• İstanbul 17 °C
  • Ankara 19 °C

Ay Düşleri Gören Şair

Fahri TUNA

Şair ismi söylendiğinde renkler canlanır benim gözümde; Sezai Karakoç denilince gök mavisi gelir aklıma, Hilmi Yavuz denilince turuncu. Nuri Pakdil moru hatırlatır nedense, İsmet Özel bordoyu. Haydar Ergülen nar kırmızısıdır da, Hüseyin Atlansoy lacivert. Gözümde nedense Nurettin Durman çingene pembesidir mesela, Yavuz Bülent Bakiler bayrak kırmızısı. Ali Günvar hardal sarısı, Hüseyin Akın çağla yeşili, İhsan Deniz turkuaz.

Peki Şeref Akbaba ne renktir? Kesinlikle parlement mavisi. Akşamın aydınlığını, umudu, hüznün de bir sonu olduğunu hatırlatır hep onun şiiri; onun şiiri, sesi, sözü.  Bunu dizelerinde kendisi de söylüyor zaten: ‘Islak mendiline yaz aşklarımı / Gecenin mavisine anlat’; öyle de yapıyor bir ömür.

Dergisinin adı da bunun delilidir zaten: Ay Vakti.

Şair denilince Anadolu’da iki şehrin ağırlığı, farklılığı, zenginliği yadsınamaz: Maraş ve Erzurum. Ne kadar ilginç; Cahit Koytak da, Nurullah Genç de, Şeref Akbaba da Erzurum’dan beslenerek yola çıkıyorlar, kırk yıl kadar sonra bugün Türk şiirinin İstanbul burcunda dalgalanıyor dizeleri; şanla şerefle sevgiyle.

Mustafa Kutlu ve Ali Haydar Haksal’ın da o kadim şehrin sadra şifa ruh iklimini telezzüz eylediklerini hatırlarsak; ne çok şey borçlu Erzurum’a Türk edebiyatı: Dergâh, Yedi İklim ve Ay Vakti, medeniyetimizin son çeyrek asrına uç beyliği yapmış sanat ve edebiyat pınarlarımızdır bizim!

Hepimiz biraz da Mavera’nın (ve tabii ki Cahit Zarifoğlu’nun) paltosundan çıkmadık mı; Şeref Akbaba da ilk şiirlerini Mavera’da yayımlayıp serpilenlerden.

Otuz üç sene önce ‘’Genç Kuşak’’la başlayan dergicilik yöneticiliğinde Ay Vakti’nde on beş yıldır zenginliklerle dolu yüzlerce sayılar sunduğunu,  gazetecilik üzerine doktorasını yaptığını da pek kimse bilmez.

Görünmek bilinmek tanınmak derdi yoktur.

Cenap Şehabettin’in ‘Yerinde duranlar yürüyenlerden daha çok ses çıkartır’ özdeyişini doğrularcasına, hep yürümüştür o. Yüzlerce genç yeteneği de akşamın serinliği ve bereketinde Ay Vakti’nde, vakitlerinde yürüterek.

Dik, sakin, sessiz duruşunun, bakışının söyleyişinin arkasında hep bir vakarı, hep bir onuru, hep bir şerefi görürsünüz.

Türk şiirinin yiğit sesidir onun sesi; mert sesidir, gür sesidir; gür olduğu kadar da naif sesidir.

Nisyan ile mâlul akşamların şairidir Şeref Akbaba zira:

‘Nisyan ile malul akşamlarda

Kuşanıp yalnızlığını hayallerimin

Gitme kal

Gece vardiyasında nöbetlerimin.’

Onun şiiri ‘eski’den beslenen ‘yeni’ bir sestir; farklı, özgün, yeni. Eskiyi yadsımayan ama yepyeni imgelerle yüklü bir ses onun sesi.

Her şair bir şiirse eğer; benim için Şeref Akbaba ‘Dolunay Zamanı’dır:

‘Nöbetini devralıp ortancaların 
Misk ü anber tutacağım eteğinden 
Hicret elifini küheylan kılıp 
Bir lokma bir hırka 
Gül yakısı vurup sürgünlerime 
Patika yollarda gün doğana dek 
Adalet diye hep haykıracağım’

Ve her şair bir mısradan ibaretse eğer; benim için Şeref Akbaba, ‘Hüzün mahzenimden fışkırsa bahar’ dizesidir.

Ay düşleri gören şairidir o Türk şiirinin.

Hep bir nöbette gibi yaşamıştır, yaşamaktadır, yaşayacaktır. Nitekim bir şiirinde o da itiraf eder bunu:

‘Nöbetim akşama dek sürecek

Akşam gün dönmeyecek.’

O Türk edebiyatının nöbetini tutan şairdir.

Şiirleriyle, dergisiyle, düşleriyle.

Nöbetin daim olsun şair.

Ve ay düşlü şiirlerin.

 

Bu yazı toplam 1231 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim