• İstanbul 18 °C
  • Ankara 28 °C

Hasan Sağlam - Ergün Özkan - Tacettin Koç; Mahşerin Üç Güzel Atlısı

Fahri TUNA

Adapazarı’nın üç gülüdür onlar. Hatıraları üç ayrı kitap olur.

Kader ağlarını ilmek ilmek örecektir ya; ilki Trabzon Yomra’dan yola çıkar, ikincisinin babası Sürmene’den Sinanoğlu’na, üçüncüsünün dedesi ise Selanik’ten Adapazarı’na; üçünün de buluşma kesişme kaynaşma noktası Adapazarı’dır. O Adapazarı ki, üç kıtanın ‘görünmez başkenti’dir zaten. Adapazarı’nın sakin, verimli, huzurlu ruh ikliminde zamanla ‘arkadaş’ olacaklardır bu üç genç.

Fiziken de gençtirler, ruhen de; bakmayın siz onların elliye merdiven dayadıklarına. Onlardan üç beş yaş büyük -amcaları olarak- bir de uyarı yapayım buradan: ‘Gençliğinizin kıymetini bilin, gençler…’

Üçü de doktordur; ilki üroloji doçenti, ikincisi hesap kitap profesörü, sonuncusu kulak burun boğaz uzmanı. Alanlarının en iyilerindendirler.

Bunlar beraber yerler içerler beraber yaşarlar. Günde on kere aramasalar, beş kere takılmasalar, üç kere kızdırmasalar, bir araya gelip yemek yemeseler olmaz, olamaz. En çok başının etini yedikleri ise çetenin dördüncü ayağı Yavuz Köprülüoğlu’dur. O da başka bir güzel adam, başka bir güzel adem, başka bir güzel âlemdir. Bir şeyden kuşkum vardır amma; bu üçlü çete sık sık Yavuz’a köfte yemeğe mi yoksa Yavuz’un başının etini yemeğe mi gitmektedirler? Orasını Allah bilir. Gerçi Yavuz’un da muziplikte pek onlardan arta kalır yanı yoktur ya.

Bu ‘üçlü çete’ her buluşması ve konuşması kahkaha tufanına dönüşür. Bakalım kim kime madik atacaktır. Her gün yeni planlar kurgulanır, yeni kurnazlıklar sergilenir.

Üçü de birbirinden akıllı birbirinden kurnazdır ya Ergün’e kalırsa ‘en cinleri Taci’dir.’ Ne yapar eder onları bir tuzağa düşürür. Hindir, cindir, çok kurnazdır. Selanik kurnazlığı vardır onda; üç beş adım ilerisini düşünerek adım atar. Arada beni de uyarmaktan alıkoyamaz kendini: ‘Fahri Ağbi, sen aramızda en çok Taci’ye yüz veriyorsun ama kazık yemen yakındır. Taci’ye güvenilir mi hiç?’ Benim cevabım her zaman klasiktir: ‘Siz yokken Tacettin vardı benim dünyamda; o benim otuz yıl öncesinde karşılıklı futbol oynadığım arkadaşım, ne gelirse ondan gelsin’; Tacettin Koç’un gevrek gevrek gülüş ve yumuk yumuk bakışları arasında Ergün devam eder: ‘Ben söyleyeyim de, uyarmadı deme sonra…’

Bu üçlü çetenin üçü de benim yakın arkadaşımdır. Üçünün de farklı farklı özellikleri vardır. Üçü de hayatımın zenginlikleri ve güzelliklerindendir.

Üçü de adam gibi adamdır.

Üçü de bu şehrin ‘en iyi’lerindendir.

Üçü de birbirinden muziptir. Gerçi Yavuz bu konuda Ergün gibi düşünmektedir ya. Olsun artık. Ben aralarında ayrım yapmam, yapamam.

Üçünün bir başka özelliği merhum Bilge Doktor Sadık Canlı Ağabeyimizin en yakınında olanlardan olmalarıdır. Üçü de Sadık Canlı Akademisi mezunudurlar. Aynı bu fakir gibi. Hepimiz de Sadık Ağbi’yi kızdırdığımızda ondan ‘şerefsiz, geri zekalı’ fırçasını yemişliği şeref sayanlardanız.

