Yazılar’ını yıllar önce, zevkle ve heyecanla okumuştum. Sıradan bir gezi yazıları kitabı değildi. Yazar tarih, kültür, dil ve estetiği harmanlıyarak etkileyici memleket edebiyatı örneği ortaya koyuyordu.

Tanpınar’ın Beş Şehir’inden sonra en dikkate değer şehir kitaplarından biriydi, Yurttan Yazılar. Halbuki, gazete yazıları derlenerek meydana getirilmiş bir kitaptı.

Sırf Yurttan Yazılar’dan ötürü dahi unutulmaması gereken bir edebiyatçı iken, bugün meçhul bir şahsiyet İsmail Habip Sevük…

1920-1950 arası nesiller onu Türk Teceddüd Edebiyatı ve Edebî Yeniliğimiz kitaplarıyla tanır. En az iki neslin edebiyat zevkinin, düşünce dünyasının oluşumunda mühim rol oynamıştır.

Türk Teceddüt Edebiyatı’nı yazma macerasını şöyle anlatır: Tarsus'ta Atatürk'ün "En büyük şairimiz kimdir?" sorusuna Lâtife Hanım "Tevfik Fikret" cevabını vermiştir. (Aslında bu isim o sırada Âkif’i gözden çıkarmış olan Gazi’nin fikridir, “ben demiyorum, eşim diyor” hesabı!) İsmail Habip’in içinde bir şey burkulur. Servet-i Fünun Edebiyatı devrini bitirmiştir. Her şey bir tarafa, dilleri sun'îdir, edebiyatlarının içi de Fransız edebiyatlarından aksetme titrek bir gölgedir. “Gençliği Serveti Fünun nüfuzundan kurtarıp Türkçemize getirmek için çalışmak boynumun borcu olsun” diyerek işe koyulur ve Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi'ni o hınçla yazmaya başlar. Eser dokuz ayda biter…

İsmail Habip, Hukuk Mektebi’ni bitirmiş fakat edebiyat muallimliğini seçmiş. İmtihanı kazanınca Kastamonu Sultanisi’ne tayin edilmiş. Maarif (Millî eğitim) müdürlükleri filan da yapmış, ama sürekli yazmış. Bir de Adana ve Antalya maarif eminliği var. O da ne? Derseniz, kısaca açıklayalım. 1926’da Türkiye 12 bölgeye ayrılmış, her birine bir “Maarif emini” tayin edilmiş. Sevük önce Adana Maarif emini, ki Adana ile birlikte Niğde, İçel, Mersin, Maraş, Gazi Antep, Cebelibereket (Osmaniye)’i kapsıyor. Sonra Antalya maarif emini uluyor ki, Antalya, Burdur, Isparta’yı içine alıyor. Maarif eminlikleri iyiymiş hoşmuş da müstakil bütçeleri yokmuş. 1931’de kaldırılmış.

İsmail Habib’i devrinin yazarlarından, edebiyatçılarından ayıran hususlardan biri, belki de birincisi, dile verdiği önem. Bizim dilcilerimiz, yazarlarımız, ilim-bilim adamlarımız dilimizin maruz kaldığı muamele konusunda susarlar. Hiç yokmuş gibi davranırlar. Aslında itirazsızlık, genel bir kabule yol açar. Fakat şunu bilelim Türkiye’de dil devrimi ile hesaplaşmayan, onun hakkında gerçek anlamda fikri olmayana aydın denemez!

Buradan bakarsak, İsmail Habip, gerçek bir aydın. Dil onun en büyük serveti, sermayesi. Bu büyük mirasın kıymetini biliyor ve geç de olsa dil devrimi ile, dil devrimi zihniyeti ile mücadeleye girişiyor. İşte Dil davası, bu mücadelenin kitabıdır.

Bu kitabı okuduktan sonra kanaatim şu: İsmail Habip Sevük’ün kitabı ondan bir nesil sonra dil davasını sahiplenen Nihad Sami Banarlı’nın Türkçenin Sırları’nın yanına konulmalı, ikisi beraber okunmalı!

Bu iki kitabın birlikte okunması, konunun hakkıyla anlaşılması açısından faydalı olacaktır.

Türkçenin Sırları elhamdülillah ilgi gören bir kitap, defalarca basılmış. Dil Davası ise, 1949 yılındaki ilk baskıda kalmış…Hatta internetten taradım, nadir kitapçılar 8-10 lira fiyat biçmişler. Derim ki, hemen alın, bedava! Alan olmazsa, kaç adetse hepsini alıp dostlara hediye edeceğim. Bilin ki kıymetli bir hediyedir!

Dil Davası polemik kitabına benziyor, ama hayli sistematik. Konuya hakkıyla vâkıf bir kalemden çıktığı belli. Yazar başta “Kitabın hedefleri”ni açıklıyor. İlk cümlelerinden biri: “Dilde asıl inkılâbın bizzat dil tarafından yapıldığı”. Dile ferdi veya anonim emek verenler sayesinde dil kendini koruyor, bu yüzden “inkılâpçılık istismarı”nı ortadan kaldırmak gerekir!

İşte bu bitmez tükenmez bir istismar!

İsmail Habip’in bir tek parti dönemi aydını olduğunu hatırdan çıkarmamamız gerekiyor. O dönemin şartlarını çok iyi bildiği için, hem Atatürk’ü ustaca sıyırmaya çalışıyor, hem de kitabın yazıldığı dönemin milli şefi İnönü’yü gönüllüyor. Bu rüşveti kelamlar bir yana bırakılırsa, Dil Davası Türkçenin tersine inkılâbını en iyi anlayan ve anlatan kitap diyebiliriz. Şöyle diyor Sevük: “Ortada ‘dil inkılâbı yok, sadece dil davası’ var. Bizler bu davada davacıyız. Davamızı en yüksek mahkeme olan millete sunuyoruz. Karar milletindir.”

İsmail Habip’in şahidliği, dil devriminin kimlerle yapıldığını ve nasıl bir çıkmaza girildiğini en can alıcı şekilde anlatıyor:

“Atatürk’ün haykırışı

“Bir gün sofrada Ahmet Cevat Emre Türkçenin zenginliğini, Rumcaya kayan şivesiyle ballandıra ballandıra anlatırken Atatürk birdenbire haykırdı: “Nerenin zenginliği, fakirin fakiriyiz. Baksanıza medenî dillere.. Bu haykırışı yaparken sofrada Yahya Kemal de vardı. Bunu elbet Falih Rıfkı da, Fazıl Ahmed de, sofranın diğer münevverleri de bilirler.”

Bu haber toplam 1325 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim