• İstanbul 21 °C
  • Ankara 24 °C

“Türk, Müslüman olduğu için değerlidir”

Ahmet Doğan İLBEY

Necip Fâzıl’a göre Türk, Müslüman olduğu için ümmet yanında değerlidir.

 Bunun içindir ki bu muhtevayı taşıyan Türk’e büyük kıymet biçer: “Ruhumuzla, îmanımızla mensubu olduğumuz aziz Türk milletinin hak ve haysiyet dâvacısı olarak Türk için orta yol, yarım oluş yoktur. Türk, olunca her şey olmağa, olmayınca hiçbir şey olmamağa mahkûmdur. İslâm’ın zaferi, Türk’ün olmasına bağlıdır.” (Çerçeve, s.64)                                                                                                     

Târif ettiği mânada “Türk” mefhumunun içini doldurmak yüzyılımızın hayatî ve zaruri bir üst kimlik meselesinin hal yoluna girmesi demektir. Türk ırk ve kavmiyet derecesinde bir isim değil, İslâm’ın içinde eriyerek kavim üstü Osmanlı-Türk hüviyetle tecessüm etmiştir. Bu hüviyet öyle bir hüviyet ki bünyesindeki kavimleri millet sıfatının içinde barındırmaktadır. “Bâbıâli” kitabında yer alan “Biz, Türk’ü Müslüman olduğu için sevecek ve Müslümanlığı nispetinde değerlendirecek bir milliyetçilik anlayışının peşindeyiz…” sözleri kimlik meselesini halledememiş Türkiye için son derece önemlidir.                                                                                                                                                                                                                                        

 Türk ırkta değil, Müslüman oluşunda aranır

İslâm’la temellendirdiği Türklük telakkisini yaşadığı bir misâlle açıklar: “Bir gün evime, Kenya’lı, kuzgunî siyah bir zencî gelmişti. Odama girer­ken beni Müslümanca selâmladı ve benimle, hem de ecnebi bir lisanı vasıta ederek dertleş­meye başladı. Birkaç saat içinde bu zenciye o kadar ısınmıştım ki, siyah kehribar yüzünü bile bembeyaz görmeye başlamıştım. Düşünmüştüm ki, şimdi bu zencî, Romanyalı Hristiyan bir Gagavuz Türk’ü olsaydı her türlü ırkî ve uzvî eşlik içinde acaba bana ne kadar yabancı görüne­cekti? O halde milliyetçiliği ırkî ayniyette değil, ruhî muhteva eşliğinde görmek gerekir” (Çerçeve-3, s.207)

Yaşadığı bu hâtırasından da anlaşıldığı üzere Türklük anlayışında ırkçı ve kavmiyetçi değildir. Üstadın mevzu edildiği bir yazıda bizzat yaşadığımız bir misâli aktarmak haddimiz değil, fakat Türklük mevzuna son derece tesirli bir misâl olacağına inandığım için anlatmak istiyorum: Türkiye’de yüksek tahsil yapan Somalili Mahmud simsiyah teninden nur saçan bir ümmetdaşımızdır. Kendisini, cezbeye kapılarak “Anadolu’nun Somali kasabasından bir Türk…” diye takdim ederdi. Öyle ki, aydınlık saçtığı simsiyah teninin altında fikirleriyle, tarih şuuruyla hâlis bir Müslüman Türk… İslâm’ın hâmisi ve ümmetin temsilcisinin Türk olduğuna îman etmişti. Öğrendiği temiz Türkçesiyle Türk tarihini, edebiyatını ve şahsiyetlerini benim diyen Türk insanından daha iyi biliyor, daha şuurlu bir inançla seviyordu. Kim kalkıp da bu insana teninden dolayı “Türk değildir!” diyebilir?

 “Türk’te düzelince her yerde düzelir”                                                                             

Türkler, Doğu ve Batı hesaplaşmasında topyekûn Doğu’nun mümessili olmuşlardır. (İdeolocya Örgüsü, s. 63) Bu sebeptendir ki Türklüğü kavmiyetçi ve seküler ulusalcı kimlik zannedenler ve Türk’ü dışlayan siyasî İslâmcılar üstadın şu sözleri üstüne çokça düşünmelidirler: “Türk'te bozulan ancak Türk'te düzelebilir. Türk'te düzelince de her yerde düzelir ve her yeri düzeltir. Türk'te her şey bozulunca ondan kopma parçalarda da bozulacağı ve her biri maketlik bir kopyanın eseri olan Batı kölesi güdücüler elinde şimdiki hâle geleceği (sosyolojik) bir kanun icabıydı; ve hâkim millet Türk’te başlayan bir bozuluşun bütün cüzlere sirayet edeceği…belliydi” (a.g.e., s. 421).                                                                                                                                                                                                                                    

“İslâm’ın ayağa kalkması Türklerin dirilişiyle mümkündür”

Türk’ü, Büyük Doğu fikriyatının sâdık hizmetkârı sayar. Kavmî yaklaşımlardan uzak ruhî bir bakışla dirilişin Türklerle gerçekleşeceğine inanır. Ona göre, İslâm ümmetinin ayağa kalkması Türklerin yeniden dirilişiyle mümkündür. Emevî ve Abbasilerden sonra Müslüman toplumlardan hiçbiri, “devlet-i ebed-müddet" anlayışına sahip Türk müstesna, devlet kurabilmek gücüne ulaşamamıştır. Abbasiler’den sonra Türk’ün eline geçen İslâm’ın kılıcı, şimdi fikir kılıcı olarak Türkiye’de parlamalıdır. (Rapor 10, s.40)

Üstadın, ümmet yerine Türk milleti mefhumunu sıkça kullanmasını tenkit edenler, İslâm âleminin yirminci asır sonrası çözülüş şartlarını hesaba katmadıkları gibi, ırk mânasına gelmeyen Türklerin siyasî tavır ve medeniyet olarak millet kavramını temsil etme mesuliyetini bin yıldır taşıdığını dikkate almayanlardır. Mefhumların asliyeti değişmez. Fakat asırların getirdiği şartlardan dolayı mefhumların taşıdığı mâna ve muhtevayı temsil eden fail ve kurucular değişebilir. Bin yıldır Türklüğün Müslümanla aynı mâna taşımasının verdiği bir hakikatle millet mefhumunu Türkler için kullanmak mefhuma muhalif değildir.   

“Türk’de İslâm’ı, İslâm’da Türk’ü tasfiyeye çalışanlar”                                                                            

Türk kimliğini bu mânada kullanmayan içimizdeki beynelmilel İslâmcılarla ulusalcı seküler Türkçüler Türklerin Müslüman aynı mânaya gelen millet kimliğine karşıdırlar. Üstada göre, Türk’de İslâm’ı, İslâm’da Türk’ü tasfiye etmeye çalışanlar Batılılaşmış aydınlar ve idarecilerle beyinleri tavla zarı kadar küçülmüş ham softa, kaba yobazlardır. (İdeolocya Örgüsü, s.420)

                                                                                                                                                                      

“İslâm’sız Türk’ün hiçbir değeri yok”

Ona göre Türk’ten önce İslâm’ın sahip olmadığı “maddî hamle, iş ve hareket Türk’ün İslâm’ı kabulünden sonra da İslâm dünyasına mal olmamış, tersine bu kabiliyetlerle İslâm’ı birleştiren Türk, İslâm’ı kendisine mal ederek onun temsilcisi olmuştur.” (a.g.e.,s.133)

 

Hülâsa-i kelâm; üstada göre İslâm’sız Türk’ün hiçbir değeri yok. Türklük ve İslâmiyet iki kutup yıldızıdır. Türklük ve İslâmiyet birbirini tamamlayan iki asli unsurdur. Birini ötekinden ayırmak, tek başına kalana ihânet etmektir. Bu dâvaya gevşek duranları “Biz gerçek Türk varlığının, Türk tarihinin, Türk ruhunun son ihtiyat akçasıyız! Bu akça da sokağa atıldı mı, paydos!” diyerek ikaz eder. “…Ey Türk ruhumun atomu! Çatla ve idealinin baş harflerini göklere yaz!” diyerek İslâmiyetin hâmisinin Türkler olduğunu ve dirilişin Türklerle başlayacağını haykırır.(ilbeyali@hotmail.com

İKİ GÜZEL YAZI

Ali Yurtgezen hocanın, Semerkand dergisi Aralık 2022 sayısında yer alan “Semerkand Zırhı” adlı yazısı ile Mostar dergisi Aralık 2022 sayısındaki “Giyim Kuşam Meselemiz” adlı yazısı nezdimde okunası yazılardır.

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 102 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim