Kürt meselesinin paydaşı kabul edilebilecek aktörlerin eski Türkiye’de ortak noktası aransa, en iyi cevaplardan birisi ‘sorumsuzluk’ olurdu. Vesayet rejiminin hiçbir sorumluluk hissetmeden sürdürdüğü inkâr politikaları, maliyetlerin zirve yaptığı dönemlerin ortaya çıkmasına yol açtı. 1990’lar boyunca sürdürülen bu sorumsuzluk hali, ‘de facto’ olarak bütün ülkeyi siyasi ve ekonomik iflasın eşiğine getirdi. Aynı dönemde Cumhuriyet’in başından beri birikerek gelen ve 28 Şubat’a dönüşen felaketin yaşanması da bir tesadüf değildi. Bilakis aynı sorumsuz politikaların ürünüydü.
Benzer şekilde, Kürt solunun, vesayet rejimini aratmayacak düzeydeki sorumsuzluklarını da aynı dönemde tecrübe ettik. Bu sorumsuzluğun en önemli adımı ‘silahlı mücadeleye’ savrulmalarıydı. Yıllarca ‘silahlı mücadele marifetiyle’ hakların kazanıldığına kendilerini ve toplumu ikna etmek için uğraştılar. Aslında yaşanan, sol ‘ilk kurşun’ masalları eşliğinde, vesayet rejimine arayıp da bulamayacağı bir malzemenin verilmesinden ibaretti. PKK’nın vesayet rejimini, vesayet rejiminin de PKK’yı beslediği bir kısır döngü, memleketin büyük bir bedel ödemesi pahasına senelerce sürdü. Batılı ‘sömürge analizleri’ rehberliğinde oluşturdukları absürt şablonu Türkiye’ye adapte etmek üzere, her türlü yıkımı, Kürt mağduriyetlerine yaslanarak meşrulaştırmak üzere, otuz yılın kanlı bir şekilde tecrübe edilmesine yol açtılar.
Yazının devamı için: http://haber.stargazete.com/yazar/ciddiyetsizlik/yazi-956590































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.