• İstanbul 13 °C
  • Ankara 12 °C

Bu Yaşta Ben Ne Arıyorum Burada?

Fahri TUNA

Yarım Asırlık Anılar-3

Şehirlerin Dört Bir Yanı futbol Sahası

Vahşi kapitalizmin henüz şehirleri tamamen ele geçirmediği, tamamen işgal etmediği yıllardı. Tasını tarağını, yatağını yorganını kapan köyden kasabadan, kasabadan şehirlere hücum etmemişti tümüyle.

Sokakların sonlarındaki tarlalarda yahut aralarında boş arsalarda top sektirerek mutluydular çocuklar.

Bin dokuz yüz yetmişlerde ve/veya seksenlerde şehirlerin dört bir yanı futbol sahalarıyla doluydu. Bize en yakın Karakamış sahasıydı meselâ. Arabacıalanı’nda, Maltepe altında, Hanlıköy’de, Karaaptiler’de, Erenler’de, Taşlık’ta, Budaklar’da; bazılarında bir, çoğunda ikişer üçer futbol sahası vardı.

Yüzün üzerinde gayr-ı federe mahalle takımı her Pazar günü, 09.00-11.00, 11.00-13.00, 13.00-15.00, 15.00-17.00 uzun günlerde 17.00-19.00 maçlar yaparlardı kıyasıya.

Her hafta sonu bizim şehirde en az on sahada, dörderden kırk, uzun günlerde beşerden elli maç oynanırdı.

Yerli Wembley’ler Yüz Lira Karşılığında Sizindi

Sizi temin ederek söyleyebilirim ki, maçlar Süper Lig maçlarından daha az iddialı, daha az çekişmeli ve daha az mücadeleli değildi; üstelik cepten para verilerek minibüs tutulurdu, formalar, ayakkabılar çoğu kez cepten alınır, saha parası da cepten verilirdi. Lugattaki ‘amatör’ kavramının en sahih, en temiz, en su katılmamış karşılığıydı bu mücadeleler/bu maçlar adeta.

Hatırladığım; her maçtan sonra takımın kaptanı, meranın/sahanın sahibi olan köyün örneğin Budaklar köyü muhtarına maç başına yüz lirayı takdim eder, öyle hareket edilirdi.

Bilebildiğim kadarıyla hemen hemen her futbol sahası aslında bir köyün ve/veya mahallenin hayvan merası, köy ortak kullanımı, hazine yeriydi. Muhtarlar köy tüzel kişiliği adına sahayı işletiyorlardı.

Toplanan paralar da köyün ihtiyaçlarına harcanıyor diye söylenirdi bizlere. Karakamış sahası için her maçtan sonra bizim kaptan Hamdi ağbinin, Karakamışlı Elektrikçi Ramazan’a yüz lirayı toka ettiğini dün gibi hatırlarım. Uzun lafın kısası; yerli Wembley’leri, mahalli Old Trafford’ları, bizim Arena’ları siz yüz liraya kiralıyordunuz yetmişlerde, seksenlerde.

‘Yenilmez Armada Üçyıldız’ı 3-0 Perişan Edişimizin Hikâyesi

Sanki puan cetveli vardı, sanki şampiyon olunuyor küme düşülüyordu; öylesine çekişme ve iddia vardı: Mağlup olduğumuzda sanki mahallenin namusuna halel gelecekmiş gibi motive oluyorduk. Yenilmek mi? Kolay kolay lugatımızda yeri yoktu!

Yenilmez armadalar vardı o zamanlar. Şeker mahallenin meşhur Üçyıldız’ı, yıllarca ‘yenilmez’ takım olarak ünlenmişti. Öğünmek gibi olmasın onların façasını da biz bozmuştuk Adagücü olarak.

Anlatayım: Karakamış Wembley’deyiz bir Pazar. O gün santrafor Sadi (ki İTÜ’de inşaat müh. öğrencisi) gelmemiş. Bir otorite abidesi kaptanımız/teknik direktörümüz Hamdi Kılıçarslan, takımı tek tek açıkladı, santrafora gelince de şöyle kızgın, ceza verir bir yüz ifadesiyle ‘Fahri, hadi sen de santrafora’ diye kükredi, ‘haydi cezaevine’ dercesine.

O günlerde iki kişinin otoritesi tartışılmazdı bizim ülkemizde: Biri askeri ihtilalle yönetime el koyan Orgeneral Kenan Evren’in, biri de bizim takım kaptanı Orgeneral Hamdi Kılıçarslan’ın. Çaresiz santrafora geçtim. Hamdi ağbinin taktiği her zaman ki gibi kısa ve özdü: ‘Kontratak oynuyoruz. Üçyıldız’a yıldızları saydırmadan da sahadan çıkmıyoruz! Haydi, haydi, haydi…’

Üçyıldız’a Üç Gol Atan Sırık Santrafor Devrede Dışarıya

Tam bir kontratak takımıydı bizim Adagücü; Yıllardır bileğini hiçbir takımın bükemediği Şeker Mahallenin ünlü Üçyıldız’ı üstümüze üstümüze geliyor, liberomuz Karga Turan’ın Parmak Mehmet’e veya Kuyumcu Kamil’e çıkarttığı toplar, Şembil Nuri’yle buluştu mu, gerisi kolay. Disiplinli ama daha çok yavaş adamlardan oluşan Üçyıldız defansı Şembil Nuri’nin üzerine çullandıkça iyi bir yüz metreci santrfor Sırık Fahri’ye nefis ara pası çıkarttı mı, yüzde yüz gol pozisyonuna dönüşüyor.

Benzer atak ve gol pozisyonları ilk yarıda kaç kez mi tekrarlanmıştır? Ben diyeyim beş, siz deyin yedi. Belki sekiz. Kontratak yemeğe pek de alışık olmayan Üçyıldız, ‘fark etmez, nasıl olsa atarız’ diye yüksek özgüvenle oynarken, ilk yarı 3-0 Adagücü’nün galibiyetiyle sonuçlanıyor. Adagücü’nün kaleci Evlat Nevzat’tan Sağbek Yorgancı Hamdi’ye, stoper Barbo Kemal’den orta alandaki Parmak Mehmet’e, sağaçık Şembil Nuri’ye adeta şahlandığı o gün, gollerin üçünü de atmak – bu satırların yazarı- Sırık Fahri’ye nasip olurken, Karakamış Wembley de bir devin çöküşüne şahitlik ediyordu.

Üç golün de sahibi çakma santrafor Sırık Fahri, o kadar güçsüz görüntü vermiş olmalı ki, Kaptan Hamdi devre arası ‘Fahri sen çık, Cengiz sahaya’ diyecek, kendi tabiriyle ‘gözlükleri şişe dibi gibi kalın’ Muhasebeci Cengiz’in de yer aldığı ikinci yarıda başka da gol sesi çıkmayacak, Raşit’in Kahvehanesi’nin dış duvarındaki siyah tabelada bir hafta boyunca beyaz tebeşirle şu yazı yazacaktı: ‘Adagücü: 3 – Üçyıldız: 0 Goller: Fahri Tuna (3)’

Dostluk, Arkadaşlık, Kardeşlik, Dayanışma, Paylaşma Öğrenilirdi Oralarda

Seksenlerin başında hemen her mahallenin iki yahut üç gayr-ı federe futbol takımı vardı demiştik. Mahalle kültürünün yaşatıcısı, ayakta tutucusu, iletişimiydi bu takımlar.

O mahallede doğup büyüyen yahut o mahalleye taşınıp da ‘mahalleye eklemlenecek’ gençler, yetenekleri ölçüsünde bu takımlarda kendisini gösterir, büyük-küçük kaynaşmasını yaşar, mahallenin şerefi/onuruyla yüzleşir, terini mahallesi için akıtır; soyunup giyinirken, eski Feka minübüslerde tıka basa gidip gelinen yirmi – yirmi beş dakikalık yolculuklarda yol-yordam öğrenilirdi.

Mahallede ‘delikanlıbaşı’nı, yardımcısını, kim öldü kim kaldıyı, kim askere gitti kim kalfa olduyu maç gününde yaşar, yaşayarak, şahit olarak öğrenirdiniz.

Dulla yetime, öksüzle kimsesize yardımın konuşulduğu, düşünüldüğü, organize edildiği yerlerdi o yolculuklar ayrıca. Dostluk, arkadaşlık, kardeşlik, dayanışma, paylaşmanın diğer adıydı o takımlar ve o takımların arasındaki maçlar.

Yeğenler Gençlik, Acar Vefa, Üçyıldız, Dağdibi Barbaros, Karaağaç Kartal, Maltepe Hilalspor.

Adapazarı’nda ilk akla gelen gayr-ı federe takımlar hangileri mi o zamanlar?

Cumapazarı’nda Yeğenler caddesinin Hüseyin Komite’li, Ömer Acar’lı, Fikret Öztürk’lü, Abidin’li Yeğenler Gençlik, Acar Vefa, Şeker Mahallesinde Üçyıldız ve Şeker Gençlerbirliği, Karaağaçdibi’nde Karaağaç Kartal, Dağdibi semtinin takımı Dağdibi Barbarosspor, Kuyudibi’nin takımı Kuyudibi Gençlik, Ozanlar mahallesinin takımları Ozan Gençlik, Adil Gençlik ve Adagücü…

Maltepe Hilalspor’un da üç yıl formasını giyme şerefine erişenlerdenim ben. Takım kaptanlığını Bahattin Lamba’nın yaptığı, orta sahanın yıldızı Sabahattin Lamba’nın takımı adeta sırtladığı, üç kardeş (Bahattin, Sabahattin, Alaattin Lamba) bazen de dördüncülerinin (Necati Lamba) oynaması nedeniyle benim Lambaspor diye takılmaktan kendimi alamadığım Hilalspor.

Üç yılda en az doksan maç oynamışızdır. Lamba kardeşlerin yanı sıra Prekazi Cevat’ın, İsmail-Halil kardeşlerin, Memduh ağbinin, kar kış kıyamet demeden Erenler’de, Karaaptiler’de, Taşlık’ta, Hanlıköy’de, hatta hatta Hendek’te oynadığı; kimsenin adam yerine koymadığı Hilalspor’dan almaya doyamadıkları mağlubiyetlerden… söz edilebilir.

‘Sen Ağbine İnanmıyorsun da Elin Çocuğuna mı İnanıyorsun?’

Lamba kardeşlerin en büyüğü Minibüsçü Şemsettin ağbi, bir küçükleri ise Tornacı Necati ağbiydi. Modern Sanayinin sevilen esnaflarından olan Necati ağbinin Sanayi Gençlik takımıyla Hilalspor olarak Karaaptiler yan sahada (Karaaptiler Old Trafford’da) maç yapıyoruz.

Takımıızın beyni/dinamosu/direnci olan Sabahattin Lamba kardeşim ise –maalesef sık sık yaşadığı diz dönmesi nedeniyle- oynayamadığından maçın hakemliğini yapıyor. Bir tarafta Bahattin ağbisinin kaptanlığını yaptığı kendi takımı, diğer yanda Necati ağbisinin kaptanlığını yaptığı Sanayi Gençlik.

Derken bizim takımın oyun kurucusu Prekazi Cevat, her zaman attığı klas ara paslarından birisini daha rakip defansın arkasına atınca, forvet Fahri Tuna ile rakip libero Necati Lamba birlikte hareketlendiler, topla karışık bir ikili mücadele, Necati Lamba’nın ‘elle aldı, elle aldı’ çağırışları arasında. ‘Rüzgarın oğlu’ lakaplı Fahri Tuna sıyrıldı, golü attı geldi. Dizinden rahatsız olan hakem Sabahattin Lamda da ancak uzaktan takip edebildiği pozisyon sonrasında benim santraya gelmemi bekledi ve ağbisine dönerek: ‘Dur bakalım, Fahri Tuna yalan söylemez, soralım el var mı yok mu?’ Ben de ‘yok, vallahi de yok’ deyince de golü verdi. Hakikaten de yoktu; üzerinden yirmi yedi sene geçmiş, bugün de söylüyorum el yoktu, nizami goldü yani.

Arnavut inadı tutan Necati ağbi kardeşine bir sinirlendi: ‘Oynamam ben artık, sen ağbine inanmıyorsun da elin çocuğuna mı inanıyorsun’ diyerek maçı bıraktı. Hakem kardeşi de bir yandan söylene söylene santrayı yaptırdı: ‘Fahri Tuna yalan söylemez, nereye gidersen git, değiştirmem kararımı!’

Ben Bu Yaşta Bu Sahada Ne Arıyorum, Düşünmüyor musunuz Hiç?

Birkaç yıl geriye dönelim. Otuz yıl öncesine. Muhtemelen yıl 1983. Adagücü olarak Karakamış Wembley’de Kaynarcaspor’la oynuyoruz.

Bizler o yıllarda yirmi üç, yirmi dört yaşlarındayız. Adagücü takım kadrosu malûm. Kaynarcaspor’un kalesinde Mustafa Aydın var. libero Burhanettin, Santrafor Türkan, orta sahada Sami, Sağlıkçı Orhan ağbi, Fatih Terim Meriç, bizim dayıoğlu Kenan, aklımda kalan oyuncular.

Maçı da yaşı o yıllarda 45-50 civarında, Kaynarca’da Binbaşılar diye bilinen ailenin en sevilen ismi, benim de baba dostum, geçenlerde rahmet-i Rahman’a uğurladığımız Sıhhiye Faik (Aydın) yönetiyor. Sanıyorum altmış-altmış beşinci dakikalar. Maçta 3-2 Adagücü önde, ben de doğup büyüdüğüm, çocukluğumun geçtiği ilçenin takımına iki gol atmışım. (ki şike yazımdan iltimas geçmeyeceğimi okurlarım iyi bilirler.)

Derken birden sinirler gerildi (ikinci yarılarda adetten olduğu üzere) ve bir faul kokan pozisyonda hakemin üzerine yüründü, bağırış çağırışlar arasında hakemimiz Sıhhiye Faik amca elindeki düdüğü yere fırlatarak: ‘Ben bu yaşta bu sahada ne arıyorum, hiç düşündünüz mü? Benim sizin yaşlarınızda evde yatalak, özürlü bir oğlum var. Ben bir saat yol gelip elli yaşımda size hakemlik yapmaya çalışıyorum, oğlumun yerine gönül eğliyorum. Ama değmezmiş, gidiyorum’ deyince yirmi iki oyuncu birden ellerine ayaklarına kapandık, özür üstüne özür diledik. Zor zor razı edip maçı tamamlayabildik.

Skoru hatırlamıyorum. Galiba 3-2 bitmişti, ama ne önemi var?

Bütün mesela Sıhhiye Faik Amcanın bize verdiği ölümsüz ders. Sağlığımız için ne kadar da az şükrediyoruz zahir!

24.01.2013

Bu yazı toplam 1371 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim