• İstanbul 21 °C
  • Ankara 16 °C

Sahih türkçe yazıları: Bellek neyi beller?

D. Mehmet DOĞAN

Şu sıralar, elime geçen kitapları türkçe zayiatı açısından okuyorum. Evet, Türkçenin yüzyıllar boyunca kullanılmış, zihnimize yer etmiş birçok kelimesi son yıllarda zayi edildi. “Onlara kıyıldı” demek daha gerçekçi bir ifade olur.

Bu hususta en çok kimler dikkatli olmalı? Hatta daha öte: Hassasiyet göstermeli?

Kimleri en fazla ilgilendiriyorsa, onlar; yani, dilciler ve edebiyatçılar! Fakat bakıyorum, tamamen tersi bir gidiş var.

Bir edebiyat hocasının, akademisyeninin dil hassasiyeti en yüksek seviyede seyretmeli. Böyle olmaması üzücü, hatta kahredici.

Uydurma bir kelime kullanırken, kırk (40) kere düşünmek gerekir, önce “bu anlamı karşılayan bir kelime mi?” sorusun cevaplamalı. En az o kadar da iptal edilmek istenen kelimenin dilimizdeki yeri ve değeri üzerinde düşünmeli.

Hâfıza yerine kolayca “bellek” diyen biri, işte bu düşünmenin gereğini yapmamış demektir. Aziz dost Metin Önal Mengüşoğlu’nun “Düşünmek Farzdır” kitabının ismi slogandan ibaret değil.

Bellemek masdarından bellek kelimesi yapılmış. Önce kelimenin yapılış hikâyesini araştırmalı. Bu kelimeyi yapanlar hangi saikle hareket etmişler? Yüzlerce yıl düşüncemizi, hissiyatımızı taşımış bir kelimeye neden kıymışlar?

1941’de Millî Şef İnönü’nün talimatıyla toplanan Felsefe ve Gramer Terimleri komisyonu hâfıza karşılığı olarak “bellek” kelimesini uydurmuş. Daha önce 1935’te Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu’nda hafıza karşılığı uydurulan “anak” çöpe atılmış böylece.

“Hâfız”a aptal demek

İlk sorumuz şu olmalı: Neden hâfıza kelimesine bir karşılık uydurulmak ihtiyacı hissedilmiş? Zihnimizdeki hâfız, hâfıza, hâfızlamak, hâfızlık, hıfz… zincirini kırmak için olmasın? Bunlardan rejimin en rahatsız olduğu kelime “hâfız”. Hâfız ilk anlamı, “Kur’an-ı ezberleyen kimse”. Kur’an okumak-öğrenmek bile yasakken, camide elif cüzü bulunan hocalar hapislerde süründürülürken hâfızlık ne mümkün? Hâfızı itibarlı yerinden indirmek lâzım. Bunun için TDK’nın ilk Türkçe Sözlüğünde hâfız kelimesinin argoda “aptal” mânasına geldiği yazılmış! Dil Kurumu, sözlüklerinde 2010’a kadar “aptal” demeye devam edilmiş. 7. Baskıya kadar sadece aptal” denirken, 1983’teki 7. baskıda açıklama genişletilmiş, “ahmak, aptal, bön” denilmiş.

1942 baskılı Felsefe Gramer Terimleri Sözlüğü’nde Bellek kelimesinin karışısında fransızcası da yazılı: Mémoire. Bu kelimenin İngilizcesi memory. Bu demektir ki bu kelime Latin kökenlidir ve bütün batı dillerinde ortaktır.

Neden Fransızlar bu yabancı kelimeden kurtulmayı 1941’e kadar düşünememiş? Neden İngilizler akletmemişler? 1941’de bizim müthiş arıdilciliğimiz de mi onları harekete geçirememiş? Çok yazık, hâlâ öz dillerinden olmayan eskimiş bir kelimeyi kullanmaya devam ediyorlar!

Beleğin hâfıza kaybı

Hâfıza gibi sık kullanılan bir kelimenin terk edilmesi, büyük bir hâfıza kaybına yol açar. Bugüne kadar hâfıza kelimesini kullanmış sayısız edebiyatçımızı, fikir ve ilim adamımızı okunamaz kılma yolunda kuvvetli bir adım atılmış olur.

İşte üç büyük edebiyatçımızdan üç cümle:

Namaz sûrelerini bu kadar çabuk ezberleyen bir hâfıza henüz görmemişti-Halide Edip

Hâfızam kapalı. Bazı hiç bir şey hatırlayamıyorum-Peyami Safa

Bu fasıllardan bazıları, ezcümle hayâl ve bilhassa hâfıza ile zevk bahsi eskilerde de vardı-Ahmet Hamdi Tanpınar

Hâfıza kelimesini bilmeyen nesiller bu cümleleri ya sözlük yardımıyla anlamaya çalışacak ya da ekseriya olduğu gibi tembelliğinin kurbanı olacak. Dünün herkes tarafından anlaşılan cümleleri neden bugün anlaşılmazlığa terk edilsin? Neden klasik yazarlarımız, metinlerimiz çocuklarımız için anlaşılmaz kılınsın?

Gelelim “hâfıza” yerine uydurulan kelimenin mahiyetine…

Bellek, eski ve muteber dilcilerimizin türkçe açısından kusurlu bulduğu bir kelime. Mesela, F. Kadri Timurtaş, bellemek kökünden -k eki ile yapılan kelimenin şekil bakımından kusurlu, anlam bakımından yanlış olduğu görüşündedir. Kelimeye “bilmek, öğrenmek” anlamı yakıştırılabilir, fakat hâfıza bellemekten öte, zihinde saklamaktır. Daha doğrusu zihinde saklama melekesidir.

Sözkonusu ettiğimiz kitabın içinde Paul Riceoeur’un Hâfıza Tarih ve Unutuş kitabından söz ediliyor. Sonra da “bellek”in kökbilgisi verileceğine hâfızanın kökünden söz ediliyor ve “saklama, koruma” anlamına geldiği ifade ediliyor. Peki “bellek” de bu anlam var mı?

Demek ki bir mâna taşı oynatılınca, bina sarsıntı geçiriyor. Depremin şiddeti kelimenin kullanılma değeri ile bağlantılıdır elbette.

Peki, bellek “hâfıza”yı tamamen sildi mi? İşte elektronik ortamda bir tanıtma/reklam metni:

“Belleği daha çok Genişleten Uygulama Hafıza Kartlarında

Elektronik cihazlarda belli bir kapasite bulunur. Ek seçenekler ise hafıza kartları. Farklı uygulamalar yükleyebilir ya da resimlerinizi orada depolayabilirsiniz. Düşük belleği olan telefonlar için özellikle ideal seçim. Harici bir kart ile her zaman sistemi güçlendirmeniz çok kolay.”

Hâfıza kaybı ciddi bir hastalık, tıb dilinde “amnezi “deniliyor. Hafıza kaybını kişilik kaybı ile aynı hizada tutmak yanlış olmaz.

Bellek yetmedi bir de metafor!

Elimizdeki kitabın adında bir taraftan arıdilden “bellek” kelimesi geçerken öte yandan batı dillerinde müşterek bir kelimeye yer veriliyor: Metafor.

Son yıllarda edebiyat camiasında sık kullanılan bir kelime bu. Neden metafor? Metaforu dilimize persenk etmeden önce hangi kelimeyi kullanıyorduk? Yoksa bizim edebiyatımızda daha önce metafor mevcut değil miydi?

Şemseddin Sami Kamus-ı Fransevî’de ve Hasan Bedreddin Küçük Kamus-ı Fransevî’de bu kelimeye iki karşılık veriyorlar: 1. Mecaz. 2. İstiare. 1940’larda yayınlanan Mehmet Gülbahar’ın İngilizce-Türkçe Büyük Lügat’inde metafor karşılıklarına bir de kinaye ekleniyor.

Türkçe/Osmanlıca-İngilizce Redhouse’da “mecaz” metafor olarak karşılanıyor. Aynı sözlükte, istiareye bir karşılık bulunamamış, cümle olarak açıklanıyor. Kinaye’ye ikinci anlam olarak “metafor” denilmiş.

Daha yakın zamanlarda yayınlanmış Fransızca-Türkçe/Türkçe-Fransızca Bilge Sözlük’te de karışıklık devam ediyor. Metafor Fransızcadan -Türkçeye kısmında istiare olarak açıklanıyor. Türkçeden Fransızcaya bölümünde ise mecaz alllegori ve metafor olarak karşılanıyor. Velhasıl, bir kafa karışıklığıdır gidiyor.

Metafor kelimesini kullananlara “mecaz nedir” desem, ne cevap verirler? “İstiare” desem ne anlarlar? “Kinaye”yi bilirler mi?

Bunlara edebî sanatlarla ilgili bir kitap tavsiye edeceğim. Belki okur ve öğrenirler: M.Yekta Saraç: Klasik Edebiyat Bilgisi-Belâgat ve Biçim-Ölçü-Kafiye…

Mecaz, istiare, kinaye varken, “metafor” demek, “bizim bir edebiyat geçmişimiz yok” demektir! Biz bir edebî üst dil kuramamışız demektir! Eğer öyle ise, çek kuyruğunu!

Edebiyat geçmişimiz yoksa, neden geçmiş edebiyatçılarımızın eserleri üzerine tezler hazırlanıyor, kitaplar yazılıyor? Bu kitapta da Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl gibi 20. Yüzyılın büyük edebiyatçılarının eserleri sözkonusu ediliyor. Bu edebiyatçıların hiçbiri “metafor” kelimesini kullanmamıştır. Bilmediklerinden mi? Zamane edebiyatçılarından daha sağlam yabancı dil bilgisine sahip bu ediplerimizin dilimize sokmaktan imtina ettikleri bir kelimeyi onların üzerine çalışan bir akademisyen bize neden dayatıyor?

Gerçek Hayat'ın 1052. sayısında

Bu yazı toplam 449 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim