• İstanbul 18 °C
  • Ankara 22 °C

Fahri Tuna'dan: Paranın On Para Etmediği Öğrenilecek

Fahri TUNA

Bir Yazarlık Gereği ve Gerçeği: İlk Okur

Denemelerim Yeni Sakarya’da yayımlanmaya başladığında bir gerçeği daha öğrendim Selahaddin Ağbi’den; ‘her yazarın bir ilk okuru’ olduğunu. Ne demekti bu? Şu demekti: Her yazar, yazdığı her yazıyı, yayımlamadan önce, çok güvendiği bir başka yazar dostuna gösteriyor, onun eleştiri, değerlendirme ve önerileri doğrultusunda, yazısına son şeklini verdikten sonra yayımlıyordu.                                                                                                                               ‘Ağbi, peki senin ilk okurun kim?’ diye sorduğumda, ‘Necati Mert’le oy yılı aşkın süredir birbirimizin ilk okurlarıyız’ sözleriyle cevapladı. (Not: Ben bu soruyu sorduğumda ‘Olmadı Necati Olmadı’ vak’ası henüz yaşanmamıştı.) Ve tahmin edebileceğiniz gibi, vefatına kadar benim ilk okurum M.Selahaddin Şimşek oldu. 1994 sonrasında ise –hâlâ- yetkin bir ‘ilk okur eksikliğini’ iliklerime kadar hissediyor, yaşıyorum.

Yedi İklim’de İtimadın Abideleştiği Mekân; Aynalıkavak Çarşısı

Ulusal anlamda yayımlanan ilk yazım ise Yedi İklim dergisinin 1992 Aralık ayı 33.sayısındaki ‘İtimadın Abideleştiği Mekân; Aynalıkavak Çarşısı’ denememdir. Ülke genelinde yayımlanan ciddi bir derginin kapağında imzamı/adımı,  94.sayfada ise yazımı görmenin dayanılmaz hazzını (aradan yirmiyi aşkın süre geçmesine rağmen) bugün bile unutabilmiş değilim.                                                                                                                                           Yedi İklim’de Aynalıkavak’ı, ‘Kapitalizmi İflas Ettiren Aşçı; Rahmi Amca’ (Mart’1993’de, sayı 36, s.87), (‘Gönüllerden Gerçeğe Taşınan Mazi’ adıyla yayımlandı. ‘Varlıklı olmanın var olmaya galebe çaldığı bir dünyada yaşıyoruz’ diye başlıyor, ‘Her şeyin para ile ifade edildiği, ömürlerin güç ve hakimiyet uğruna heba edildiği bir dünyada, Rahmi Tunatan, ‘kazanmak için yaşayan’ değil, ‘yaşamak için kazanan’ bir 20. Yüzyıl dervişidir. Bu özelliği ile o, Kapitalizmi iflas ettiren aşçıdır’) takip etti.

Türk Edebiyatı’ndaki Bir Yazımın Peşine Düşen İstanbullu Edebiyat Öğretmeni

Türk Edebiyatı’na da gönderdim yazılarımı. ‘Aynalıkavak Çarşısı’ Şubat/93 sayısında orada da yayımlandı. ‘Çark Caddesi; Yunus Emre’nin Başındaki Fötr Şapka’, ‘Kapitalizmi İflas Ettiren Aşçı; Rahmi Amca’ da.                                      Hiç unutmam; İstanbul’da yaşayan bir Türk dili ve edebiyatı öğretmeni, benim yazıyı Türk Edebiyatı dergisinde okumuş, ‘bu çağda böyle bir lokanta olamaz, sanki rüya gibi bir şey bu, dünya gözüyle âh bir görebilsem’ demiş,  bir Cumartesi kalkmış Adapazarı’na gelmiş, Ayakkabıcılar içinde sekiz on tur atıp,  büyük uğraşlardan sonra Aşçı Rahmi Amca’yı bulmuş, gördükleri yaşadıkları sonucunda kalbi mutmain (emin) olmuş ancak. Rahmi Amca’nın ellerine sarılıp helâllik istemiş, bana da selâm ve teşekkür bırakıp İstanbul’a dönmüş.

‘Paranın On Para Etmediği Öğrenilecek’, İzlenim’de

1992 sonbaharı ve 1993 ilkbaharında Yedi İklim ve Türk Edebiyatı dergilerinde daha çok ‘mekân portresi’ diyebileceğim deneme/portre karışımı yazılarım yayımlanadursun, ‘Rüya Bitti’, ‘Bu Sizin Ayıbınız’ gibi derinlikli (musiki deyimiyle Selahaddin Ağbi’den meşk ettiğim) denemelerim de su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Yine Selahaddin Ağbi’nin isteği/yönlendirmesiyle bu yazıların yayın adresi ulusal İzlenim dergisi oldu.                             İzlenim’in Haziran 1993 sayısının 23’üncü sayfasında ‘Paranın On Para Etmediği Öğrenilecek!’ başlıklı yazımı görünce, hele de Cemil Meriç’in ‘Liberalizm, Hür Bir Kümeste, Hür Bir Tilki’ başlıklı yazısıyla sütun komşusu olduğumuzu görünce,  sevindiğimi ve üzerimde hakları bulunan büyüklerimin emeklerinin boşa gitmediğinin şükrünü yaşadığımı hatırlıyorum.

‘‘Ötesi’ Olmayan Bir Hayatın ‘Berisi’nin de Olamayacağını Bilemediler’.

‘Bir çağın hakim ve yaygın kavramları var. Anayasaları, ders kitaplarını,  marşları ve demeçleri süsleyen hep onlar. (…) İtiraf etmeseler de, ölçülerine göre; ‘insan’ para demektir, para da dolar. (…) Yüzyılımıza musallat üç izm var: Kapitalizm, sosyalizm, faşizm. Üçünün de meselesi ortak: Ekonomiye hükmetmek! Üçünün de taahhüt ettiği hedef aynıdır: Daha müreffeh bir hayat! (…) Açıkçası, bütün göz boyamalarına ve böbürlenmelerine rağmen, ne huzur, ne refah, ne de mutluluk getirebilmişlerdir! Paranın ‘miktarlarını’ arttırdıkça, ‘bereketini’ azalttıklarını görememişlerdir. ‘Ötesi’ olmayan bir hayatın ‘berisi’nin de olamayacağını bilemediler. Ömürler artık ‘haysiyetli bir hayat’ için değil, özendikleri ‘konforlu bir hayat’ için  heba edilmektedir. Kazanırken öldürdükleri yetmiyormuş gibi, bir de ‘harcarken’ öldürmektedirler. İkinci kere ölmek bu olsa gerektir. Evet; ‘paranın on para etmediği’ bir gün öğrenilecek!’

Mustafa Aydın Hocaefendi: ‘Bu Cuma Sezginler’e Bekliyorum’.

O zamanlar Sezginler Camii çok popülerdi, şimdilerde Orhan Camii İmam-Hatibi olan Mustafa Aydın Hocaefendi o yıllarda Sezginler’deydi ve Yeğenler caddesi bitişiğinde, Turan caddesi sonlarında, apartmanlar arasında, şehrin  kıyısında köşesindeki bu cami, Mustafa Hocanın gayret, smaimiyet ve çalışkanlığı sayesinde şehrin en popüler camiine dönüşmüştü; yüzlerce binlerce kişi her Cuma oraya akın ediyorlardı. Arada biz de gider olmuştuk.                                                                                                                                                                                                   Bir Perşembe günü karşılaştığım Mustafa Aydın Hocaefendi, ‘Fahri kardeşim, bu Cuma Sezginler’e gelirsen bir sürprizle karşılaşabilirsin’ dedi, ‘inşallah’la karşılık verdim. Tarık Pekerken’le birlikte gittik. Aaaa o da ne? Hutbede Mustafa Hoca bu fakirin ‘Paranın On Para Etmediği Öğrenilecek’ makalesini okumasın mı? Meğer sürpriz buymuş. Cumadan dağılırken karşılaştığım Sadık Canlı Ağabey ‘Hutbeyi tanımadığımı sanma sakın, aferin, devam’ deyince deşifre olduğum fark ettim.

Apartman Hayatı mı, Özgür Tutsaklık mı?

İzlenim’de o yıl (1993) üç yazımın da ha yayımlandığını hatırlıyorum: ‘Çarşılardan Pasajlara; Medeniyetin İntiharı’ (İzlenim, Eylül-1993, s.83.-84), ‘Evlerden Apartmanlara; Özgür Tutsaklık’ (İzlenim, Aralık-1993, s.18-19) ve ‘Bankalar; Hayatımızın Deli Dumrulları’ İzlenim’in sayfalarında yer buldu.                                                                                  ‘İnsanlık, hızla tabiattan uzaklaştırılıyor. 20Asrın o bütün ‘ilerleme’, ‘devrim’, ‘modern çağ’ teranelerine mukabil, beşeriyete yaptığı yüzlerce kötülüğün-belki de- en büyüğü ‘insanın ayağını topraktan kesmesi’dir. İnsanın ayağı topraktan, evden apartmana yükselirken kesilmiştir; bu bir tür ‘tenzilen terfi’dir. (…) Evler ‘her iki dünyanın’, apartmanlar ‘sadece bu dünyanın’ mekânlarıdır. Evler ‘yeşil’, apartmanlar ‘beton kiri beyazı’ renklidir. Evlerimiz ‘bizim küçültülmüş dünyalarımız’dır; apartmanlarsa ‘bizi küçültüp yutan birer dev’. Apartmanlarda bugün, insanın tabiatla olan ‘göbek bağı’ kesilmiştir.  İtiraf edelim: Günümüzde yoğun olarak tercih edilen, ‘apartman hayatı’ değil, hakikatte ‘özgür tutsaklık’tır.’

Doksan İki, Doksan Üç: Ulusala Açılma ve Tanınma Yıllarım

Özetle Bin dokuz yüz doksan bir haziranında Adapazarı Belediyesi mekân/şehir portresi yarışmasına katılımla başlayan yazma serüvenin doksan iki ve üç yıllarında ulusal basına (Yenişafak gazetesinde de dört yazım yayımlandı zira) ve ulusal dergilerle tanışma ve ürünlerimi ulusalla paylaşma ile genişledi; Yedi İklim, Türk Edebiyatı, İzlenim… Artık Selahaddin Ağbi de çok memnundu. Rahatsızdı, beyninden ameliyat olmuştu, gözünün biri hiç, diğeri ise yüzde yirmi görüyordu ama onun en büyük tesellisi, üzerinde emeği olan (Akademisinden) Cihat Zafer, Fahri Tuna gibi öğrencilerinin artık üretiyor olmalarıydı. Cihat Zafer’in ‘Güneş Bizi Geçemez’ kitabının yayımlanmasına çocuklar gibi sevindiğini hatırlarım. Denemelerimi, mekân portrelerimi adamakıllı inceledikten, ufak bazı rötuşlar yaptıktan sonra ‘olmuş Fahri, tamamdır’ derken, Uzun Samsun’dan derin bir nefes alışındaki hazzı unutamam.

Haydar Haksal’ı Es geçmenin Üzüntüsü

Doksan iki yazında kız kardeşim Malike çok tehlikeli bir kaza geçirdi. Henüz on sekizindeydi ve ayağını makineye kaptırmıştı. Kadıköy Hasanpaşa’da bir dizi ameliyattan sonra ‘dökülen sirke ne kadar kabını doldurabilirse’ durumu düzeldi çok şükür. Ben de kırk sekiz gün İstanbul’da kaldım. Burada –o sırada servisinde mühendis olarak çalıştığım - Adapazarı Belediyesi Toplu Konut Müdürü sınıf arkadaşım, dostum, müdürüm Zeki Balçın’a uzun süre izin vermesi, hoş görmesi ve vefası için bir kez daha teşekkür ediyorum. Yedi İklim’in idari merkezi Hasanpaşa’da bulunduğumuz özel hastaneye yüz metreydi. Defalarca Yedi İklim’in önünden geçtiğim hâlde, mahcubiyetten, çekingenlikten, ürkeklikten içeriye girip Haydar Haksal’la tanışmadım, tanışamadım. Üzerinden yirmi yılı aşkın süre geçti; hâlâ hayıflanır, kendi kendime kızarım. Manav’lık işte; zor zenaat zahir.

09.11.2013

Bu yazı toplam 824 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim