• İstanbul 17 °C
  • Ankara 25 °C

“Türkülerle de hüznümüz Allah’adır bizim”

Ahmet Doğan İLBEY

“Türkülerle de hüznümüz Allah’adır bizim” ibaresini her okuduğumda cezbeye kapılır ve kalbim bin miligramlık ulvî hüzünlere gark’olur. Nezdimde kudsî bir söz gibi mânevî tesiri olan bu ibare okuduğum ilk günden bu yana hüzün sayhalarımdan biri oldu. Sevdaların en hâlisinin, mânevî ve beşerî duyguların en yücesinin türkülerle dile geleceğini söyleyen, yüreğimi kuşatarak mâveraî hüzünlere götüren bu ibare dostluğun pîri, dostluk yolunun kılavuzu, Tek Parti Dönemi’nden vefatına kadar yüksek tahsil gençliğinin hâmisi, hizmet ve gönül adamı, ehl-i dil Fethi Gemuhluoğlu’nun (1922-1977), türkülerin rûhunun Anadolu insanının rûhuyla ayrılmaz bir bütün olduğunu anlatan yazısının başlığıdır. (Türk Yurdu dergisi / Nisan 1959)

Yazının her cümlesinde yüreğim türkülerle sızlamış ve milletimin gönül dünyasını türkülerle keşfe çıkmıştım. Vecd ile okuduğum satırlar türkülere olan meftunluğumu daha da artırmış, her kelimesi yüreğime derman olmuştu. Okudukça, Anadolu insanının gönül derinliklerine giden yolun türküler olduğunu daha derinden anlamıştım:

“Türkülerde insan var, türkülerde hak var”

“Türkülerde aşklar var, sûretlerde aşk var, siyretlerde aşk var, tabiat ana var, dört unsur var, ilâhî nizam var. Hâsılı türkülerde insan var, türkülerde Hak var. (…) İnsanoğlu türküsüz kaldığı zaman gurbettedir diyeceğiz. Türkülerde ve şarkılarda şiir var, hikmet var, yaşama kuralları var, ahlâk var, töreler var, gelenek var ve asıl mühimi yüreğimiz ve gönlümüz var. Müşahhas ve mücerret olarak gönül var. Büyük şehirlerin hanlarında söylenenleri var. Küçük ve unutulmuş kasabaların bir göz odalarında, damlarında, yazıların­da, ak doruklu dağlarında, sarı çiçekli yaylalarında, boz bulanık subaşlarında söylenenleri var…”

Türkülerin dilimizin, yüreğimizin, hayatımızın et-tırnak misâli ayrılmaz bir parçası olduğunu ilk kez böylesine içten bir üslûpla anlatan bu yazı Anadolu insanının gönül dünyasını bilmenin mukaddimesidir: “Sol böğrünüzden mi yaralısınız? Kaç kurşun yediniz? Gur­bettesiniz, hasrettesiniz, yitiksiniz, perişan olmuşsunuz, yayan yapıldaksınız. Bıyığınız, saçınız ağarmıştır. Sakalınız belinizdedir. Kocamışsınız. Genç kızsınız. Her yanı, yönü yöresi bahar tutmuş, tomur dolu bir kız. Taze ve güzel. Bir gelinsiniz yeni. Bir anasınız yıllanmış ve eski. Babasınız, amcasınız, kirvesiniz, ağasınız, balasınız, bacısınız. Yeni göğse çıkmışsınız, bebesiniz. Ne olursanız olunuz türkü söy­lersiniz. (…)Varsa yoksa türküler, diyeceğiz. Dünyanın neresinde olursak olalım, türkülere özlem duyacak, türkülere güzellemeler düzeceğiz. Türkülere merhaba diyeceğiz ve can-ı yürekten selâm edeceğiz.”

“Biz türkülerle gurbetli, türkülerle vuslatlıyız”      

Gemuhluoğlu’nun türkülerde bulduğu ulvî aşkı, mânevî hüznü, dostlukları bizler de yaşamalıyız. Onun türkülere bakışından ilham alarak, anayı, atayı, yâranı türkülerin diliyle bizler de sevmeliyiz. Asıl vatan ve asıl Sevgili’ye muhabbetimizi, hasretimizi türkülerle ifade etmeliyiz. Onun “Bizler türkülerle gurbetli, türkülerle vuslatlıyız. Türkülerle analı, babalı, türkülerle öksüz ve yetim kalmışız” sözlerini yüreğimizin şiârı yapmalıyız. Türkülerden başkası veremez bize bu hasletleri… Onun için durmadan gönle değen türküler dinleyeceğiz bugün, yarın ve daima…

Türkü ve hüzün bir bâtında doğmuştur  

Türkü ve hüzün bir bâtında doğmuştur, ikizdir. “Türkülerle de hüznümüz Allah’adır bizim” diyebiliyorsak ve türkü dinlediğimizde yüreğimizde mânevî bir sızı duyuyorsak, bin yıllık irfandan beslenen kalbimiz, gönlümüz ve dimağımız modernizmin kıskacında hasar görmemiştir daha. Türkü dinleyince yüreğimizi hüzün sarıyorsa, bir sancı düşüyorsa, Müslüman Türk milletinden ve Anadolu’nun bir yöresinden olmaklığımız devam ediyordur. Çünkü türküleriyle hüznünü, ıztırabını, acısını Allah’a ve Hazret-i Peygamberine arz eden bir başka millet yoktur.  

Hüznümüzü türkülerden kadar hangi sanat dile getirebilir? Şiir de, şarkı da, ilahî de hüznümüzü söyler. Fakat Anadolu insanının maşerî hüznünü en yanık bir şekilde türküler dile getirir: “Şu karşı yaylada göç katar katar / Bir güzel sevdası serimde tüter / Bu ayrılık bana ölümden beter / Geçti dost kervanı, eyleme beni, eyleme beni…”

Anadolu’nun köyünde de şehrinde de insanımız bir yanıyla derviştir, şairdir, ehl-i irfandır… Yüreğinde hep hüzün vardır, dert vardır. Hüznünü de derdini de sever. Fakat içini dökmeden duramaz, türkü söyler, türkü dinler: “Bir usul bilmez insan elinden / Usul ağlar erkân ağlar yol ağlar / Bülbülün figanı gonca gülünden / Bülbül ağlar diken ağlar gül ağlar.”

“Türküye hüzün, hüzne türkü öylesine yakışır ki”

Türkülerimizin has ozanlarından Bayram Bilge Tokel “Türküler Kalır” kitabında (s.224) “Türk insanının yüreğinin sesi, gönlünün feryadı, acılarının ifadesi olan türküleri hüzünden ayrı düşünmek mümkün mü? Her türkü bazen sözleri, bazen ezgisi, çoğu zaman da her ikisi birden hüznü terennüm eder bize has nağmelerle. Türküye hüzün, hüzne türkü öylesine yakışır ki, ikisini birbirinden ayrı düşünmek gerçekten zordur” diyor. Bu satırları yüreğimizle gönlümüzle tasdik ediyoruz.

Hudey Hudey türkülerle hüznümüz

Ruhumuzun dinmez acılarını ve mânevî hüznümüzü en hasbî, en derin bir şekilde türküler sahiplenir: “Allah Allah desem gelsem / Hakkın dîvanına dursam / Ben bir yarım elma olsam / Dalında bitsem ne dersin / Hudey hudey hudey hudey / Sen bir yarım elma olsan / Dalında bitmeye gelsen / Ben bir gümüş çövmen olsam / Çeksem indirsem ne dersin / Hudey hudey hudey hudey (…) /Sen bir ulu hasta olsan / Yoluma yatmaya gelsen / Ben bir Azrail olsam / Canını alsam ne dersin / Hudey hudey hudey hudey / Sen bir Azrail olsan / Canımı almaya gelsen / Ben bir cennetlik kul olsam / Cennete girsem ne dersin /Hudey hudey hudey hudey…”

Şu mübarek türkümüz hüznümüzü Hazret-i Peygamber Efendimiz’in sevgisine götürmez mi? Gönül gözümüzü O’nun (s.a.v.) nûranî cemaliyle kamaştırıp aklımızı başımızdan alarak ulvî hüzünlerle bizi sarhoş etmez midir? Bu türkünün dilini anlamayan, hüznüne gark’olmayan eblehtir:

“Dost cemâlin gördüm âh u zar oldum”  

“Siyah saçlarında hatem yüzlerin / Garip bülbül gibi zareyler beni / Hilâl ebrulerin ahu gözlerin / Tiği sevda ile canım yaralar beni / Hudey hudey hudey yaralar beni / Diley diley diley yaralar beni / Kaşların bismillah, yüzün beytullah / Seni öz nurundan yaratmış Allah / Sevmişem ben seni terk etmem billah / Aşkın hançeriyle canım vuralar beni / Dost cemâlin gördüm âh u zar oldum / Aşkına düşeli sevdakâr oldum / Kalmadı mecalim bi karar oldum / Meğer tabutlara canım saralar beni.”

Batı’nın ruhsuz edebiyat ve ilahiyatının hangi faslında bulabilirsiniz bu türkünün rûhumuza verdiği ulvî lezzeti? Hazret-i Peygamber Efendimiz’in aşkına tutulan herkes bu mübarek türküyü günde birkaç kez dinlemeli. Bizim insanımız türkülerini Yûnus Emre Hazretleri gibi ulu dervişlerin, insan-ı kâmillerin sözlerinden ilham alıp uyarlar.  Hüzün gibi ölümü de, ölünce Hakk’a ulaşacağını da türkülerle dile getirir: “Üryan geldim yine üryan giderim / Ölmemeye elde fermanım mı var / Azrail gelmiş de can talep eder / Benim can vermeye dermanım mı var / Benim Hak tan gayrı sevdiğim mi var?” diye bağlar.

Türkülerdeki hüznü hiçbir sanat veremez?

Yaradanına bir ân evvel kavuşmak ve menziline herkesten evvel varmak isteyen âşığın acelesindeki mânevî duyguyu şu türkümüz kadar Batı’nın hangi ruhçu felsefesi veya sanatı verebilir?: “Ayrılık hasretlik kâr etti cana / seher yeli sultanımdan bir haber / selâmım tebliğ et kutb-i cihana / seher yeli sultanımdan bir haber.” Tasavvuf menşeli bu türküyü anlamadan milletimizin iç âlemini, ulvî hüznünü bilemeyiz. Emr-i Hak vâki olup, bu dünyadan göçüp giden, muradını alamamış genç yiğidin ardından “İpek mendil dane dane / Yudular serdiler güne / Ana Celâli yudular / Başucunda döne döne...” türküsündeki hüzün sadece beşerî değildir, bir dua gibi Allah’a duyurulmak istenen bir hüzündür bu…

Anadolu insanının vuslata erememiş sevdalarını, yoksulluğunu, ayrılık ve ölümü nasıl dile getirdiğini unutmuşsak yahut gönlümüz perdelenmişse “Derdim çoktur hangisine yanayım /  Yine tazelendi yürek yarası / Ben bu derde hande derman bulayım / Meğer dost elinden ola çaresi / Efendim efendim benim efendim / Benim bu derdime derman efendim…” türküsünün ağır hüznünü ara sıra yüreğimize çekmeliyiz.  Anadolu’da insanı bilmenin, sevmenin, hâlini anlamanın yolu türkülerden geçer. İnsanın düştüğü halleri türkülerden başka hiçbir sanat anlatamaz. Hüzün ve türkünün insanın yüreğinde nasıl yankılandığını anlamak için “Sefil Baykuş” türküsünü sıkça dinlemeli:

“Sefil baykuş ne yatarsın bu yerde / Yok mudur vatanın illerin hani / Küskün müsün selâmımı almazsın / Şeyda bülbül gibi dillerin hani / Aç mısın yok mudur ekmeğin aşın / Odan ne karanlık yok mu ataşın / Hanidir göreyim, hani yoldaşın / Hani kapın bacan yolların hani /Bir koyun bir kuzu ayrı mı durdu / Yetmez mi dağların kuş ile kurdu / Katardan ayrıldın şahin mi vurdu / Turnam teleklerin tellerin hani…” 

Gönlümüzde sızı varsa, hüznümüzü seviyorsak türkü dinlemeliyiz

Anadolu insanı hüzünlendiğinde, yârası sızlamaya başlandığında türkü söyler, türlü dinler. Hüznü ve sızısı türkü dinledikçe artar: “Yârim senden ayrılalı / Hayli zaman oldu gel gel / Bak gözümden akan yaşa / Abı revan oldu gel gel, oldu gel gel…”

Hüznümüzü seviyorsak, hüznün yüreğimizin dostu olsun istiyorsak bin miligramlık hüzün türküleri dinlemeliyiz. Dünya gurbetinin verdiği hüznü ancak bir yanık türkü dindirir. Dost hüznü yüreğimizin tâ ortasında bir ateş topağı gibi duruyorsa bizi ancak bir türkü teselli edebilir: “Bakıp cemali yâre / Çağırırım dost dost / Dil oldu pâre pâre /Çağırırım dost dost…” Dost hüznü iyice sarmışsa yüreğimizi bir dost türküsü daha gelir dilimize: “Bir kararda durmayalım / Gel gidelim dosta gönül / Hasretinden yanmayalım / Gel gidelim dosta gönül…”

Bu türkü yüreğimizi daha da alevlendirmiştir. Ateşimizden duramaz olmuşuzdur. Hele de gönül dostlarımız göçüp gitmişse, sevdiğimiz insanların ayrılığı içimize çökmüşse “Şu benim sevdiğim başta oturur / Bir güzelin derdi beni bitirir / Bu ayrılık bize ölüm getirir / Geçti dost kervanı eyleme beni…” türküsü diline yürür. Bu türkü de teselli etmez; ardından, Âşık Veysel’in  “Dost dost diye nicesine sarıldım / Benim sâdık yârim kara topraktır / Beyhude dolandım boşa yoruldum / Benim sâdık yârim kara topraktır…” türküsünü dinler, içimize çekilir, hüznümüzle baş başa kalırız.                           

Hüzün ve türkü işte böyledir! Kalbe, gönle ve dimağa şifadır. Dost meclislerinde ve kendimizle baş başa kaldığımızda hiç çekinmeden “Türkülerle de hüznümüz Allah’adır bizim” diye sayha çekelim. Ol vakit rûhen çok güçlü olduğumuzu hissederiz(ilbeyali@hotmail.com)

Bu yazı toplam 394 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim