• İstanbul 13 °C
  • Ankara 12 °C

Türkü söyleye söyleye büyüdü ceddimiz

Ahmet Doğan İLBEY

Ceddimizin yüreği gülbanglar ve salâlar gibi türkülerden de kâm alıyordu. Bu ulvî sebeptendir ki Türkü söyleye söyleye büyüdü ecdadımız. Türkü söyleye söyleye inceldi gönülleri.

Konduğu ve iskân olduğu her yere önce türkülerini götürdü. Bir göçten bir göçe yürürken türküler yakarak sürdürdü göçünü. “Yüreğinde ne var?” dediklerinde “türkülerim var” dedi. Türkü ile başladı her hikâyesine. Acısını, sevincini, sevdasını, gurbetini türkülerle anlatabilirdi ancak. Söz yavan kalırdı.

Türkünün söylendiği her yer vatandır

Atalarımız türkü söyledikçe yürekleri büyüdü, bahtları ve kalplerindeki perdeler açıldı, gönülleri genişledi. Kondukları her mekâna türkülerle girdiler ve yeni yurtlarında yeni türküler yaktılar. Türkü yüreklerinin, yâni hayatlarının aynasıydı. Türkülerde aşkları, acıları, kavgaları, gazâları, ağıtları, cümle yaşadıklarıyla hayat vardı. Adalet üzere dört bir yana at sürerken dillerinden türkü düşmemişti. Bilgeliğin ve umranın insanını inşa ederken türkü söylüyorlardı.

Dede Korkut diyarında başladılar türkü söylemeye. Sonra Anadolu’yu bir baştan bir başka türkülerle donattılar. Abdalımızla aksakalımız ve dahi şeyhimizle kılıç ehlimiz feth-i mübin için vardıkları her yere türkü ektiler, türkü biçtiler. Böylece gönül yaptılar, insan inşa ettiler. Böylece türkülerimizin söylendiği her yer vatan olmuştu.     

Türkü niye söylenir, niçin söylenir?

Müslüman Türk milletine mensubiyet hisseden birisi için “Türkü niye söylenir?” sorusu abesle iştigaldir ve felsefeyle mantıkla anlaşılmaz. “Vereceği cevap “Nasıl kahramanca ölünür, nasıl âşık olunur, nasıl sevdaya düşülür, yüreğiniz nasıl yanar? Nasıl yanıp yakılır...” olacaktır. Türkü niçin söylenir?” diye sorun bu millete? Türkü çığırmak, türkü söylemek, türkü yakmak, asırlardır dilimizin ifade kalıpları arasında yaşayıp gelen sözlü kültür değerlerimizdendir. Türk milleti bin yıl önce Anadolu’yu Türkleştirirken dilinde türküler var idi. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesiyle “Biz bu türkülerin milletiyiz.”  

Müslümanla aynı mânaya gelen Türk milleti Allah’a ve Hz. Peygamber Efendimiz’e âşık. Bezm-i Elest’ten beri gönül milletidir bu millet. Gönlünde daima kahramanını, âlimini, irfan ehlini yetiştirir. Tarihten bugüne göçlerle, gazâlarla, kıtlıklarla, gurbetlerle imtihan olmuş, yüreğinde hep memleket aşkı, hasret, sevda şehitlik, ayrılık yarası vardır.

Derûnumuzu türküden başka ne anlatabilirdi?

Bu vasıflara sahip milletimiz duygularını, düşüncelerini, ıstıraplarını, gurbet sızılarını, intizarlarını, öfkelerini, sevinçlerini neyle anlatabilecekti? Bu yüklü meziyetlere dilin ve ifadenin hangi biçimi karşılık verecekti? Türkü işte bunun için söylenir. Yüreği fışkıran böyle bir milletin elbette nağmeleri olacaktır. Bu nağmenin adı türküdür. Cahit Öztelli’nin ifadesiyle, “Halkın iç âlemini yaşatan, beşikten mezara kadar bütün yaşayışını içine alan en dikkate değer edebî mahsuller türkülerdir.”

Türkü milletimizin dili ve gönlüdür. Âbide şahsiyetlerini, kahramanlarını, sevdiklerini, gönlünde yaşattıklarını en cezbeli ve yanık bir şekilde ancak türküler dile getirebilirdi. Bu öyle güçlü bir hakikattir ki Karacaoğlan, Âşık Garip, Dadaloğlu, Dertli, Erzurumlu Emrah, Ruhsatî, Âşık Veysel, Neşet Ertaş birer türkü olarak yaşıyor gönlümüzde ve hâfızamızda.

“Türküler asırlara meydan okur ve asla yalan söylemezler”

Hangi felsefe ve şiir türküler kadar insanın yaşadığı bütün duygularını dipten derinden alıp ifade edebilir? Hangi edebiyat ve sanat, türkülerin sıcak ve içten dili kadar yalansız ve samimidir. Türküler asırlar içinde demlenen, devletlerden ve ekonomilerden daha güçlü bir gönül dostudur. Bir yazarın ifadesiyle “türküler, asırlara meydan okur ve asla yalan söylemezler.” Öyle ki, Türk milletinin ve fertlerinin gönül dünyasını ve derûnunu asırlarca taşır.

Türküler kimliğimizdir

Maazallah! Türk dilinin bütün lügatleri, yazılı kaynakları ortadan kaldırılmış olsa, on binlerce kelime barındıran türkülerimiz sayesinde dilimiz yeniden derlenebilir. Bu sebeple Türküler kimliğimizdir;  inançlarımız birlikte dünya görüşümüzdür. Şimdiki zamanın bir kısım zümreleri türküyü asıl mânasıyla anlamaktan ve dinlemekten uzak. Türkülere bir “dinlence”, bir keyiflenme vasıtası olarak bakıyor. Nesebi bozuk sözde mûsikî gürültüsüne teslim olmuş bir güruh var.

Gönlümüze yabancı olan modern zamanların süflî ve seküler mûsikî tıngırtılarına kapılan zümreler türkü dinlemiyor olsalar da türküler onların kaderlerinden kıyamete kadar silinmeyecek. Türküler kültür dünyamızda ve gönlümüzde daima yaşanacaktır.                                                                                                                                                                                                                                                                                                        

*****

“SİNSİ BİR SALGIN”

Günümüzde pek dikkate alınmayan “sinsi” sosyal tehlikelere temas eden yazılar mesul devlet ricali ve toplum tarafından dikkatle okunmalı. Ali Yurtgezen hocanın Semerkand Dergisinin Kasım 2021 sayısındaki “Sinsi bir salgın” adlı yazısı bu bakımdan önemli: “Yanlışlarımızdan bir kısmı, ’ihtiyaçlar sonsuzdur’ gibi, sürekli tekrarla zihnimize yerleştirilen kapitalist anlayışın kabulleridir. Müslüman; kişiden kişiye değişen ihtiyaçlara, birbirinden ne kadar farklı ve ne kadar çeşitli olursa olsun mutlaka bir üst sınır çizmelidir. Zira sınırsız olan ihtiyaçlar değil, nefsin arzu ve istekleridir. İhtiyaçların sonsuz olduğu kabulü, nefse yenilmenin tezahürüdür. Müslüman, Allah Tealâ’nın kendisine bahşettiği nimetlerin sahibi değil, emanetçisidir. O nimetleri Rabbimizin rızası istikametinde korumak ve sarf etmekle yükümlüdür. İhtiyacı kadarını kullanır, fazlasını infak eder. Kaldı ki fazlası kendisinin borcu, kendisi dışındaki ihtiyaç sahiplerinin hakkı ve alacağıdır. Bu yüzden israfın aynı zamanda bir hak gaspı olduğunu bilir. ‘Müslüman her şeyin en iyisine lâyıktır’ sözünü lüks ve israfa bahane yapmaz. Müslüman için ‘her şeyin en iyisi’, evvela dünyası yanında ahiretine de fayda sağlayanı, hayra vesile olanıdır. Dünyalık işleri daha çabuk halletmemize yarayan bir takım cihazlar, kulluk vazifelerimize daha fazla zaman ayırmak yerine dünya peşinde daha fazla koşmaya, mâlâyani ile daha çok meşgul olmaya sebebiyet veriyorsa, son teknoloji ürünü de olsa en iyi değildir. İkincisi, müslüman için ‘her şeyin en iyisi’ iktisada uygun olandır. Dolayısıyla elde bulunan ve iş gören ihtiyaç kapsamındaki bir eşya en iyidir de bunun sürekli yenilenecek ve asla sonu gelmeyecek olan bir üst modeli en iyi değildir…”

“İLMİHÂL ÜZERİNE”

Ali Yurtgezen hocanın Mostar dergisi Kasım 2021 sayısında “ilmihâl Üzerine” adlı yazısı da önemli bir meselemize dokunuyor. Titiz bir Müslümanın dahi hızla akıp giden hayatında pek dikkat etmediği “ilmihâl bilgilerine” dikkat çekiyor: “Hâl ilmi yahut ilmihâl, İslâm’ın nasıl yaşanacağını, Müslümanın vazife ve sorumluluklarını nasıl yerine getireceğini öğreten ilimdir. Şöyle de diyebiliriz: İlmihâl, bütün mükellefiyetlerimizi kapsayan ‘kulluk farzı’nın nasıl ifa edileceğine dair zaruri ilimdir. İslâm’ı bütün incelikleriyle kâmil manada yaşayan müminler, bazı âyet ve hadislerde ‘dîni güzel’ veya ‘İslâm’ı güzel’ diye târif edilir. Biz bunu ‘dîni bütün’ şekline çevirmişiz. Çünkü İslâm’ın itikat, ibadet, ahlâk, âdab, muamelat ile bunların zâhir ve bâtınına ilişkin ölçüleri uyumlu bir bütünlük teşkil eder. Müslüman bu uyumlu bütünlüğe, inceliklerini ıskalamadan titizlikle riayet etmesi halinde İslâm’ı güzel yahut dini bütün bir mümin olur. Böyledir ama hemen her devirde kulluğumuzu güzelce ifada; İslâm’ı, bütünlüğünü zedelemeden güzel yaşamada noksanımızın, yanlışımızın, ihmalimizin olduğu da bir vakıa. İbadetlerimizi aksatabiliyor, ahlâk ve âdapla ilgili konularda zaaf gösterebiliyor, dinimizin inceliklerine yeterince dikkat etmeyebiliyoruz. Bunların cehaletten, ilmihal bilgimizin eksikliğinden kaynaklandığına şüphe yok. Öyleyse hâlâ ilmihal okumaya ihtiyacımız var. Mufassal Bir İlmihal: İhyâu Ulûmi’d-Dîn İslâm’ı en güzel şekilde yaşamak için okunması gereken en ayrıntılı, en mütekâmil ihmihallerden biri, belki de birincisi İmam Gazâlî rahmetullahi aleyhin İhyâ’sıdır…”(ilbeyali@hotmail.com)

Bu yazı toplam 177 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim