Bize verdiği bir zararı yoksa da birileri istedi diye ya da birileri söyledi diye o kesime düşman olabiliriz. Aslında sığ bir mantık ama 'sığ' düşünen insanların da bulunduğu için normale indirgeyebiliriz. Bu hafta gösterime giren Tepenin Ardı filmi de iyi bir Türkiye portresi çiziyor. Oluşturduğumuz düşmanlarla nasıl boş bir mücadeleye giriştiğimizi vurguluyor.
Savaşıyoruz ama kiminle?
Emin Alper'in ilk filmi olma özelliğini taşıyan film, oldukça düzeyli ve usturuplu bir dile sahip. Film güzel bir manzaraya sahip köyde açılışını yapıyor. Heyecanlı dede Faik, ziyarete gelen biri tüfek meraklısı, diğeri zorlu geçen askerlikten dolayı psikolojik anlamda sorunlu iki torunu ve oğluyla birkaç hafta geçirecektir. Faik'in en büyük sorunu tarlalarına musallat olan keçilerin sahibi göçerlerdir. Faik, göçerlerle tarlasına bilerek zarar verdiğini düşünerek sıkı bir çatışmaya girer.
Bu çatışmanın içerisine çocuğu, kardeşi ve torunlarını da çekecektir. İçeriği hakkında fazla ayrıntıya girmek istemem. Film, çoğunlukla bu çatışma üzerine dönüyor. Emin Alper'in filmdeki karakterlerinin içerisi dolu dolu. Her bir karakter için saatlerce konuşabiliriz. Dede Faik aslında çocuklarına, torunlarına ve sahibi olduğu mülke zarar gelmemesi açısından bir savaşa girişiyor. Normalde her şey onun lehinedir.
Seyirci de ister istemez onun tarafındadır. Ancak bir sorun vardır. Ya gerçekten düşmanlarını yanlış yerde arıyorsa, düşman uzaklardan gelen bir bölük göçer değil de çok yakınındaysa ve bunu göremeyecek kadar gözünü körelttiyse. Bununla mücadele ederken de aslında ailesinde yaşanan iç çekişmeleri de kaçırıyorsa ne olacaktır? Askerliğini tamamlayıp 'kahraman' muamelesi gören gencin yaşadığı psikolojik buhranı kim fark edecektir? Devlet mi, aile mi ya da toplum mu? Marifetmiş gibi bireysel silahlanmaya özendirilen aklı-evvellerin gönderdiği kurşunlar kimlere gidiyordur? Sorular... sorular... sorular. Film bittiğinde daha bir sürü buna benzer soruyu cevaplamaya çalışıyorsunuz. Filmdeki Karakterler sürekli olarak bir şeylere zarar veriyor ve o fiilin nereye döneceğini hesaba katmıyor.
Film de bütün olarak bunu anlatmaya çalışıyor. Oluşturduğumuz düşmanlara çarpışırken aslında gerçek düşmanlarımızı görmüyor ve boşa savaşıyoruz.
Sadece 14 salonda
Genç yaşta yitirdiğimiz yönetmen-yapımcı Seyfi Teoman'ın yapımcı koltuğunda oturduğu filmin yönetmeni Emin Alper. Emin Alper filmi için bir röportajında, "Türkiye siyasetinin bir metaforu olarak düşünülmüş bir film. Dolayısıyla Türkiye siyasetini yansıtıyor. Sadece genel çerçeve olarak değil karakterlerin tekil tutumlarıyla da insanlar bir Türkiye manzarası çizdiğini düşünüyorlar. Çünkü, bu ikiyüzlü, yüzleşme korkusu, bastırılmış duygular, kabahatlerini örtme bize özgü refleksler. Genel resim kesinlikle öyle çünkü onlar bizim insanımız ve onun genel hastalıkları." cümlelerini kullanıyor. Filmdeki oyuncuların bütün olarak başarılı işler çıkartıyor.
Sahici ve karmaşık karakterlerin üstesinden başarıyla kalkabilmiş oyunculuklar seyrediyoruz. Dede Faik rolünde Tamer Levent'i görüyoruz. Nusret'i Reha Özcan, Mehmet'i Mehmet Özcan, Zafer'i Berk Hakman ve Furkan Berk Kıran da silahlara meraklı küçük çocuğu canlandırıyor. Film ulusal ve uluslararası festivallerden birçok ödülle döndü. Buna rağmen Türkiye'de kendisine sadece 14 salon bulabildi. Bu da tartışılması gereken bir başka sorun. Umarız çok talep olur da salon sayısı artırılır diyeceğim de filmin etkisinden ben de fazlaca paranoyak oldum sanırım. İyi seyirler. 10/8
Seyid Çolak
16.12.2012 Milli Gazete, Kültür































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.