Oğuz'un yaşadığı tarihsel dönemdeki talihsizliği, Türkiye'de edebiyatın, örtük Marksist kanonlarla, örtük muhafazakâr kanonlar arasına sıkışıp kalmış olmasındandır: Ne o, ne öteki'dir Oğuz Atay. Kemal Tahir'i kendine yakın hissetmesinin, belki de derin anlamı budur: Solcuların dışladığı, muhafazakârların da kendilerinden saymadığı bir kimliktir Kemal Tahir!
O dönemin zihinsel yarılmışlığını gösteren tipik örneklerden biri Yalçın Küçük'ün 'sağcı'ların kendilerinden saydığı Peyami Safa'yı, 'sol'a transfer etmek istemesiydi: Küçük, 'muhafazakarlara' seslenerek şöyle diyordu: 'Alın Ebu Cahil Kemal Tahir'i, verin Peyami Safa'yı!' Zihinsel yarılmışlığın düştüğü sıradanlık düzeyi: Entelektüel ilişkiler, futbolcu transferi söylemine indirgenmişti..
İkinci örnek, Ece Ayhan'ın tavrıdır: Tanpınar'ın itibar kazanmaya başladığı tarihlerde, 1973'ler olmalı, Selahattin Hilav'ın Tanpınar'ı Marksizm'e yakın bir konumdaymış gibi göstermesine karşılık, benim bunun aksini savunduğum yazılar üzerine Ece Ayhan, Demirtaş Ceyhun'un Harbiye'deki kitapevinde bana, hiç unutur muyum, hışımla şöyle demişti: 'Onlar [muhafazakârları kastederek] Sabahattin Ali'yi bizden ['solcuları' kastederek] transfer ettiler; biz de Tanpınar'ı onlardan transfer ediyorduk ki, bir çuval inciri berbad ettin!'
Ece'nin, Sabahattin Ali'nin 'transferi'nden kastettiği, Mustafa Kutlu'nun o sıralarda Sabahattin Ali üzerine bir monografi yazmış ve onu 'solcu' olmaktan çok, muhafazakâr bir konumda göstermeye çalışmış olmasıydı.
Oğuz Atay'a bu 'transfer'ler sırasında, hiçbir 'takım', hiçbir 'kulüp' iltifat etmemiştir. Sahipsizliğinin sebebi, herhangi bir formayı giymek istememesiydi.



































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.