Yeri gelmişken bu çetenin merkezinde yer aldığı iki Sadık Canlı anısı paylaşayım sizlerle.

Ergün Özkan anlatıyor: ‘Hasan Ağbi Taci ben İspanya’ya Barcelona-Beşiktaş maçına gitmiştik. Bütün tarihi yerleri, müzeleri filan gezdik tozduk, yedik içtik, maçı seyrettik. Akşama otele geldik. Baktık ki BJK ile aynı otelde kalıyoruz. Bir Beşiktaş yönetici ile ahbap çıktık, yemek yiyoruz. Karşımda Hasan Ağbi (Sağlam) onun solunda Taci, onun da solunda BJKlı yönetici arkadaşımızın genç ve güzel ikinci eşi. Benim sağımda da BJK yöneticisi. Muhabbet arasında aklıma bir şeytanlık geldi. ‘Ben bu Taci’ye Sadık Ağbi’den nasıl fırça yedirtirim’ diye. Çaktırmadan masanın üzerinde duran Hasan Ağbi’nin profesyonel fotoğraf makinasını aldım, sağımdaki BJK yönetici ağbinin yarım durumdaki şarap kadehini Taci’nin önüne koydum. Sarışın hanımla beraber ikisinin fotoğrafını çektim. Taci hiçbir şeyin farkında değil. Dönüşte filmi tab ettirdim; belki kırk elli fotoğraf, zarfladım. Sadık Ağbi’nin Hasan Ağbi’nin Taci’nin de bulunduğu prefabrik polikliniğe öğle saatinde gittim. Sadık Ağbi ile çay içiyoruz. Muhabbet sırasında bana adım Barcelona’yı soruyor. İşte şu müzeyi gördün mü, işte şurada şu heykeli? Ben tabii, beklediğim için hazırlıklıyım; ‘gördüm ağbi, şöyle ağbi, böyle ağbi, fotoğrafları da burada, getirdim ağbi.’ Zarfı önüne koyuyorum, izin isteyip tüyüyorum. Çünkü zarfın içine bizim Taci’nin şaraplı kadınlı fotoğrafını da sokuşturmuşum. Az sonra kıyamet kopacak, Sadık Ağbi ‘bu ne Taci?’ diye köpürecek. Biraz uzaklaşıp durumu gözetliyorum. Beş dakika geçmeden Sadık Ağbi köpürüyor, duvarı yumruklamaya başlıyor, ‘Taciii çabuk buraya gel’; prefabrikte muayenehaneleri bitişik ya, duvarı yumrukluyor öfkeyle. Taci on saniyede orada, telaşlı ve şaşkın: ‘N’oldu Ağbiiii?’ Sadık Ağbi, elindeki fotoğrafı adeta Taci’nin gözüne sokarcasına: ‘Bu rezilliği izah et bakalım bana?’

Taci mahcup üzgün şaşkın, ben golümü atmış olmanın hazzı ve zevki içindeyim. Taci yemin billah ediyor: ‘Vallahi işin aslı böyle değil ağbi. Sen beni tanımıyor musun? Bu BJKlı filan yöneticinin eşi, kadeh de benim değil ağbi, o yöneticinin. Şerefiz Ergün karşımdaydı. Bu filmi tezgahlayan o ağbi. İnanma sen fotoğrafa…’

Bu olayın üzerinden on, on iki sene geçmiş. Geçen Çarşamba gene anlattırıp gülüyoruz. Ergün Özkan inadına soruyor ‘Taci, Sadık Ağbi nasıl sana kızıp duvarları yumruklamıştı?’, Tacettin Koç ‘yumruklattın da ne oldu, senin fotoğrafa inanmadı ki. Bana inanmıştı Sadık Ağbi.’

Bunun gibi en az kırk elli olayları vardır bu üçlü çetenin. Bir anı da Tacettin Koç’tan dinleyelim:

‘Deprem sonrası, Prefabrik Poliklinikte olduğumuz günler. Bir gün öğlende Devlet Hastanesi’nden Polikliniğe geldiğimde baktım hastam yok. Hasan Sağlam ile Sadık Ağbi oturuyorlar. Selam verip oturdum. Hasan Sağlam bana bir sakız uzattı, ‘Taci alır mısın?’ dedi. Aldım sakızı, çiğnemeye başladım. Sakız inanılmaz acıydı. Ben belli etmeden, hiçbir şey yokmuş gibi sohbete devam ettim. Ağzım çok yanıyordu ama. Hasan Sağlam’ın bir cinliği olduğunu anlamıştım. İkisi de kıs kıs gülmeye başladılar. Hasan Ağbi, Sadık Ağbi’ye dedi ki: ‘Bu şerefsiz geberse de renk vermez ağbi. Bu böyle biridir!..’ Meğer şerefsiz Hasan Sağlam, sakızın içine ilaç enjekte etmiş… Sadık Ağbi de kahkaha ile gülüyordu…’

Bu üçlü böyledir. Eğer bunlar bir aradaysa, ikisi üçü fark etmez. Mutlaka bir muziplik şaka kızdırma girişimi vardır. Mutlaka kahkaha ve sitem, muhabbetlerinin ana yemeğidir.

Ve bir de beraberken inanılmaz mutludur. Hiç susmazlar. Kimse susturamaz bunları.

Geçen hafta Adapazarı Sait Tanış Kültür Merkezi’nde çiğ köfte akşamındayız. On beş kadar arkadaşız. Bir yandan Alaattin Kalay’ın yoğurduğu enfes çiğ köfteleri taam eylerken,  diğer yandan kulaklarımız da Malatyalı Müzik Öğretmeni Seyfullah Hoca’nın bağlaması eşliğinde seslendirdiği içli ve duygulu türkülerinde. Nefis bir gece. Ama arada bir konuşma gürültü kahkaha bozuyor ahengi. Üç türkü sonra bakıyorum Seyfullah Hoca bağlamasını toplamış erken final hazırlığında, ‘nereye hocam, daha yeni başladık.’ Gecenin koordinatörü Alaattin Kalay’a döndüm, şaşkın bir ses tonuyla sordum: ‘N’oldu Alaattin? Daha yeni başlamadık mı…’ ‘Ağbi dedi Alaattin, su üçlüyü görüyor musun, Hasan Ergün Tacettin; bıdı bıdı bıdı hiç susmuyorlar. Arada da gülüyorlar.  Onlar konuşurken de müzik olmuyor ki.’ ‘Sen bana bırak Alaattin, lütfen devam edelim’ dedim. ‘Yok ağbi, bunları sen de susturamazsın. Bunları susturacak adam yok bu dünyada. Bunları tek rahmetli Sadık Canlı susturabiliyordu: ‘Susun lan’ diyordu, susuyorlardı. Dene ama susturamazsın, bak göreceksin.’

Müzik yeniden başladı. Çaktırmadan Tacettin ile Ergün’ün arasında oturdum, konuşmaları azaldı. Derken yer darlığından sağımdaki Ergün, Hasan’ın koltuğuna geçti ama ne mümkün. Oradan da solumdaki Tacettin’e laf yetiştiriyorlar. Arada ben de katılıyorum. Hem sert bir darbe ile kesilmiş olmasın diye, hem de gerçekten nefis espriler yapıyorlar. Ama en azından yüzde elli altmış azaltmıştım konuşmalarını. Derken karşıma Alaattin geldi, boynunu büktü ‘ben sana söylemiştim, boşuna uğraşma’ diye. ‘Yarı yarıya azaltabildim ancak’ dedim. Böyle güzel, bir o kadar da muzip ve susturulamayacak bir çetedir işte bunlar.

Ben üçünü de hem ‘çete hâlinde’ hem de ‘ayrı ayrı’ çok seven biriyim.

Irmak’tan yazarım olan seyyah ürolog Hasan Sağlam’ı bir konu için aradım bir gün. Belki sekiz on defa çaldırdım, yok. Derken öğle saatlerinde döndü. ‘Özür dilerim, bugün ameliyat günüm. Ameliyattan çıkınca telefona bakabildim, aramışsın buyur…’ dedi. O anda aklıma geldi, sordum:       ‘- Hasan!’, ‘-Efendim?’, ‘-Siz ha bu hastalari ameliyat edeyisinuz ya, sonunda ölmeyi mi ha bunlar?’ Hasan Sağlam şaşkın cevap verdi: ‘-Ölüyorlar!..’ ‘- Ula adamları boşu boşuna ne kesip biçeyisinuz, madem sonuç değişmeyi?’ Hasan düşündü düşündü, on saniye sonra cevapladı: ‘- Ula doğru söyleyisun da!’

Hasan seyyah olanıdır içlerinde. Tıbbî kongre takip ediyor görünümü ve mazereti adı altında en az kırk belki elli ülkeyi, yani dünyayı gezmiş ‘sağlam bir adam’dır. Gerçi bir beş altı yıl kadar ‘doçent olaciğum’ sevdasına düştü, oldu da; bu süreçte kendini ve dünyayı unuttu ama, sonunda aramıza döndü. Umuyorum bir seneye kalmaz, seyahat notları da kitaplaşacaktır inşallah.

Ergün ile takımdaşız. İyi mert düzgün bir Galatasaraylıdır Ergün. Yani birinci sınıf bir adamdır. Yerli bir adamdır. Bu ülkenin değerlerini özümsemiş ve benimsemiş bir CHPlidir. Birçoklarının aksine ‘millî bir CHPlidir.’ İnsanına tepeden bakmayan bir sosyal demokrattır. ‘Önce insan’ diyen, ‘önce insanım’ diyen bir sosyal demokrattır. Aralarında en eski arkadaşım Tacettin de olsa onun da gözünden kaçmaz Ergün’e yakınlığım ve bana takılır Taci, ‘pis Galatasaraylılar, gene ne gibi bir film çeviriyorsunuz.’ İşinde de dostluğunda da Adapazarlılığında da ‘dört dörtlüktür’ Ergün. Akıllı akılcı akil adamdır. Ülkenin tek ‘dört yıldızlı takımı’nın taraftarı olmasından da belli değil mi bu.

Tacettin iyi Beşiktaşlıdır. Yürekten. ‘Yavuz gibi çakma Beşiktaşlı değilim’ der o. Onunla ilk kez belki otuz sene önce Küçükçınarlık’ta bir köy sahasında Acıelmalık-Hilalspor maçında karşı karşıya oynamıştık. O daha bir  tıp öğrencisiydi. Ben de yeni mezun bir mühendistim. Takımının yıldızıydı. Hem çok iyi oyuncu hem de çok iyi bir insan olarak kalmış zihnimde. İkimiz de ‘kuzeyli’ydik. Topraktık yani. Sonra doksanlarda, yıllarca halı sahada her hafta aynı takımda oynadık. İlk teşhisimde hiç yanılmamıştım: Yine disiplinli, kaliteli, uyumlu ve etkiliydi. Takımımızın yıldızı bir golcüydü. İnsan ilişkileri fevkalade iyiydi. Dostu, mertti, insancıldı. Sonra Devlet Hastanesi Başhekimi olarak çok başarılı işlere imza attı. Bu başarıda yardımcısı Hasan Sağlam ile teknik direktörü rahmetli Sadık Canlı Ağabeyimizin da payı vardı elbette. Ama direksiyonda o vardı. Dirayetli ve takipçiydi. Usulet ve suhuletten yanaydı hep. Güler yüzlü ve güvenilirdi.

Üçü de dünyamı, dünyamızı, dünyaları güzelleştiren insanlardır bunların. Üçlü de güzel insanlardır, ayrı ayrı da.

Bu yazı için, grubun fotoğrafçısı Hasan Sağlam’dan ‘üçlü fotoğraf’ istedim. Düşündü düşündü, ‘ulaaaaaaa. Yirmi yıldır arkadaşız ama biz fotoğraf çektirmeyi unutmuşuz ya’ dedi. Bir Karadenizliden de ne beklenirdi ki başka. Allah’tan geçen hafta çiğ köfte gecesinde çekivermiştim bu üçlüyü, tedbiren.

Evet, üçlü çetemiz bunlar bizim.

Hasan Ergün Taci.  Mahşerin Üç Atlısı bunlar. Üç güzel atlısı hem de.

Bu yazı toplam 1486 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim